RSS Feed for This Post

Nokta yokluktan varlığa geçişin ta kendisidir

nokta-hat-sanatiHz. Ali kerreme’llâhü veche buyurdu ki:

“Ve’l-cem’u bilâ farkin zendakatun. El-farku bilâ cem’in şirkun. Ve’l-cem’u ma’a’l-farki tevhîdun.”

(Farksız cem’ zındıklık Cem’siz fark, şirk; farkla birlikte cem’ ise tevhittir.)

Yok + Yok + … = Var?

Harflerin başı Elif, Elif’in başı ise Nokta. Nokta boyutsuz bir varlık. Hammaddesi maddesel yokluk! Sayın Nokta Hazretleri’nin bir resmini yapmak isterseniz  Fırçanın ya da kalemin şekline göre kare ya da daire biçiminde çizersiniz. Minnacık da olsa çizilen bir satıhtır, Nokta’nın kendisi değildir. Gerçek Nokta ne bir renge sahip labilir ne de bir genişliğe. İster ressam olun isterse matematikçi, fark etmez. Nokta yokluktan varlığa geçişin ta kendisidir. Yaratma niyetiyle yaratma fiilinin buluşma noktası, Zaman ile Mekân’ın kesişimidir. Onun için Sayın Nokta Hazretleri yok-lardan oluşan bir var-dır. Kim bilir? Belki de Nokta Tasavvur edilen ile halk edilen arasındaki tecelliyatı idrak etmemiz için ikram edilen bir keramettir? EL MUSAVVİR ve EL-HALIK’a açılan bir tefekkür kapısı?

Nokta çizgiden eftaldir, çizgi ise satıhtan

İki boyutlu bir tasvir üç boyutlu bir resme kıyasla daha üstündür. Zira ışık-gölge ve merkezî perspektif ile derinlik, uzaklık, yakınlık arz eden üç boyutlu tasvir kesrete, dağılmaya, saçılmaya, ayrılığa açılan bir penceredir. Tasvir edilen varlıklar kendi başlarına var olabilen kudret sahibi özneler gibi sunulur akıllara (=gözlere). Kâinat mallaşır, mülkleşir. Gerçekçi renk, ışık-gölge ve merkezî perspektif kibirlerlenmeye davet eder gözü. Göz kendini Kâinat’ın mâliki zanneder.

Oysa bir TV ekranı, cilalı bir ayna veya Karagöz perdesi gibi iki boyutlu zeminlere akseden gerçek görüntü ile onun sebebi olan hakikat üzerine tefekkür etmek gerekir. TV stüdyosundaki (hakikî) sunucu, aynada süslenen (hakikî) kadın, (hakikî) kuklaları oynatan (hakikî) kuklacı vardır. Gördüğümüzz “gerçek görüntüler” de vardır. Ama ikisinin varlık derecesi bir/aynı değildir. Gerçekler ile Hakikat arasındaki uzaklığa rağmen görünmeyeni akıl ile “görürüz”. Eğer hakikî kuklacı elinde kuklalar ile bizzat ortaya çıkıp seyirciye görünseydi gösteri bozulurdu. Hakikat ve gerçekler tek bir noktada toplanırdı. Beşerî mânâ Zaman’ın ve Mekân’ın varlığı son bulurdu.

Evet… Göz ile hissedilen yani görünen gerçekler ile bunların kaynağı, menba’ı olan, akledilen Hakikat arasında bir mesafe vardır ve bu mesafe akıl ile katedilir. Üç boyutlu sanata bakılır, iki boyutlu sanat ise okunur. Üç boyuta bakan pasif insana kıyasla iki boyuta bakan insan aktiftir. Minyatür ve tezyin gibi iki boyutlu tasvirler bize görüntü ile eşyanın aynı / bir olmadığını hatırlatır. Yani eşyanın aslı, hakikati ile görünenler arasında fark sayesinde, görünenlerin cevher değil birer tecellîgâh olduğunu yavaş yavaş idrak ederiz.  Esere bakarak Sanatçı’yı “görme” iştiyakı doğar. Bu sebeple iki boyutlu sanat bir göz (=akıl) terbiyesidir. Hikmetli sözlerin aklı agâh kılması (uyandırması) gibi güzel eşya da kalbi güzel hislere ve heveslere meylettirir.

Ya kalemin çizdiği?

Eğer Vahdet ve Kesret kavramlarını sabit iki nokta değil de sonsuza uzanan iki zıt yön, iki cihet gibi düşünürsek minyatür gibi iki boyutlu tasvirler elbette Tevhid’e daha yakındır. Ancak iki boyuta sırtımızı dönersek Vahdet cihetinde çizgiyi buluruz. Hem Müslümanların hat sanatında hem de Çin ve Japon kaligrafisinde bu güçlü soyutlama izhar olur (görünür). “Soyutlama” diyoruz zira üç boyutlu tasvirden iki boyuta geçerken de bir soyutlama gerçekleşmişti. Yani gösterilmeye değer olan ile saklanacak / tasviri ihmal edilecek olan arasında bir seçim yapmıştı ressam. Derinlik, yakındaki cisimlerin büyük, uzaktakilerin küçük görünmesi, keza yaklaştıkça kontrastların artması, uzaklardaki sis…

İki boyuttan bir boyuta yani satıhtan çizgiye geçerken renk ve yüzeydeki tezyin de siliniyor. Daha güçlü bir soyutlama var. Hat sanatında okumak kelimesinin anlamı derinleşiyor. Yazılan kelimeleri mi okuyorum? Esere bakarak estetik tercihleri mi okuyorum? Yoksa o estetik tercihler üzerinden hattatın kalbindeki güzellikleri, letafeti (incelikleri) mi okuyorum?

Üç boyuttan, meselâ gerçekçi Rönesans resminden iki boyuta, Osmanlı minyatürüne geçmek ve oradan da Hüsn-ü Hat sanatına. Görüneni taklit etmeyi bırakıp Görünmez’i gösteren bir sanata yönelmek… Kâmil sanat demek Zahir’den Batın’a, Kesret’ten Vahdet’e, eşyadan mânâya yönelmek demek.

Kâmil sanat neden soyut?

Gerçeğin gerçekçi bir şekilde tasviri, yani gerçeğe uygun renklerin kullanılması, merkezî perspektif, ışık-gölge vb tekniklerle fotoğraf gibi resim yapmak dikkatle bakılırsa statik ve mekânsal bir gayret. Yani belli bir anda, sözgelimi saat 17:43:22’de tabiatın, eşyanın resmini çekmek; görünenleri paketleyip kutulamaktan, çerçeveye sıkıştırmaktan ibaret.

Oysa soyut tasvir, özellikle de tezyin ve hat zamansal bir gayret. Çünkü tekrar eden biçimler ve harfler seyirciye (seyir halindeki gözün sahibine) birşeyler hissetiriyor. Seyirci bir yandan yeni şekiller ve formlar görüyor ama bir yandan da eski gördüklerinin tekrarını müşahede ediyor, şahid oluyor. Müzikteki ritm ve melodi gibi. Meselâ Ravel’in Bolero’sunu düşünün. PAM pa-pa-pa PAM PAM …. PAM pa-pa-pa PAM PAM Ana tema farklı entrümanlarla, bazen farklı hızlarda tekrar ediyor. “Arkada”, fonda bir ritm duyuyoruz. Böylece biraz yeni biraz da tanıdık sesler birbirini takip ediyor. Kısaca söyleyecek olursak hat ve tezyin gözle “işitilen” müzikler aslında. Bu yüzden üç boyutlu bir resme kıyasla çok daha zamansal, çok daha müziksel.

Müziksel-zamansal olan bir görsel neden uhrevî hisler uyandırır?

Bu daha da mühim bir soru. Öyle ya, Hz İsa (a.s.), Budha veya Şiva tasvirleri en azından belli inançlara mensub insanlara uhrevî hisler  ilham etmez mi? Teşbih yani benzetme yoluyla anlatmak istediğini doğrudan gösTeren bir sanat eseri dinsel mesaj verme sahasında soyut görselleri geride bırakamaz mıydı?

İç-göz sahibi olan, sevinen, üzülen, yaşayan ve bunun şuurunda olan bir iç-ben var. İsterseniz “ruh” diyelim. Adı ne olursa olsun var, cisimler gibi bölünmeyi, parçalara ayrılıp sayılmayı kabul etmiyor. Umutlarımı, korkularımı, geçmişteki hatıraları muhafaza eden bir hafıza, arşivleyen bir “ben” varsa o benlik maddesel değil zamansal olabilir ancak. Haliyle manevî hayatımın, etik ve estetik tercihlerimin öznesi olan da o. Yani murad eden, irade eden, müspet ve menfî sonuçlarına katlanan hep o.

Ölüp gidecek olan, mezarda kurtlara böceklere yem olacak olan et ve kemikler bana ait. Vücud bir binek hayvanı gibi. Ama o “ben” değilim. Yunus Emre Hz.’nin buyurduğu gibi:

“ten fanidir can ölmez

çün gitti geri gelmez

ölür ise ten ölür

canlar ölesi değil”

Ten’den ibaret olduğuma inansaydım ölümü, özellikle de kendi ölümümü unutmak için “vur patlasın çal oynasın” bir hayat sürerdim. Tabi ara sıra gerçekle burun buruna gelir, bu defa yıkıcılığın, şiddetin ve intiharın çukuruna yuvarlanırdım. Zaten kendi ölümüne inanmayan insanların bu iki kutup arasında gidip geldiklerini her an görmekteyiz: Sabah hedonist, akşam nihilist. Bu bitmeyen salınımlardan dolayı insancıklar giderek kendilerine duydukları saygıyı da yitiriyorlar ve bu salınımı unutmak için bir halden ötekine daha hızlı geçmeye başlıyorlar.

Evet… Böyle bir et-ben bir de iç-ben var. Tabiri caizse bu iç-benliğin hammaddesi zaman. Bu sebeple bazı müzik türleri “ruh” üzerine etkili. Keza görsel yolla “içeriye” konuşmak istersek zamansal görseller kullanmak gerekiyor. Bu yüzden hat, tezyin, mozaik, tezyinî tarzda olan İslâm mimarîsi, ebru ve diğer sanatlar ruhumuz üzerinde etkili olabiliyor. Yani hayvanlarla ortak olan et-göze değil insana mahsus olan iç-göze hitab eden bir sanat yapmak istediğinizde ister istemez zamansal yani müziksel biçimde resmetmek durumundasınız. Çünkü cismimiz değişmekte, mânâmız ise sürmekte:

“… Her gün AYNI insan mısınız? Bazen sakin, bazen heyecanlı, bazen hüzünlüsünüz. Bir gün borçlu, bir gün zenginsiniz. Kâh mağdur kâh suçlusunuz. Saniyede 2000 hücre ölüyor vücudunuzda. Her gün batımı en az 50 milyar hücrenin ölümünü noktalıyor. Saçlarınız uzuyor, tırnaklarınızı kesiyorsunuz. Belki zayıfladınız? Eski pantolonları giyebiliyor musunuz? Çocukluk fotoğraflarınızı açın bakın, ne kadar da büyümüşsünüz. Ama “ben çocukken” diye söze başlamak size garip gelmiyor. Bir zamanlar… evet çocuktunuz. 10 kiloluk bir beden-diniz ya da o bedenin içindeydiniz. Demek ki saç, kaş, göz, boy-kilo vb arazların ötesinde, değişmeyen bir hüviyetiniz olduğunu peşinen kabul ediyorsunuz. Erkek, Türk, 80 kilo, muhasebeci, İstanbullu ve koyu Fenerbahçe taraftarı değilseniz… kimsiniz siz? …” (Bkz. Şerhu Esmâillâhi’l-Hüsnâ  / Sadreddin Konevî Hazretleri)

 Halbuki teşbihte ileri gittiğinizde, merkezî perspektif, gerçekçi renkler, ışık-gölge vs uyguladığınızda kullandığınız lisan mekânsal. Bu lisan ile et-kemikten ibaret olan vücuda ve onun hareket ettiricisi olan iştahlara, hazlara kısaca nefse hitab ediyorsunuz. Gerçekçi resmin, müteşabih görsel sanatın nefse hitab edişini daha iyi anlamak için Avrupa sanatının geldiği son aşamaya bakılabilir. Meselâ pop-art örnekleri ile nefsin iştahını kabartmayı amaçlayan reklam tasvirleri birbirine çok benzer. Gerçek bir kiraz fotoğrafına kıyasla daha kırmızı, daha yuvarlak, üzerindeki su damlacıklarıyla serinliği çağrıştıran bir tasvire bakalım. Bu tasvir bize açlığı, susuzluğu hatırlatır. Keza pop-art adına yapılan erotik kadın tasvirleri bu amaçla yapılan neşriyatın görsellerini aratmaz.

Sonuç

Noktanın hareketi çizgiyi, çizginin hareketi sathı (yüzeyi), sathın hareketi ise üç boyutlu cisimleri meydana getirir. Kâmil bir ressam üç boyutlu cisimlere ve merkezî perspektife sırtını dönmelidir ki yüzü (=aklı ve niyeti) Nokta’ya dönsün.

Şan ve şöhret peşinde değilse, resimlerine bakanları araç değil amaç olarak görüyorsa, insanlar birer müşteri değil O’nun kulu ise… Kâmil ressam bir hizmetkâr olduğunun da idrakindedir. Seyir halindeki seyircilerini O’nun birliğine davet ederek hizmet eder Müslüman sanatkâr. Tezyinle, hat ile süslediği bir camiye ibadete gelenlerin kalbinde huşu uyanmasını, namaz kılanların, zikir yapanların iki damla göz yaşı dökmesini ister. Bunun için kalpleri dünyadan çözmek, Ahiret’e bağlamak muradındadır.

Kâmil ressam için üç boyutlu tasvirden Nokta’ya uzanan fikrî eksen Tevhid’in yoludur. Böyle bir insan kavram olarak “kuş” varlığı ile güvercinlerin, martıların varlığı arasındaki farkı akledebilir. “Martılık” fikrinden de tek bir martıya geçebilir. Meselâ saat 15:06’da Üsküdar vapurunun arkasından gelen ve atılan simitleri yiyen, zaman ve mekân içindeki varlığı gözlerimle tasdik edilen, doğmuş ve ölecek olan şu sağdaki kırçıllı martı. Eğer martıları anonimleştiren bir fotoğraf çekersem harfleştirme yapmış olurum ve somuttan soyuta giden merdivende bir basamak yükselir gözlerim. Martı-lar gören gözlerim bir müddet sonra tasavvur edilen kavramsal Martı’yı okumaya başlar.

Kâmil sanatçı esere bakarak Sanatçı’yı okur ve okutur:

“… Kâinat, muazzam mânâların ifade edildiği muhteşem bir kitap; insan ise, bu kitabın en anlayışlı muhatabıdır. Bir arının çiçekten çiçeğe konup bal yapması gibi, insan dahi kâinat kitabının sayfalarında seyahat ederek, tefekkür balı yapar.

Tefekkür, varlıklara Allah namına bakmaktır. Şüphesiz, pencereye bakmakla pencereden bakmak bir değildir. Pencereye bakanlar lekeleri görür, pencereden bakanlar ise, güzellikleri seyrederler. Tefekkür, mevcudat pencerelerinden Allah’ın isim ve sıfatlarına nazar etmektir. Her bir varlık, Allah’tan bir mektuptur. Bayrak, bir bez olmanın ötesinde devleti sembolize eder; dalgalandığı yerlerin, o devlete ait olduğunu haykırır. Onun gibi, her bir varlık dahi, Allah’ın Rububiyet saltanatını ilan etmektedir. Yeryüzü ve semavattaki varlıkları tefekkür nazarıyla temaşa edenler, İlâhi sanatın mükemmelliği karşısında hayret secdesine varırlar. Kalplerindeki iman coşar, yakînleri ziyadeleşir. İnce tefekkür duygularına, hislerini de katabilirlerse, İlâhî sanatı seyir ve temaşadan, tarifin fevkinde bir zevk alırlar. “Her şey bana Seni hatırlatıyor” derler …” (Dr. Şadi Eren‘in sözleriyle

 

… Bu konudaki makaleler…

  1. Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır
  2.  Figüratif resim sanat mıdır?
  3.  Âl-i İmrân Suresini Okusaydı İslâmcı Olmayacaktı!
  4.  Müslümanca sanat bir yağmur duasıdır…
  5.  Batıyı “normal” zanneden için İslâm anormal olur
  6.  Güzel eşya ve güzel ahlâk
  7.  Avrupa’nın sanattan istifa ettiği gün
  8.  Benlik sanatı, bencillik sanatı 
  9. İslâmî sanat kalbe hitab eder, batıda ise muhatab akıldır
  10. Mona Lisa Yalan Söylüyor!
  11. Piero della Francesca tanrıları gökten yere indirince…
  12. Kemalist mimarî neden güzel değil?
  13. İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(1): Anıtkabir ve Türbeler
  14. İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(2): Güzel Mimar Güzel Binaya Nasıl Nüfuz Eder?
  15. İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(3): Sinan gibi cami yapmak veya Sinan gibi adam olmak?
  16. İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(4): Mimar Olmak, Mutlu Olmak, Tatmin Olmak… 
  17. Modern camiler neden çirkin? 

 

… Soyut Görme Kabiliyeti Üzerine…

… İslâm sanatından örnekler …

  1. İç Mekânlar
  2. Seramik
  3. Mozaik
  4. Metal işçiliği
  5. Hat
  6. Taş

Kaynak Metinler için bu kategori

 

… Bu konuda e-kitap okumak için…

Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

İnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik!güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk.Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.

 

Derin Göz

İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …Buradan indirebilirsiniz.

 

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin