RSS Feed for This Post

Ben Sana Gül Demem, Gülün Ömrü Az Olur

Yeryüzündeki tüm çiçeklerin aynı renkte, aynı kokuda olduğunu düşünün bir an. Menekşenin, lalenin, papatyanın, zambağın olmadığı bir dünya… Sadece gül var ve tüm çiçekler rengini kokusunu, şeklini kaybedip güle benzemeye çalışıyor. Hepsi kendi renginde, kendi kokusunda güzelliğini bulurken, başka bir güzelliğe öykünmek uğruna gerçek güzelliğini kaybediyor…

Modanın adeta köleleştirdiği kadınlardan söz ediyorum… Batının neredeyse bir asırdır ortaya attığı güzellik kalıbına girmek için yığınla para harcayan, olmadık acılara katlanan kadınlar… Irksal özelliklerine savaş açan ve birilerinin uydurduğu güzellik yalanına inanan kadınlar… Güzellik sadece 90-60-90 ölçülerine hapsedilince ve bu ölçülerin üstüne o yılın en çok satan parfümü sıkılınca sanırım çiçek benzetmesi daha iyi anlaşılıyor. Çinli kadınlar, Türk kadınları, Kürt kadınları, Arap kadınları… Hepsinin yüzlerce yıldır taşıdığı ırksal çeşitlilik aynı zamanda güzellik Avrupalı beyaz kadının güzelliği karşısında tuzla buz oldu.

Çok renkli bir dünyadan renksiz ve sıkıcı bir dünyaya ilerliyoruz. Ne Türk kadını ne de Arap kadını aynaya baktığında anneannesi ile veya babaannesi ile aidiyet kurabiliyor. Küçük köyde yaşamaya mahkûm edilmiş yeni kadın için birileri modern giysiler tasarlıyor. Türk kadını ninelerinin basmadan dikilmiş elbiselerini hatırlamıyor mesela veya bir Çinli kadın ninelerinin uzun örgülü saçlarını. İskoçyalılar İskoç eteklerini sadece festivallerde geçmişi yâd etmek için kullanıyor. Aynı şekilde bir Japon kadın kimonosunu özel törenlerde sembolik olarak giyiyor. Modern kadın; kendi yetiştiği topraktan köklerini tek tek koparmış, aidiyetini yitirmiş kadındır artık.

Kadınlar geçmişini unutup yeni olanın (modanın) peşinde koşarken, erkekler bunun dışında mı kalıyor? Elbette değil. Ancak erkekler modaya olan bağlılıklarını kadınlar kadar canlı tutamıyorlar kanımca. Modayı var edenler bunu çok iyi bildikleri için kadınlar için hazırlanan çeşitlilik her zaman erkekleri geride bıraktı. Evlerde erkeklerin ayakkabı ve çanta sayısı kadınlarınkini hala geçemedi. Alışveriş merkezlerinde küçük bir gözlemle de bu durum anlaşılabilir. Alışveriş merkezlerinde vitrin camlarını her gün ayin yapar gibi kutsayan genellikle kadınlar oluyor.

Kadının Güzelleşmesi mi? Köleleşmesi mi?

Birkaç yıl önce bir TV programında Türkiye’nin en eski modacılardan sayılan bir hanımı izlemiştim. Sunucunun “giysilerinizi nereden aldınız? Terliğinizi nereden aldınız?” (Program Bodrum sahilinde, yaz mevsiminde yapılıyordu.) sorularına modacı konuk “pazardan aldım” cevabını vermişti. “Ayağımdaki terlik beş lira ve çok rahat” diyen bu modacı hanım sunucuyu bir hayli şaşırtmıştı. Modacı teyze siyahlara bürünmüş bir şekilde sevenlerine şu mesajı veriyordu: Ucuz malı ucuz insan giyer sloganı bir yalandır. Pazardan beş liraya giyinince bende bir değişiklik olmadı. Aynı modacıyım, aklım zehir gibi çalışıyor, size bir elbiseyi beş bin liraya tasarlayabilirim.

Şişman bir hanım güzel olamaz mı? Veya kısa boylu bir hanım, ya da engelli bir hanım… Filin güçlü, insanın akıllı, kadının et yığınına indirgendiği şu zamanda “olamaz”. Kadınların koluna takılan güzellik kelepçesi onları güzellik salonlarının, giyim firmalarının, kozmetik sanayinin, estetik cerrahların kölesi haline getirdi. Köleler her sabah aynanın karşısında efendilerin güzellik reçetelerini ezberliyor. Yeni makyaj stilleriyle gözünüzü şöyle iri gösterebilirsiniz, bu yıl çıkan yeni rujlar ince dudakları daha da dolgun gösterecek, yeni zayıflama hapı bu hafta size bu kadar kilo verdirecek… Sonuç: 2 iri göz+ 1 dolgun dudak+1 ince bel= 1 insan yapmadı. Ne eksik?

Benim çocukluğumda Barbie oyuncaklar yaygın değildi. Şimdi çevremdeki tüm kız çocukları en az bir Barbie bebeğe sahip. Barbie bebek batılı kadın fiziğine sahip, ev işleriyle, annelikle ilgisi olmayan, vaktinin çoğunu makyaj yapmaya ayıran bir figür. Modern çağın kız çocukları yetişkin olunca, bilinçaltına kodlanan Barbie bebeği her defasında hatırlayacaklar. Kelepçeler biz kadınlara çocukken takılıyor aslında. Barbie bebek mini eteğiyle işe gidiyor, daracık şortuyla spor yapıyor, topuklu ayakkabısıyla rahat yürüyor. Yeni kadın için düşünülen özgür imajın hepsine sahip. Mini etek, dar giysi, topuklu ayakkabı özgür kadının(!) sosyal hayata dahil olmasını kolaylaştırırken başörtüsü, pardösü, geniş giysiler hareket kabiliyetini engelledi kadınların(!). Ya her gün kravat ve kemer zulmüne katlanan erkekler. Modern efendiler modern erkek için bu giysileri uygun gördü. Şalvarın ve mintanın rahatlığı bazı ülkelerde irticayı hortlattı!

Düşünce Zırhtan Nefret Eder

Umberto Eco, Böğürsel Düşünce isimli yazısında, Blue Jean’in ve kullanılan giysilerin insan davranışı üzerinde ne denli etkili olduğundan bahseder:

“…Böğür boşluğu bölgesine basınç yapmak ve belden sarkarak değil, bedene yapışarak tutunmak kotun özelliğidir.

…Ayakkabı ile dolaşmayı öğrenen insanlık, çıplak ayak gezmesi durumunda geliştireceği düşünce tarzından farklı bir düşünce tarzı geliştirmiştir. İdealist felsefe geleneğinin temsilcisi düşünürler açısından, Tin’in bu koşullarca belirlendiğini düşünmek hüzünlüdür, ancak bunun böyle olması bir yana, işin güzel yanı bunu Hegel’in de bilmesiydi, nitekim tam da Tin’in Görüngebilimi adlı yapıtında Hegel, frenoloji uzmanlarının saptadığı değişik kafatası örneklerini inceliyordu. Ancak bu Blue Jean sorunu beni başka gözlemlere yöneltti. Blue Jean beni belli bir tutuma zorlamakla kalmıyordu: Dikkatimi bu tutum üzerinde yoğunlaştırmaya, dolayısıyla dışa dönük yaşamaya zorluyordu.

…Çünkü kendisini hem saygın, hem de özgür kılan giysinin koruması altında bedenin düşünmek ve kendini unutmak özgürlüğü vardı. Erasmus’un giydiği uzun, geniş giysiler düşünülürse, bunun yalnızca rahiplere özgü bir görüş olmadığı anlaşılır.(…) Düşünce zırhtan nefret eder.

…Ama eğer kişiyi dışa dönük yaşamaya zorlayan zırh ise, kadının binlerce yıllık boyun eğişinde, toplumun kadını hep düşünsel etkinlikten uzaklaştırıcı zırhlar giymeye zorlamasının da büyük bir payı var demektir. Moda kadını köleleştirdiyse bunun tek nedeni, modanın kadını çekici olmaya, hafif, alımlı, tahrik edici bir tutum takınmaya zorlaması, böylece onu bir cinsel nesneye dönüştürmesi değildi; kadının köleleştirilmesindeki temel neden, kadına salık verilen elbiselerin onu psikolojik olarak dışa dönük yaşamaya zorlamasıydı…”

Günümüz modacılarının tasarladığı giysilerin içinde kaç kişi kendini unutma, özgür düşünme imkânına sahip? Daracık kot pantolonla nefes almaya çalışan, makyajı akmasın diye gözyaşlarını erteleyen, topuklu ayakkabı giydiği için her an dengesini kaybetme korkusu yaşayan, saçı veya eşarbı bozulmasın diye rüzgârı yüzünde hissetmeye korkan kadınlar ne kadar özgür yaşıyormuş! Eco “blue jean”in hareket etme kabiliyetini yok ettiğini dolayısıyla insanın özgür düşünmesini engellediğini vurgularken birçok firma bu giysiyi, “özgürlüğün ve gençliğin” sembolü diyerek bir asırdır pazarlıyor.

 

… E-kitap okumak için…

 

yitikSoyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Kürtlerin Tarihi Üzerine

kapak_kurt-tarihi-uzerineCumhuriyetin ilânından bu yana Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik

Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.

Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.

Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!

kapak_Tiryandafilya“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın  raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”

Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.

 

kitap tanitan kitap 5Kitap tanıtan kitap 5

İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 2 Trackback(s)

  2. Kas 8, 2013: Güzellik / Cazibe / Attraction / Sex Appeal
  3. Eyl 11, 2017: Estetizasyon / Ayartma / aestheticisation / esthétisation | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin