Fethullah Gülen’e Açık Mektup
By Osman Timurtaş on Ara 23, 2013 in FETÖ ve Gülenistler, islamcilik
Hocam Merhaba,
Sizi Allah’ın selamıyla selamlamak isterdim ancak vermesi sünnet, alması farz olan bu selamı almayarak bir günah daha işlemenize vesile olmak istemedim; malum bu aralar günahınız çok!
Neyse Hocam…
Sağlık ve afiyette olmanızı ümit ediyorum. Lakin pek sağlıklı görünmüyorsunuz. O ağız dolusu beddua videonuzu izlerken irkildim, dehşete düştüm. Sağlıklı bir Müslüman’ın, hele hele sizin gibi Allah dostu olduğuna inandığım birinin asla ağza almayacağı beddualardı.
“Allah onların evlerine ateşler salsın, yuvalarını yıksın, birliklerini bozsun, duygularını sinelerinde bıraksın…” ile başladınız ve
“Allahım onları hezimete uğrat!
Onları sars! Birliklerini boz!
Onları paramparça et!
Onları birbirlerine musallat et!
Onlara karşı bize yardım et!
Onları birbirlerine kırdır!
Onlara karşı bize yardım et!
Güçlerini birbirlerine karşı kullandır!
Onlara karşı bize yardım et!
Ey merhametlilerin en merhametlisi!
Zatın hakkı için,
Sıfatların hakkı için, Esma-i Hüsna’n hakkı için,
İsmi Azam’ının hakkı ve hürmeti için,
Efendimiz Hazret-i Muhammed’in hakkı için,
katında şefaat yetkisi bulunanların hakkı ve hürmeti için, ey Ekram ve Celal Sahibi!”
ile bitirdiniz. Tabii beni de…
Bu videoyu izlerken tüylerim diken diken oldu. Dakikalarca kendime gelemedim. Gün boyu şoku üzerimden atamadım…
Dediğim gibi pek sağlıklı görünmüyordunuz. Hele o avuçlarınızı neredeyse gökyüzüne değdirecek kadar yukarı kaldırmanız; kininizi, nefretinizi, öfkenizi odadakilere de bulaştırmak için sarf ettiğiniz gayreti görünce hiç ama hiç iyi olmadığınıza kani oldum.
Siz iyi değildiniz onu anladım da odanızda bulunanlar da mı iyi değildi Hocam? Onlar neden size müdahale etmedi? “Hocam Allah için, Kur’an aşkına ne yapıyorsunuz!” diyemediler mi? Hadi onu da geçtim, hangi sağlıklı ruh, Müslüman alemini zehirleyeceğinden zerre şüphe bulunmayan o videoyu servis eder? Etrafınızda hiç mi düşünebilen kimseler yoktu?
Sevgili Hocam,
Hizmetle hiçbir zaman organik bir bağım olmadı. Faaliyetlerinizden doksanlı yılların sonlarına doğru haberdar oldum. Lise üçüncü sınıfta kolejinize ve dershanenize gittim. Fen lisesinde okuyan iyi bir öğrenci olduğum için eğitim kurumlarınızdan bir şey almadım, bilakis derece yaparak okul ve dershanenize katkıda bulundum, yıllarca benim üzerimden reklamınızın yapılmasını sağlamış oldum. Okul ve dershanede el üstünde tutulmama rağmen, ilkesizlik olarak değerlendirdiğim birçok nedenden dolayı arkadaşlarınızla tartıştım. “Bana ne canım” diyemedim, çünkü Hizmet faaliyetlerinin daha iyi yapılmasını arzu ettim. Üniversiteyi bitirdikten sonra yolum Avusturya’ya düştü. Oradaki arkadaşlarınızdan gelen bir teklif ile Zaman Gazetesi’nin kuruluşunda yer aldım ve yaklaşık iki yıl boyunca da çalıştım. Yine hep tartıştık. Aslında Gazete’de keyfim çok yerindeydi. Fakat ilkesiz davranış ve tutumlar, ki bunların birçoğu şahsımla ilgili değildi, itiraz nedenlerimdi. Ben Hizmet hareketini dünya Müslümanları için bir umut olarak görüyordum. Hizmetten habersiz dünyanın en ücra köşesindeki bir Müslüman’ın bile Hizmet üzerinde hakkı olduğunu, bu davaya kimsenin şahsi menfaatleri için ihanet edemeyeceğini savundum. Ediyorlardı maalesef, onun için iki yıl boyunca tartıştım, tartıştım, tartıştım… Sonunda Gazete’den ayrıldım. Kısa bir süre sonra da Türkiye’ye döndüm.
Hizmet’e maddi ve manevi destek verdim. Ben de ailem de… Hizmetle hiçbir organik bağım olmamasına rağmen. Olsaydı gurur duyardım, taa ki şu hatırlamak dahi istemediğim beddua videonuzu izleyene kadar…
Sahi Hocam, siz hep “beddua etmeyin” derdiniz. Nitekim ben sizi hiç beddua ederken görmedim.
Bu ülkede Müslümanlar neler yaşamadı ki! Sadece Müslümanlar mı? Elbette değil. Azgın bir azınlık dışında herkes çok çekti. Hatırlayın, en son bir 28 Şubat yaşandı bu ülkede. Başörtüsünden tutulup yerlere fırlatılan genç kızların görüntüleri hala hafızalarımızda. Ben o kızlardan bir kısmıyla tanıştım. Biliyor musunuz Hocam, bazıları psikolojik tedavi gördü, görüyorlar. Benim eşim de İmam Hatip’li ve başörtülü olduğu için iki kez üniversite okuma hakkı elinden alınmış biri. Hala unutamadığı kırgınlıkları var. Ve daha niceleri var… Hocam, ben sizi o dönemde beddua ederken hiç hatırlamıyorum, yanılıyor muyum?
Bulunduğunuz Amerika, siz oradayken bile ne kanlar döktü. Hiç beddua ettiniz mi? Irak’ta hala günde ortalama 50 kişi ölüyor. Bırakın bedduayı, bu konuda ne düşünüyorsunuz onu bile bilmiyoruz.
Hocam Siz dershaneler kapanmasın diye feryat figan ederken, Esed’in zulmünden dolayı her gün onlarca kişi ölüyordu, ölmeye devam ediyor. Siz dershaneleri cansiperane savunurken küçücük bebekler soğuktan donarak ölüyordu, ölmeye devam ediyor. Hem de yanı başımızda. Esed’e hiç beddua ettiniz mi?
Bediüzzaman Said Nursi gibi hayatını İslam’a adamış ve çok çile çekmiş Hasan El Benna’nın Mısır’da kurduğu Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın bir mensubu olan Muhammed Mursi demokratik yollarla Cumhurbaşkanı oldu. Gazze nefes aldı… İsrail durmadı, Sisi ile işbirliği yaparak Mursi’ye darbe yaptı. Bir gecede yüzlerce kişiyi katletti. Ben sizi bu dönemde hiç beddua ederken görmedim, yanılıyor muyum?
İsrail, Gazze demişken… Hocam Viyana’da Zaman Gazetesi’nde çalışıyorum. Siyonistler her zamanki gibi Gazze’ye acımasızca saldırıyorlar. Hızlarını alamadılar, bu defa kimyasal silahlarla çoluk çocuk demeden yüzlerce kişiyi katlettiler. Boy boy dizilmiş çocuklarının naaşlarının başında çaresizce ağlayan Gazzeli babanın görüntüleri daha yeni düşmüştü ajanslara. Ben de oturdum o babayla birlikte ağladım. Viyana’da, Zaman Gazetesi’ndeki odamda… Ve Siyonistlere beddua ettim. Tutamadım kendimi. O babayı, yan yana dizilmiş çocuklarının başında ağlayan o biçareyi görünce dayanamadım. Beddua ettim. Peki ya siz Hocam? Beddua ettiniz mi? Ben hatırlamıyorum…
Hangi birini sayayım Hocam, hangi birini? Ben sizi hiç beddua ederken görmedim. Fakat hep “Fethullah Gülen’in bir bildiği vardır. O bizler gibi sıradan değil. Allah dostu, gece gündüz okuyan, bazı şeyleri gönül gözüyle de görebilen, öngörüleri olan biri. Bir bildiği vardır muhakkak” dedim.
Şimdi AK Parti Gençlik Kolları Genel Başkan Yardımcısıyım. Son birkaç yıldır partiden size kızan arkadaşlar vardı. Kendimi size hep siper ettim. Birliği, bütünlüğü savundum. “Parti’den de Hizmet’ten de yanlış yapanlar olabilir. Ama birlik ve bütünlüğümüzü bozmamalıyız, kanımızı içseler of demeyecekleri sevindirmemeliyiz, dünya mazlumlarının ve Müslümanlarının tek ümidiyiz, güçlü olmalıyız, birlik ve beraberlik içinde olmalıyız, şahısların hatalarını partilere ve camiaların bütününe mal etmemeliyiz” dedim durdum. Hizmet hareketinin içindeki o samimi kardeşlerime güvendim. “Hadi!” dendiğinde “Nereye” sorusunu sormadan valizini toplayan gönül erlerine inandım, hala inanıyorum. Ama her şeyden önce size inandım, size güvendim Hocam. Ah o videoyu izlemez olaydım… Beni ve benim gibi düşünenleri nasıl bir hayal kırıklığına uğrattınız bir bilseniz! Aylardır gazetelerinizden, televizyonlarınızdan durdurmak bilmeksizin saldıran arkadaşlarınıza kızmadım. Onlar hata yapıyor deyip geçtim. Fethullah Gülen Hocaefendi var dedim. O devreye girer ve düzeltir bu yanlışları dedim. Siz ise yanlışları değil, o videonuzla beni ve benim gibi düşünen milyonların ümidini bitirdiniz Hocam… Yapmayacaktınız Hocam, demeyecektiniz…
Hakikaten Hocam, sizi bu kadar öfkelendiren neydi? Yukarıda bir kısmını saydığım zulümlere ses çıkarmayan, zalimlere bile şefaat edecek kadar ince düşünen Sizi bu kadar hiddetlendiren şey neydi?
Düşünüyorum da, on yıl öncesine göre Türkiye çok daha güçlü, imanlı, inançlı, başarılı. Her yönüyle on yıl öncesine göre çok daha iyi. Hizmet hareketi de çok daha iyi. Türkiye’de işler yolunda gidiyor. İşleri yolunda giden Türkiye, dünya mazlumlarına ve Müslümanlarına da daha fazla el uzatabiliyor. Peki, öyleyse sizin derdiniz ne Hocam? Dershaneler mi? Hükümet olarak yer yer yaptığımız hatalar mı? Bazen iddia ettiğiniz gibi arkadaşlarınızın bürokraside sıkıntılı duruma düşmesi mi? Nedir Hocam sizi bu kadar hiddetlendiren? Bu saydıklarım o rezil beddualarınıza gerekçe olarak gösterilemez değil mi? Eğer derdiniz hükümetin hataları, dershaneler, bürokratlarınız olsaydı, bu kadar ağır beddua etmezdiniz değil mi? Peki nedir karın ağrınız Hocam? Siyonist’ten, zalimden, katilden, puşttan, pezevenkten esirgeyip de sizinle kıblesi bir, davası bir, samimiyeti ortada olan kardeşim dediğiniz insanlardan esirgemediğiniz o bedduaların sebebi nedir Hocam? “Allah ıslah etsin, varsın bu da böyle olsun, gelip geçer” demeyip de beddua kusmanıza sebep olan şey nedir Hocam?
Aaah Hocam aah! “Ahmet Akgündüz Hoca Roterdam İslam Üniversitesi’nin anahtarını kendilerine teslim etmedi diye Akgündüz Hoca’ya suikast düzenlediler” dendiğinde de “İnşallah doğru değildir ancak eğer doğruysa ve Fethullah Gülen Hoca Efendi bunlardan haberdar olursa kıyameti koparır” demiştim.
Meğer Hocam siz de aynı düşünüyormuşsunuz.
“Allah onların evlerine ateşler salsın” dediğiniz insanlara suikast da pekâlâ düzenlenebilir Hocam, değil mi? Çocuklarının başında ağlayan o acılı babanın halinin neden sizi derinden sarsmadığını, şimdi daha iyi anlıyorum Hocam. Çünkü üzerlerine ateşlerin salınmasını istediğiniz kardeşlerinizin evlerinde bebelerinin olabileceğini de hiç düşünmemişsiniz…
Zatı Âlinize saygım büyüktü Hocam, size hep dua ederdim, ettirirdim. Hizmetlere maddi ve manevi destek verirdim. Fakat sizinle ilgili tek tereddüdüm yüzünüzde eksik olan Nur’du. Hep sorgulardım. Sizin gibi büyük bir Zat’ın yüzünde neden Nur’dan zerre yoktu! Bu bende hep kuşku uyandırırdı. Şimdi anlamaya başladım galiba…
Size kırgınım Hocam, maalesef. Gönül erlerine olan muhabbetim sonsuza kadar devam edecek. Hizmet’e sonuna kadar evet, fakat Hizmet içindeki Örgüt’e sonuna kadar hayır diyor ve sizi Allah’a emanet/havale ediyorum.
.
… E-kitap okumak için…
Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır
Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?
Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” için. Buradan indirebilirsiniz.
Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.
Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.
80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.
Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?
4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.
Dünyada da tuhaf şeyler oldu:
- Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
- Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.
“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:
- Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
- Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri çekmeye mi çalışıyor?
- Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?
Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.
Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.
Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik
Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.
Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.
Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!
“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”
Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.
İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.
Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak
Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:
- Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reformkonulu konferans,
- Yine Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)
Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.
Bilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”.
Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.
(Son güncelleme: İkinci sürüm, 27 Ekim 2013)
Bankacılarına söz geçiremeyen batı ülkeleri tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler. Zira bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor: Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler? “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar? Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi? Buradan indirebilirsiniz.
3 Yorum
Yazan:beklenen Tarih: Ara 23, 2013 | Reply
herkez bu yaşananların kötü olduğunu düşünüyor. Ancak tam tersine çok iyi olduğunu düşünüyorum. taraflar kendini açık etti. Artık zan ile düşünme, yorumlama yok. Düşünceler tedbirler açık olana.
Yıllardan beri söylediğimiz şeyler gerçekleşiyor. Hizmet camiası denilen ama kime, neye hizmet ettiklerini bile bilmeyen insanlara tek bir şey sorduk. Amerikada ne arıyor, hiç düşünmüyormusunuz? yıllarca kendilerini kandıracak cevaplarla oyalandılar. Şimdi ne durumdalar cidden merak ediyorum. Gerçekten iman ettikleri Allah ise ipleri çoktan koparmış olmaları lazım. Yok amerikadakine iman ettilerse vay onların haline..
Yazan:Abdullah Tarih: Ara 23, 2013 | Reply
gülen cemaati Risale-i nur cemaati değildir.
Moon tarikatini, vatikanı,israili kardeş bilir müslümanlar için tasalanmaz,israilli çocuğa ağlar,binlerce müslümanın katline çıt çıkarmaz dolayısiyle gülen hareketi İslami bir hareket değildir.
izmirden başlaması kaderin bir remzidir.
risale-i Nur hizmetini ve İslamiyeti sulandırma misyonunu yüklenmiştir.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ara 24, 2013 | Reply
Hocayı ellerini kollarını kaldırıp tuhaf hareketlerle yaptığı bedduasını dinledim. Şüphelerim izale oldu. Zira daha önce, ilim sahibi, gönlünde şefkat ve muhabbet taşıyan bir hocaefendi, konuşmaları yapmacık gibi ama ağladığına göre yüreği yumuşak diyordum. Ama benim kafamdaki o şefkatli, merhametli kişi böyle bir beddua yapmaz, yapamaz. Tek duam, bu cemaate mensup bir sürü tanıdğım, akrabam, arkadaşım var. Neye, kime hizmet ettiklerini görsünler, hocalarına yine hüsn ü an etsinler, daha önce Mavi Marmara’da vs yaptıkları gibi ama “ya haksızsa?” diye de bir soruversinler kendilerine Allah aşkına.