RSS Feed for This Post

Diyarbakır: Güz Vakti Nevruz Havası

Takip edenler bilir, iki yıldır her Nevruz’dan sonra buradan Diyarbakır’daki izlenimlerimizi dilimiz döndüğünce paylaşmaya çalışıyoruz. Ancak bu sefer Nevruz olmadan yaşanan bahar havasından bahsetme sırası geldi….

Malumunuz Başbakan Diyarbakır’a geldi ve gelişiyle birlikte birçok tarihi olaya da tanıklık ettik. 37 yıl sonra Şivan Perwer’in gelişi, on yıllar sonra Diyarbakır Belediyesi’ni bir Başbakan’ın ziyareti, Barzani’nin gelişi ve halka hitap etmesi tarih sayfalarında yer edinen gelişmeler…

Peki bu tarihi an Diyarbakır için bir anlam ifade ediyor mu? Çok şey ifade ediyor… Her şeyi bir yana bırakın önceki Nevruz’larda yaşandığı gibi herkesin gözünde bir umut ışığı var…

Şimdi bu “tarihi ziyaret”in yansımalarına değinelim.

Bu ziyaret, her şeyden önce artık “sona erdi” denilen ve herkesin neredeyse gün gün çatışma çıkmasını beklediği bir dönemde halk için çözüm sürecinin daha bitmediğini gösteren bir can suyu anlamına geliyor… Aslında böyle bir ziyaretin de ortaya koyması gereken en önemli netice bu olsa gerek.

BDP açısından bakınca ise, süreç içerisinde ilk defa devletin hamlelerine karşı bir politika belirlenemediğini gördük. Şimdiye kadar süreçte Öcalan faktörünün etkisiyle -kabul edin ya da etmeyin- örgütün ve BDP’nin etken ve belirleyici taraf olduğunu müşahede etmiştik. Ancak hükümetin Barzani hamlesine karşın BDP ne sesini yükseltebildi, ne de destek verebildi… Çünkü örgüt biliyor ki PKK’nın amacına ulaşmak için atması gereken ilk adım diğer Kürt yapılanmalarını yanına çekebilmek. Bunu Öcalan yıllardır dile getiriyor. Hatta Önceki Nevruz’da bahsettiği Ulusal Konferans çalışmalarını nihayete erdirmek amacıyla Erbil’deki Ulusal Konferansı yapmak için büyük uğraş veriyor. Ancak Barzani şu an için bu konferansın önündeki en büyük engel. Çünkü delege yapılanmasında ağırlığını kaybetmek istemiyor ve hatta Türkiye’nin bile konferansa katılabileceğini ifade ediyor. Bu anlaşmazlıklar nedeniyle de bu konferans belirsiz bir tarihe ertelendi.

Aynı zamanda PYD konusunda gelmeden önce yaptığı açıklamalar PKK ve BDP ile arasının daha da açılmasına neden oldu. BDP ise istikbaldeki bir konferansın ve aynı zamanda Barzani’nin bölgedeki siyasi ağırlığını göz önüne alarak, Barzani ile gemileri tamamen kaybetmek istemiyor. Biliyor ki bu topraklarda siyasi hava çok değişken… Kısa zaman dilimi içerisinde çok büyük değişimler olabilir. Bu iddia için, Başbakan’ın bir kaç yıl önce “kabile reisi” dediği Barzani ile şimdi Diyarbakır’da halkı birlikte selamlamasından daha güzel örnek olabilir mi?..

Ve tabi burada hükümet tarafından atılan başarılı hamleyi de göz ardı etmemek gerek. Bir önceki yazımızda bahsettiğimiz bu kadar kaotik ilişkilerin olduğu bir ortamda Barzani kartının bu şekilde oynanması önemli ve cesur bir adım.

Bu ziyaret bize diğer taraftan Kürt siyasal hareketi içerisindeki ayrılıkların boyutlarını da ortaya koydu. Kürt siyaseti deyince karşımızda sadece bir terör örgütünün siyasi kanadı olmadığını, farklı cephelerin de olduğunu hatırlattı. Gösterdi demiyoruz, çünkü zaten vardılar. Barzani’nin gelişi ile birlikte Diyarbakır’da dikkat çekici sayıda Barzani’yi destekleyen diğer Kürt grupları vardı. Ki Barzan aşiretinin Diyarbakır’dan ziyade Hakkari ve Şırnak  çevresinde daha etkin olduğunu göz önüne alırsak bu görüntü daha da önem kazanır.

Ama asıl ayrılığın BDP içerisinde olduğunu gösterdi diyebiliriz bu ziyaretin. Tabloya bir bakın: Başbakan’ı belediyede karşılayanlar Öcalan’dan zılgıt yiyen ve tekrar aday olmayacağı netleşen Baydemir, son zamanlarda siyasi hayatı ile ilgili belirsizlikler yaşayan Sakık, HDP konusunda Öcalan ile ters düşen Altan Tan ve ılımlı kanat olarak tanımlanan Ahmet Türk. Diğer taraftan ziyaretin başından sonuna kadar samimi bir tablo vermekten çekinmeyen Leyla Zana… Sizce de tüm bunlar tevafuk olabilir mi? Ki aynı saatlerde BDP Diyarbakır İl Binası önünde protesto gösterileri olduğunu da hatırlatalım…

Aslında tüm bunlar Kürt siyasetinde çok sesliliğin ufak çaplı emareleri… Yani olması gereken bir tablo… Bu sayede çözüm sürecinin Öcalan ve örgüt endeksli yürümesinin önüne geçilebilir belki. Buna fazlasıyla ihtiyaç var. Çünkü her ne kadar bu ziyaret ile birlikte bir bahar havası yaşasak da perdenin arkasında farklı bir tablo olduğunu da görmezden gelmeyelim. Ateşkes ve çözüm süreci denmesine rağmen, başta Diyarbakır olmak üzere, tüm bölgede korsan eylemler devam ediyor. Her akşam, belki de eskisinden daha da fazla, bombalar ve molotof kokteylleri atılıyor. En basit örnek, Başbakan’ın Diyarbakır’da olduğu gece bir polis aracına silahlı saldırı düzenlendi.

Bu yaşananlar örgütün içinde kırılmalar olduğu gibi, çözüm sürecini kabullenen bir örgüt olmadığını da bize gösteriyor. Ki zaten terör örgütü de şu an itibariyle devam eden bir süreç olmadığını ayan beyan ifade ediyor. Çünkü baştan şu önemli gerçeği görmemiz gerek: Terör örgütü hiçbir şekilde bu sürecin başarıya ulaşmasını istemiyor… Diyarbakır’da ve bölgede yaşananlar da bize bunu kanıtlamakta.

Neden böyle olduğunu da şu şekilde açıklayabiliriz:

Şimdiye kadar demokratik açılım paketinin ortaya koyduğu yeniliklerin terör örgütü açısında bir değer ifade etmediğini müşahede ettik. Tüm bu gelişmeler örgütün jargonuyla “stratejik” değil “taktiksel” hamleler. Bunun farklı nedenleri var tabi. Ama en önemlisi mevcut değişimin örgütün taleplerinden ziyade toplumun taleplerine odaklanması. Bu taleplerin toplumda karşılık bulması durumunda örgütün istismar kanalları kapanmış olacak. Bu yüzden örgütsel yapı için bir anlam ifade etmeyen tüm açılımların hiçbir anlamı yok.

Örgüt için önemli olan “açılımlar” stratejik noktalarda meydana gelecek bazı gelişmeler. Nedir bunlar? KCK’lıların serbest bırakılması mesela… Terör örgütü birkaç yıl öncesine kadar yapılan operasyonlarla kalifiye kadrolarının neredeyse hepsini kaybetti ve KCK kadrolarını niteliksiz insanlarla doldurmak ve bu şekilde varlığını sürdürmek zorunda kaldı. Son dönemlerdeki “serhildan” hamlelerinin de boşa çıkmasında bu önemli bir etkendi. Bu nedenle, en basitinden, terör örgütü için KCK kadrolarının serbest bırakılması, Kürtçe eğitimin serbest bırakılmasından daha önemli bir “açılım”. Bu yüzden sürekli olarak hükümet tarafından ne yapılırsa yapılsın örgütsel açıdan bir anlamı olmayan tüm “açılımları” kabullenemeyecekler… Ve sürekli olarak gerçekleşmesi zor/imkânsız taleplere gerginliği hep aynı kıvamda tutmaya çalışacaklar.

Bir diğeri mesela, Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması. Devlet tarafından (en azından kısa ve orta vadede) serbest bırakılması mümkün görünmeyen Öcalan için serbest bırakılma şartının öne sürülmesi Kürt toplumundan ziyade terör örgütü için bir anlam ifade ediyor. Ki daha önceki yazılarımızda Kürt toplumunun öncelikleri ve değer atfettikleri arasında Öcalan’ın (var olsa bile) ilk sıralarda yer almadığını dile getirmiştik. Ancak terör örgütünün hareket kabiliyeti Öcalan’ın serbest bırakılmasında -olmadı şartlarının değişmesinde- kilitleniyor. Şöyle ki, karşımızdaki PKK çatısı altında yer alan şehir kadroları, kırsal kadroları, gençlik ve siyasal kadrolarını birbirine bağlayan temel faktör Öcalan retoriği. Terör örgütü içerisinde her hamlenin, atılacak her adımın referansı Öcalan’a dayandırılmakta. Farklı konuşan ve hareket eden birisi (Baydemir gibi) “önderlik”e karşı gelmekle suçlanmakta. Bu nedenle örgüt de bilir ki, Öcalan’ın hareket alanının kısıtlı olması örgütün hareket alanının kısıtlı olması anlamına gelir. Daha öncesinde Öcalan ile görüşmelerin sürdürülemediği bir dönemde terör örgütü kendisine bir Öcalan tarafından bir yol haritası verilememesinin sıkıntısını yaşamıştı. Bu nedenle devlet tarafından ortaya konan açılımların toplumda yansımasının olmaması ve örgütsel tabanın gevşememesi için bugün de, yarın da Öcalan’a ihtiyaç duymakta. İşte “Kürtlerin bu kadar sorunu olmasına rağmen neden örgüt Öcalan’ı dayatıyor?” sorusunun cevabı burada yatmakta. İşin özeti, terör örgütü Kürtlerin özgürlüğünden ziyade kendi varlığını idame ettirebilecek talepleri dayatıyor.

Tekrar Diyarbakır’a dönersek, Başbakan’ın en dikkat çekici çıkışı “dağdakiler inecek” cezaevleri boşalacak açıklaması oldu. Tabi ki, bu noktada herkesin aklına “Genel af geliyor mu?” sorusu geliyor. Her ne kadar adı genel af olmasa da benzer çalışmaların tartışıldığı da malumunuz. Özellikle Öcalan ile son dönemde yapılan görüşmelerin kilit mevzularından birisinin de bu olduğu ve Başbakan’ın açıklamasının bu meyanda geliştiği de söylenebilir.

Genel af aslında duygusal yönü daha fazla ağır basan bir mevzu. Çünkü Diyarbakır’da öyle ya da böyle bir yakını, siyasi olsun, adi suç olsun, cezaevinde yatan birisi var. Bu hem terör sorununun hem de bölgedeki adi suç oranının ortaya koyduğu bir vakıa. bu nedenle terör örgütüne sempati duysun ya da duymasın çoğu insan kendi zaviyesinden mevzuya bakıyor. Belki Türkiye’nin batısı için farklı görünse de bu gerçeği göz ardı etmemek gerek. Ki dünyadaki farklı çatışma örnekleri eninde sonunda bu konuyla yüzleşmiş durumdalar…

Son olarak, siyasetin elifbasında olanlar bile bilir ki bu gelişmelerin öyle ya da böyle bir şekilde seçime yatırımı yönü de var… Kimse de aksini inkâr etmesin, çünkü bu sadece samimiyetin olmadığının göstergesi olur.

Sonuç olarak, ne başta söylediğimiz üzere tüm yaşananlar gerçekten bahardan kalma günlerdi… Ve başta da dediğimiz gibi her şeye rağmen halkın barış için umutlarını geleceğe taşıması için bile bu ziyaret tarihi bir anlam taşıyor.

Ancak şunu da unutmamak gerek hastalık için en tehlikeli zamanlar da bahar aylarıdır. Halk bahar ile ümitlenebilir, fakat devlet bahar havasına kapılıp gerçekleri görmezden gelir ise hasta olması kaçınılmaz…
… Bu konuda okumak için …

Kürtlerin Tarihi Üzerine

kapak_kurt-tarihi-uzerineCumhuriyetin ilânından bu yana Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.

 

Asimilasyon ile Şiddet Kıskacında Ulusalcı Kürtler (Kitap + Tartışma)

Etnik kökenimiz benliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan bir baskı, bu renk “yüzünden” çekilen büyük bir acı sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişleIZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilen insanlar giderek insanlıklarını perdeliyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açıyorlar. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor. Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz.

 

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle.Buradan indirin. 

 

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

 

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisinihukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm”demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin