RSS Feed for This Post

Şeyh-i Ekber İbn Arabi Düşüncesine Giriş / Mahmud Erol Kılıç

Hiç kuşku yok ki başta tasavvuf olmak üzere felsefe, metafizik, kelâm vb. ile ilgilenen kimselerin kayıtsız kalamadığı/kalamayacağı bir isim İbn Arabi. Kimileri ilim ve irfânından istifade için peşine düşmüştür onun. Kimileri ise felsefî/hikemî bir merak saikiyle onu okumak ve anlamak ister. Kimileri de onun müslümanların nazarındaki hayâtiyetini sona erdirmek gayesiyle kollarını sıvamıştır. ‘Kolları sıvamak’ deyimine, burada, fazla bir anlam yüklememeli! Maksadım, çetin bir iş ve mücadele için ‘kolları sıvamak’ değil kesinlikle! Öylesine, gelişigüzel bir niyetle, hakkında hiçbir bilgi ve deneyim olunmayan bir işe soyunmuşçasına bir ‘kolları sıvamak’tır muradım. İkincil, üçüncül ve hattâ dördüncül ‘kaynak’lardan hareketle, birincil kaynak hakkında –tekfir gibi- kocaman kocaman hükümler vermek gibi bir kolaycılık karşımızdaki! ‘Kolaycılık’ mı dedim yalnızca? Yo, hayır; bu kelime merâmımı anlatmaya kifayet etmiyor. Kolaycılıktan öte şeyler var sanki bu tavırda: İbn Arabi’nin bizzat kendisine ve onu takip eden yüzlerce muhakkık zevâta büyük bir ‘haksızlık’ da var.  Ve onların tüm anlama ve bilme yetilerine yapılmış bir ‘saygısızlık’… Bu sebepten, ‘kibr’in başını çektiği bir ‘çiğlik’ de mevcut bu kimselerde ne yazık ki! Tüm ömrü hayatlarını hakikate adamış o insanlar, kâfir; hakikat yolunda biricik adım dahi atma zahmetine girmemiş bu kimseler ise, İslâm’ın koruyucuları! Yıkıcılık ve kıyıcılıkları aşikâr olan bu kimselerin o güzide topluluk hakkındaki tezvirâtı –sizi bilmem ama- benim biraz canımı sıkıyor doğrusu.

Aslında, hakikat yolunda atılmış hiçbir adımı küçümsememeli. İnsaf bunu gerektirir, değil mi? Kendini hak ve hakikate adamış hiçbir kimseyi kestirip atmamalı. Hakkâniyet öyle gerektirir, değil mi? Hani o yolun yolcusunun hiçbir hatırı yok, o yolun da mı bir hatırı yok bu kimseler için? Hakikatin varlığına inananlardan bu ‘edeb’i bekleriz biz. Ne var ki bu kimselere göre hakikat apaçıktır. Hiç gizlisi-saklısı yoktur onun. Böyle olunca ona ulaşma çabası ve cehdi de fuzuliyâttandır. Hattâ gereksizlikten öte bir sapmadır ve/veya küfre düşmedir. Sanki Hak Teâlâ’nın sadece “ez-Zâhir” ismine iman etmiş, “el-Bâtın” ismine iman etmemiş gibidir bu kimseler.

Biz İslam’ı bir din olarak kabul etmiş ve benimsemiş kimseler olarak ‘gayb’a iman ederiz. Müslümanlar gayba iman noktasında birdir, aralarında hiçbir ihtilaf yoktur. Hadd-i zâtında gayba inanmayana ne mü’min denebilir ne de müslüman. Ancak gayba dair bize bildirilen haberlere ‘yaklaşım’da birbirimizden ayrılmaya başlarız. Kimimiz yalnızca iman etmekle mükellef olduğumuzu söyler. Kimimiz ise imanın bu derecesiyle (icmâlî iman) tatmin olmayıp gaybî bilgilerin mahiyet ve keyfiyetini araştırma yolunu tutar. Benim tavsiye edeceğim ve tanıtacağım kitap, kendini ikinci grupta hisseden okuyuculara olacak.

Eğer hakikati elimizin altında bir metâ olarak görmüyorsak ve hayat ufkumuzu hakikat kaplamışsa, mutlaka hakikat erlerine başvurmamız gerekiyor. Ancak o kimselere (eserlerine) doğrudan ulaşmak zor görünüyor. Hakikati onlardan doğrudan talim edebilmek için, öncelikle, onlarla belli bir ‘tanışıklığı’ bulunan kimselere müracaat etmeliyiz. Bu kimseler, bizi –biraz da bizim gayretimizle- muhtemelen ulaştıracaktır o erlere. Ben öyle yapıyor ve sonuca bu şekilde ulaşacağımı umuyorum şahsen.

Türkçemizde İbn Arabi üzerine yapılan çalışmalar hızını kaybetmeden devam ediyor. Çeviri ve araştırma odaklı bu çalışmalar, İbn Arabi’yi anlayabilmek için bize büyük bir imkân sağlıyor. Ancak –bana göre- İbn Arabi’yi daha doğru ve kolay anlayabilmek için çevirilere değil de, hakkında yapılmış araştırmalara öncelik verilmelidir. Ancak bu araştırma türü çalışmalar, çevirileri okurken de okuduktan sonra da değersizleşmez, bize bir şeyler söylemeye devam ederler.

Bu maksuda matuf olarak tanıtacağım çalışma, Mahmud Erol Kılıç’a ait. 1995 yılında tamamlanmış bir doktora tezi. Tezin konusu, “Muyiddin İbnü’l-Arabi’de Varlık ve Mertebeleri”. Çalışmanın, “Şeyh-i Ekber İbn Arabi Düşüncesine Giriş” başlığıyla, ilk baskısı ancak 2009 yılında yapılabilmiş. Bu ‘gecikme’de esas saik, ortaya koyduğu tespit ve çıkarımlarının yanlışlanma ihtimali dolayısıyla müellifinin titizliği. Ki yazar, kitabının önsözünde eserinin yayınlanması hususunda kendisini ‘cesaretlendiren’ şeyi şöyle ifade ediyor: “Mamafih bu eserin yayınlanması konusunda bizi cesaretlendiren şey belki de bütün bu gelişmelerin [İbn Arabi’ye dair çalışmaların] tezin ana fikrini değiştirecek yeni bir görüş getirmemesiydi.” (Heveskârlık yerine titizlik bence herkesin edinmesi gereken bir meziyet. Ama öncelikle her araştırmacı ve yazarın…)

Kitabın ilk bölümü İbn Arabi’nin hayatı ve eserlerine ayrılmış. Hayatı ve eserleri hakkında okuyucuyu tatmin edebilecek açıklamalar da getirilmiş kanaatimce. Bol dipnotlu olan bu eser, esas olarak, İbn Arabi’nin vücûd (varlık) görüşüne tahsis edilmiş ki ikinci, üçüncü ve dördüncü bölümler bu konuyu değişik açılardan ele almış. Zaten bilindiği üzere İbn Arabi düşüncesinin temelini de onun varlık görüşü teşkil eder. Çalışmanın yayınlanırken “ Şeyh-i Ekber İbn Arabi Düşüncesine Giriş” olarak değiştirilmesi de muhtemelen çalışmanın varlık düşüncesine hasredilmiş olmasındandır.

İkinci bölümde, “Muhammedî Olmayan Kaynaklarda Vücûd ve Mertebeleri Konusundaki Görüşlere Toplu Bir Bakış” ve “Muhammedî Mütefekkirlerin Bu Konudaki Görüşleri” başlıkları altında, İbn Arabi’ye kadar, “varlık” hakkındaki nazariyeler özetlenmiş. Bu, İbn Arabi’nin varlık görüşünün ne kadar “orijinal” ve ne kadar “eklektik” ya da tümden “orijinal” mi yoksa “eklektik” mi olduğu konusunda okuyucuya bir fikir verebilir.

Üçüncü bölümde vücûd görüşünün dayandığı kaynaklar olarak, âyetler ve hadislerden misaller verilmiş. İbn Arabi’nin “vücûd’un mertebeleri” görüşü de geniş bir şekilde izah edilmiş. Dördüncü bölümde ise İbn Arabi’nin vücûd görüşünün hususî ve umumî tesirleri ele alınmış.

Ben kitaptan olarak vücûd’un mertebelerinden biraz bahsetmek istiyorum size. Çünkü İbn Arabi metafiziği ve tasavvufunun özü/özeti budur.

İbn Arabi Hakk’ın tecellisinin iki şekilde kendini gösterdiğini düşünür: Bunlardan biri ilm olarak (epistemolojik), diğeri ise vücûd olarak (ontolojik). Bu bakımdan vücûd bir yönüyle sübjektif bir tecrübe, diğer yönüyle de objektif bir tezahürdür. Vücûd, sübjektif bir tecrübe olarak bakıldığında “bulmak”, objektif bir tezahür olarak bakıldığında ise “olmak” anlamlarına gelir. Kısacası İbn Arabi’de vücûd “bulmak” ve “olmak” şeklinde iki anlama gelir.

İbn Arabi ve takipçilerine göre vücûd, her iki anlamıyla beraber bir bütündür. İnsanî tecrübe olarak bakıldığında anlaşılan yani “bulmak” anlamına gelen vücûd, dairenin bir yarısını; ilâhî tezahür olarak bakıldığında anlaşılan yani “olmak” anlamına gelen vücûd ise, dairenin diğer yarısını oluşturur. İki yarım daire birden “dâiretü’l-vücûd”u (vücûd/varlık çemberi) meydana getirir.

“Lâ taayyün mertebesi” yani vücûd’un hiçbir şekilde taayyün/belirme kabul etmediği mertebe başlangıç noktası mesabesindedir. Vücûd’un bu mertebesini bu şekilde betimlemek bile onu anlatmaktan uzaktır. O’nun ‘biricikliğini’ bu şekilde tenzih etmek dahi O’nu gerçek anlamda tenzih etmekte yetersizdir. İşte hiçbir taayyünün bulunmadığı ve hatta düşünülmesinin bile ‘yasak’ olduğu bu noktadan itibaren çıkan yarım daire, “kavs-i nüzûl” (iniş yayı) adını alır. Kavs-i nüzûl, lâ taayyün mertebesinin tam karşı kutbunda bulunan “insan-ı kâmil mertebesi”ne kadar beş mertebeden teşekkül eder. Bu mertebeler sırasıyla şunlardır: Taayyün-i evvel (ilk belirme), taayyün-i sânî (ikinci belirme), mertebe-i ervâh (ruhlar mertebesi), mertebe-i misâl (misâl mertebesi) ve mertebe-i ecsâm (cisimler mertebesi). Kuvve olarak kemâl sahibi olan “insan mertebesi”nden itibaren başlangıç noktası olan lâ taayyün mertebesine doğru giden yarım daire ise “kavs-i urûc” (yükseliş yayı) olarak adlandırılır.  Bu yarım daire ise şu mertebelerden teşekkül eder: Nefs-i emmâre, nefs-i levvâme, nefs-i mülhime, nefs-i mutmainne, nefs-i râdiyye, nefs-i mardiyye ve nefs-i kâmile. Vücûd’un, lâ taayyün mertebesinde başlayan yolculuğu, böylelikle yine lâ taayyün mertebesinde son bulmuş olur. İnsanoğlunun beşer olarak âleme gelişi kavs-i nüzûl yoluyla, beşerin ruhen/ahlâken/irfânen yükselmesi suretiyle insan-ı kâmil olması da kavs-i urûc yoluyla gerçekleşiyor.

Tekrar ifade etmek gerekirse “kavs-i nüzûl” ontolojiktir, kavs-i urûc ise epistemolojiktir. Kavs-i nüzûl, vahdetten kesrete doğru bir yolculuğu, kavs-i urûc ise kesretten vahdete doğru bir yolculuğu ifade eder. Şu hâlde sûfî Allah’tan geldiği bilinciyle saflaşmak suretiyle yine Allah’a dönmek ister.

Sûfînin kavs-i urûc, yani kesretten vahdete doğru yolculuğunun (seyr u sülûk) üç aşaması vardır: 1. Seyr ilallah, yani O’na doğru seyr. Bu seyir, nefis mertebesinden hakikî vücûd’a doğru olan manevi bir yolculuktur. İlâhî isimlerin sâlik’e (yolcu) tecelli etmeye başlamasına işaret eder. 2. Seyr fillah, yani O’nda seyr. Manevi yolcunun ilâhî isimler ile tahakkuk ettikten sonra sıfatları ile sıfatlanıp, ahlakıyla ahlaklanmak suretiyle beşerî sıfatlardan fâni olmasıdır. Bu yolculuk sırasında yolcuya ledünnî ilimler (Allah katından) inkişâf eder. 3. Seyr maallah, yani O’nunla seyr. Bu yolculukta zıtlar ve kayıtlanmalar ortadan kalkar. Böylelikle yolcu gerek zâhiren ve gerekse bâtınen aynu’l-cem’ mertebesinde mahvolur. 4. Seyr anillah, yani O’ndan seyr. Bu yolculuk ilâhî seçime (ıstıfâ) dayalı olarak pek az müntehiye (yolculuğu tamamlayan) nasip olur. Mahv’dan sonra sahv’a rucû makamıdır. Fenâdan sonra bekâ ve cem’den sonra fark makamı da denir buna. Bu yolculuğun tamamlanmasıyla birlikte sûfî/ârif Hak’tan halka dönüp kesrette (çokluk) vahdeti (birlik) ve vahdette kesreti müşâhede eder.

Yazarın şu tespitiyle kitap tanıtımımızı noktalayalım: “İbn Arabi, her şeyin istese de istemese de hakikati itibariyle bu şekilde Hakk’a doğru yolculukta olduğunu söylemektedir. Çünkü her şey aslına rücu etmektedir.”[1]

 


[1] Mahmud Erol Kılıç, Şeyh-i Ekber İbn Arabî Düşüncesine Giriş, İstanbul: Sufi Kitap 2010, s. 233-238.

 

 

 

 

… Sanat üzerine e-kitap okumak için…

 

yitikSoyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.

 

İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

 

Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

İnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik!güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk.Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.

 

Şiirlerim, Öykülerim / Cemile Bayraktar

İnsan ya zevkten yazar ya dertten yazar. Ama insan bazen dertli olduğunu kendi bile bilmez, derdini ve zevkini kendi yazar ama farkında değildir, derdini de, şevkini de bazen kendi yazmamışçasına, yazdığından okur, insanın kendinde bilmediği yansımıştır yazıya, insan dertten yahut zevkten yazarken herkes kadar kendini okur. İnsan önce kendi için yazar. O vakit yazdığı aynası olur. Buradan indirebilirsiniz.

 

Söz yıkar şiir imar eder

İncitmeden söylemek istersin ama söz incitir bazen. Ağlatmak istersin bazen ama söz ağlatmaz. Bazen sesini sözle duyurmak istersin ama duyulmaz. Bazen birsindir, bin olmak istersin söz yetmez. Sözün söz; kelimenin kelime olarak kaldığı anlar bazen yetmez, bazen tam aksine düşer, öyle zamanların sihri sadece şiirdir… Tahran’dan, Washington’a; Beyrut’tan, Tokyo’ya; İstanbul’dan Şam’a; Paris’ten Kazablanka’ya; Filistin’den Keşmir’e kadar uzatabilir kollarımızı şiir, tel örgülere, mayınlı topraklara, kırmızı çizgilere mahkûm etmeden beşeri, uzanır uzanabildiğince…Buradan indirebilirsiniz.

İnsan’sız Sinema Olur mu?

Elinizdeki bu kitabı Sinema’nın programlanmış ölümüne karşı bir direniş olarak görebilirsiniz. İnsan’dan vaz geçmeye yeltenen, Güzel’i, Sanat’ı,İnsan’ı kâr-zarar tablolarına sıkıştırmaya çalışan endüstriye “Hayır!” demenin nazik bir yolu. Sinema bütün “teknik” karmaşıklığına rağmen insansız olmaz. Sinema insanlar tarafından yine insanlar için yapılan bir sanattır.

Derin Düşünce yazarları izledikleri 28 filmi anlattılar. İnsanca bir perspektiften, günlük hayatlarındaki, iç dünyalarındaki yansımalara yer vererek… İran’dan Arjantin’e, Fransa’dan Afganistan’a, Rusya’dan Türkiye’ye uzanan bir yolculukta, İnsan’dan İnsan’a… Umulur ki bu kitap Andrei Tarkovsky, Semih Kaplanoğlu, Mecid Mecidi, Nuri Bilge Ceylan ile buluşmanın farklı bir yolu olsun… Buradan indirebilirsiniz.

Öyküler (Suzan Nur Başarslan)

“…Benim öyküm bir rivayetten ibaret, bu yüzden benden miş’lerle bahsediyor diğerleri. Beni, yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılıyorlar. Sorsalardı bana, derdim ki, beni yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılayanlara, evinden ayrılmayan/ayrılamayan, öyküsünü değil, hayallerini anlatır elbet, ya da masalları. Oysa bilmek yaşamak değildir her zaman, yaşamanın bilmek anlamına gelmeyeceği gibi her daim. Gözlerimde; bir şeyler yaşamış olanların, yaşamadıklarını sandıklarına olan o kendini beğenmiş, o her şeyi bilen bakışına rastlayamazsınız bu yüzden…”

Son romanı Bela’dan da tanıdığınız DD yazarı Suzan Nur Başarslan’ın öykülerini derlediği bu kitabını ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz

Roman nedir? Nasıl Yazılır?

Roman nedir? Tarif dahi edilmesi zor bir kavram. Sanatçının İnsan’a bakışını, toplumla kurduğu ilişkiyi yansıtır sanat eserleri. Bu sebeple sanat her çağda yeniden icad edilir. Ünlü yazar Heinrich Mann’ın dediği gibi: “Bütün romanların ve hikâyelerin amacı kim olduğumuzu bilmektir, Edebiyatın önemli bir konuma sahip olmasının nedeni, sadece doğanın ve insanlar âleminin ayrıntılarını tek tek açıklaması değil, insanları hep yeni baştan keşfetmesidir.” Okuyacağınız bu eserleromanlarından da tanıdığınız değerli yazarımız Suzannur Başarslan Roman’ın derinliklerine giden bir seyahate davet ediyor sizi. Zaman’ın kullanımı, olay örgüsü, mekân, dil, üslup ve daha bir çok temel kavram edebiyatın dev isimlerinden örneklerle irdeleniyor. Buradan indirebilirsiniz.

Derin Göz

İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …Buradan indirebilirsiniz.

 

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

“…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

Baudolino (Umberto Eco) Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir. İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın

 

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin