Modayı Takip Ediyorum, O Halde Varım
By Fatma Gökhan on Eki 20, 2013 in Ekonomi, Kapitalizm, Moda, Toplum
Fransız şair Paul Valery “Moda göze çarpmak isteyen kişilerin, göze çarpmak istemeyen kişiler tarafından taklit edilmesidir” der. Göze çarpmak isteyenler genellikle toplumun refah seviyesi yüksek, aristokrat kesimini oluştururken, göze çarpmayanlar orta sınıfı, burjuvayı oluşturur. Bir de gözden ırak olanlar vardır. Onlar genellikle karın doyurma evresinde oldukları için diğer iki sınıfı izlemekle yetinirler.
Sanayileşmenin henüz yaşanmadığı tarihte, giyim kuşam ayrıcalığına sadece soylular sahipti. Haçlı seferleri Hıristiyan Avrupalıların ipekli kumaşla, mücevherle tanışmasına imkan sağlayınca, soylular arasında israf ve gösteriş din adamlarının tüm ikazlarına rağmen hızlı bir şekilde yayıldı.
“14. Yüzyıl’da Haçlı Seferleri’nin ardından Doğu’dan Avrupa’ya yayılan zengin kumaş ve mücevherler, kilisenin şiddetli bir sofulukla karşı koymasına rağmen giderek soylular arasında ve soylular ile yeni ortaya çıkan şehir burjuvazisi arasında, haset duygusuna dayalı bir statü rekabetinin simgesel araçları haline gelmişti. Zamanın modayı izleyen insanları, özellikle de bir törene katılmaları gerektiğinde, neredeyse kelimenin gerçek anlamında SERVETLERİNİ SIRTLARINA GİYİP gelirlerdi. 14. Yüzyıl’da kıyafet artık gerçek ya da yapmacık statü iddiasıyla öylesine yakından ilişkili hale gelmişti ki, bütün Avrupa’da kişisel harcamaları düzenleyen tutumluluk yasaları çıkartılarak avamın, aristokrasiye özgü kumaşları ve modelleri kullanması yasaklanmıştı.” (Hollander,1980-Fred Davis’in Moda ve Kültür Kitabından)
Göze çarpmayan ve hayatlarını aristokratları taklide adayan burjuva en azından akşam yemeği davetlerinde farklı görünebilmek için “Haute couture” (yüksek moda) akımını Fransa’da başlattı. Artık burjuva sınıfı da en az aristokratlar kadar ayrıcalıklı giyinebiliyordu. Her burjuva ailesine, özel tasarımlar yapan terzi mevcuttu. Tek amaç giyim kuşamda farklı olabilmekti. Modanın temeli “farklı olmak” üzerine bina edildi diyebiliriz. Burjuvanın bu takıntılı farklı olma arzusundan nefret eden Kötülük Çiçekleri yazarı Baudelaire hayatının son dönemlerinde hep siyah giyinmeyi tercih etmişti. Hatta ayrıcalıklı olma takıntısıyla yaşayan bu grubun, pahalı giysilerine o derece titizlenmesi yüzünden Baudelaire’in, yemek masasında tepki olsun diye bardağı, tabağı devirip üstünü kirletmeye çalıştığı anlatılır.
Baudelaire ne kadar insanların koyunluğuna tepkiliyse, koyunlara önder olmak isteyen isimler de aynı yıllarda Avrupa’da mevcuttu. İngiltere kralına giysi tasarlamış Bea Brummel aklını giyimle bozmuş bir modacıydı. Baudelaire o tarihte siyahlar giyerken Brummel eldiveninin parmaklarını beş ayrı terziye ısmarlayarak İngiltere’de moda ikonu olmayı başarmıştı. Günde beş giysi değiştirdiği söylenen Brummel modaya “Dandy- züppe, aptal” kavramını kazandıran talihsizdir. Brummel’in sorumsuzca tüketme arzusu onu fakirlik ve bunalımla biten bir sona götürdü. Farklı ve pahalı giyinmek, Brummel’e aradığı mutluluğu hiçbir zaman getirmedi.
Farklı olmak isteyenlerle, farklı olanlara benzemeye çalışanlar arasındaki gizli rekabetten en karlı çıkanlar ise modacılar oldu. Kesenin ağzını her mevsim açan moda takipçileriyken, küçük keselerden çıkanları çuvala dolduranlar modayı var eden kurnazlardı. Modanın karını çuvalla götürenler, takipçileri arasındaki kovalamacayı haset duygusu ile canlı tuttular. Birileri hep diğerini kıskanır ve ayrıcalıklı olma arzusundadır. 100 liralık monta 5 bin lira verince farklı ve mutlu olacağını zanneden insanlar ile onlar gibi olmaya çalışanlar arasındaki haset hiç bitmedi. Farklı olduğunu haset duygularıyla ilk dile getiren ise şeytandı. İblis “Ben ondan (ademoğlundan) daha hayırlıyım. Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın” dedi (Sad Suresi 76. Ayet). Ben farklıyım, ben daha üstünüm diyen şeytan, modacıların esin kaynağı olmasın sakın!
Avrupa’da doğup tüm dünyada bilinir hale gelen modadaki değişim günümüzdeki kadar hızlı değildi. Modellerin, renklerin, kumaşların değişmesi bazen onlarca yıl sürebiliyordu. Sanayileşme ve beraberinde getirdiği üretim hızı giyim sektöründe de yaşandı. Artık her sınıftan insan her türlü giysiye rahatlıkla ulaşabiliyordu. Yine de herkes gibi giyinmek istemeyen Avrupalı zenginler 2. Dünya savaşına kadar bu isteklerini yerine getirebildi. 2. Dünya savaşı ile yaşanan Yahudi katliamı mutlu azınlığın farklı olma isteğini rafa kaldırmasına sebep oldu. Çünkü o dönemde bu ayrıcalıklı gruba giysi diken terzilerin neredeyse tamamı Yahudi’ydi. Farklılığı giysilere, kumaşlara işleyen Yahudi terziler, din ve ırk farklılığını Avrupalı zalimlere açıklayamamıştı.
Önceleri daha çok giyim sektörü üzerinden tanımlanan moda, sanayileşme ile beraber yelpazesini daha da genişletti ve mobilya, aksesuar, ev tekstili v.s alanlarını da etkilemeye başladı. Yeni kurulan hayatta eşler birbirlerine sevgi vermek yerine moda olanı vermeyi tercih ediyordu. Mağaza vitrinlerine yeni girmiş bir manto, eşinin evde geçireceği birkaç saatten daha değerliydi bir kadın için. Erkekler yeni piyasaya çıkanı alabildiği kadar kıymetliydi. Kadınlar ise modanın çizdiği güzellik kalıbına girebildiği kadar…
… E-kitap okumak için…
Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır
Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?
Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” için. Buradan indirebilirsiniz.
Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.
Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.
Cumhuriyetin ilânından bu yana Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.
Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?
4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.
Dünyada da tuhaf şeyler oldu:
- Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
- Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.
“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:
- Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
- Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri çekmeye mi çalışıyor?
- Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?
Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.
Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.
Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik
Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.
Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.
Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!
“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”
Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.
İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.