Bilime ve Akıla Tapmanın Zararları
By Katrin Baskiotis on Kas 15, 2013 in Akıl, bilimcilik, Pozitivizm
“… Determinist yasalarla doğa bilimlerinde ve mühendislikte elde edilen başarılardan etkilenenler, bunu sosyolojik analize ve toplum mühendisliğine de taşımaya kalkıştı. Newton’un etkilerini AugusteComte’ta da Marx’ta da görüyoruz. Comte, fiziğin olduğu gibi, tarihin de yasaları olduğunu düşünüyordu. Bu yasalara göre toplum önce teolojik evreyi yaşıyordu, daha sonra metafizik evreye geçiyor ve nihayet pozitivist evrede sona geliniyordu. Nasıl ki fizikte bir cismi atarken hız ve konum gibi parametreleri bildiğimizde eğik atışın nasıl olacağını hesap edebiliyorsak, toplumların da geleceğini çok rahat tahmin edebileceğimizi düşünüyordu Comte. Bu yüzdendir ki daha sonra sosyoloji denilen bilim dalına önce ‘sosyal fizik’ adını takmıştı […]
Marx da kendisini tarihin Newton’u olarak görüyor, tarihin içindeki yasaları keşfeden kişi olduğunu düşünüyordu. Ona göre, bir dönemde toplumda feodal bir düzen varsa kaçınılmaz olarak yerini kapitalizme bırakacaktı, kapitalizm sosyalizme, o da komünist bir yapıya evrilecekti. Bunlar aslında fizikteki “iki bilardo topu belirli hızla ve açıyla aynı şartlarda çarpışınca kaçınılmaz olarak aynı şekilde ayrılırlar” gibi determinist fiziki yaklaşımların, tarih ve sosyoloji alanlarına taşınması çabasından başka bir şey değildi. Comte da, Marx da determinist fiziğe benzer anlayışları sosyoloji ve tarih alanlarına taşımaya kalktı. Karl Popper’ın “tarihsicilik” (historicism) dediği bu görüşlerin önemli mantıksal açmazlarının olmasının yanı sıra, tarihsel süreç de bu görüşleri savunanların kehanetlerini yanlış çıkarıp, tutarsızlıklarını ve hatalarını göstermiştir […]
Gayet tabii, Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde yönetimde etkili olan birçok ‘aydınlanmış birey’ bu yasaları bilmenin sağladığı özgüvenle topluma şekil verme vazifesini kendinde gördü. Böylece halk ‘ileri’ aşamalara taşınırken ‘gericilikten’ de kurtarılmış oluyordu. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın birçok yerinde pozitivizmle, Marksizmle ve modernite teorileriyle Popper’ın ‘tarihsici’ dediği yaklaşımlar despot yönetimlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Halk yolunu bilmediği için gerekirse sopayla onu yola sokmak, sopayla onu tarihin ‘ileri’ aşamalarına taşımak, ‘halk için halka rağmen’ politikalarını tarihin akışını bilen ‘aydın’ olarak ‘cahil’ halka uygulamak, hep bu yanlış felsefi görüşlerle ilişkilidir. Bunu uygulayanların çoğu felsefi derinliğe sahip olmayan kişilerdi. Onlar belli felsefi görüşlerin değil, evrensel mutlak hakikatlerin aydınlatıcılığında hareket ettiklerini sanıyorlardı. Sopayı halka indirip, onları kendi kabul ettikleri değerlere taşırken bu “aydınlar” halkı “aydınlığa” taşıdıkları kanaatindeydiler. Kendilerinin “halkçı” olduklarından muhtemelen hiç şüphe duymuyorlardı …”
Caner Taslaman