Ya Fethullah Bey’in bedduası kabul olursa?
By Ayla Chignardet on Ara 23, 2013 in FETÖ ve Gülenistler, islamcilik
Fetuman'ın Laneti! par akademidergisi
.
.
“Bir kimse lanet edince, lanet edilen buna müstahak değilse, kendine döner” (Hadis)
Diyanet İşleri Başkanlığı Alo-Fetva Hattı’na vatandaşlar ‘beddua etmenin caiz olup olmadığını’ sordu. Diyanet İşleri Başkanlığı , dinimizde beddua etmenin yerinin olmadığını belirtirken ‘Beddua eden kişi haksız ve yersiz bir beddua ediyorsa bu bedduası döner kendisini vurur’dedi.
… Sahte şeyhler, uyduruk cemaatler ve İslam aleminin iç hastalıkları üzerine okumak için…
Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak
Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:
- Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reformkonulu konferans,
- Yine Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)
Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.
Bilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”.
Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.
İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında
Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz.Buradan indirebilirsiniz.
Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanıadındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.
2 Yorum
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ara 24, 2013 | Reply
Maklubenin kafaı buldurma gibi bir etkisi var mı bilmiyorum ama bugün Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı başkanı açıklama yapmış, şöyle demiş:
“Hocaefendi’nin kimseye lanet ettiğine dair bir ifade bulamazsınız. Mülâane, haklılığı ispatlamada çok önemli bir usüldür.” dedi.”
İki cümle arasındaki tenakuzu farkedemeyecek bir tuhaf sarhoşluk durumu. Yahu mülaane, Arapça, karşılıklı lanetleşmek demek. Lanet etmiyor, lanetleşiyor diyor vakıf başkanı abimiz. Herhalde kendi cemaat kamuoyunun zeka seviyesine dayanarak, onları yatıştırmaya yönelik bir açıklama. Karşısında kimse yokken tek taraflı “karşılıklı lanetleşme”nin nasıl olduğu da ayrı bir muamma.
Kur’an’daki Necran Hristiyanlarına teklif edilen bu mülaane’den de hocanın çirkin bedduasına kılıf olarak kullanılması çok acıklı bir durum. Bari sessiz kalsalar. Böyle hoca konuştukça, onun arkasından açıklamalar dermeyan etmek en başta kendi hocalarına saygısızlık.
Yazan:Ahmet Somut Tarih: Ara 27, 2013 | Reply
Açıkçası HE’nin sözlerinin mülaane mi mübahele mi olduğuna dair yorumlar başkalarına ait. yani kesinden bu yorumlara dair bir açıklama (benim duyduğum kadarıyla) gelmedi.
Bunun dışında beddua etmek günah falan değil arkadaşlar. Böyle birşey yok. Hep demez miyiz ananızın babanızın hakkını verin, ahlarını almayın diye. Peygamberimiz (SAV) devrinde annesinin hakkını helal etmediği sahabenin canını verememesi bahsi vs. Yani beddua eden günaha girer diye bir hükmü nereden getiriyorsunuz anlamış değilim.
Tabii ki hayır dua daha güzeldir, buna bir itirazım yok. Ama bu kişinin şahsi sınırına bakar. Oğlu tarafından bakılmayan hor görülmeyen anne, baba beddua edebilir. Günah falan da değildir. Dostunun ihanetine uğrayan insan da beddua edebilir. Tabii ki hayır dua etse daha iyi ama kim kalbine her zaman hakim olabilir ki?
Şahsi görüşüm: olay karışık.. HE’nin ne bildiğini bilmiyoruz. Bedduaya veya mülaane/mübaheleye neyin sebep olduğunu bilmiyoruz. Zannediyorum yakın zamanda öğreneceğiz. Beddua edilenin de onu korumaya debelenenin yerinde de olmak istemezdim, vesselam…