Görünmez’i oku görünene bakarak
By my on Oca 30, 2014 in Görmek, Göz, Kitap Sohbeti, Soyut Sanat, Tezyin Felsefesi
Floransalı ressam Fra Angelico’nun 15ci asırda yaptığı tabloyu okuyoruz. Başeret olayı (ita. Annunciazione) resmedilmiş. Hz. Meryem’in (a.s.) karşısında duran Cebrail (a.s.) ona bir çocuk doğuracağını müjdeliyor.(Lukas incili, 1/ayetler 27-32) Resme bakmıyoruz okuyoruz çünkü rumuzlarla dolu bu tablo bakılmayı değil okunmayı taleb ediyor. Meselâ kırlangıç kuşu…
Kıştan sonra aynı yuvaya geri döndüğü için dirilişin simgesi. Güneşten gelen ışık Tanrı’nın elleri arasından çıkıp gelmiş; Hz. İsa’nın (a.s.) tasvir edildiği kolon meleğin önünde. Yani tanrısal güç aslında meleğin haberinden önce tecelli etmiş, melek onların arasına girmemiş. Hz. İsa (a.s.) tasviri için yer olarak kolonun seçilmesi bir rastlantı değil; Tevrat’ın “Mısırdan Çıkış” bölümüne referans var. (13/ayetler 20-22) Aslında şerh edilmeyi bekleyen rumuzlar çok: Cennet’ten kovulma, tevhid rengi olan altının kullanılması… Renk ile perspektif tercihlerini ve ressamın biyografisini de dikkate alırsak bu tablo üzerine kolaylıkla 100 sayfalık bir kitap yazılabilir. Biz kısa keselim. (Yine de siz bkz. Âl-i İmrân 45-51. Meryem 16-26)
Biz modernler komik insanlarız; resimlere bakarız, kitapları okuruz. Oysa Ortaçağ insanı resimleri okuyabiliyor, hat sanatının zirvesindeki yazılara ise zevkle bakabiliyorlardı. Okumak ile bakmak, göz ile akıl birbirinden koparılmamıştı. Pozitivizm ile dayatılan parçalayıcı zekâ sonradan olmadır, fıtrî değildir. Kendimizle alay eder gibi “Aydınlanma” çağı dedik ama aslında Enlightenment insanlığın en karanlık çağının başıydı. 18ci asırdan itibaren içine düştüğümüz zulmeti (karanlıkları) göremedik. Işık mı yetmedi yoksa nûr mu? Bu devirden sonra katlanarak artan zulümlerden azıcık ders alabilseydik; ah o karanlıkta bir kibrit çakabilseydik… Neyse, geçelim.
15ci asır Avrupa resminde bakılması değil okunması gereken nice “harfler” var. Ama bunları okumak için o sanatçıyla aynı kültürel referansları paylaşmış olmak lâzım yani “harfleri” önceden öğrenmiş olmak gerekiyor. Hristiyanlık’taki temel dogmalardan ve İncil’den haberi olmayan bir insan için Fra Angelico’nun resmi sadece teknikten ibaret. Objektif / teknik bir yaklaşımla ne anlaşılabilir? Sanat uzmanı(?) bir takım insanların sıklıkla yaptığı objektifleştirme hatası kaçınılmaz. Sanatı bilimselleştirme saplantısı tekrar edilir durur:
“Ressam şu paleti tercih etmiş, bu sarımtırak şeffaflığı elde etmek için keten yağıyla yumurta sarısını karıştırmış. O devirde bakır oksit bilinmiyordu. Kobalt mavisi büyük ihtimalle İran’ın kuzyinden gelen bilmemne taşını ezerek yapılmış olmalı…”
Yani bu “uzmanlar” bülbülün gırtlağını keserler, nağmelerindeki güzelliğin kaynağını görmeye çalışırlar. Oysa güzellik yaşanır, görünmez. Çünkü güzellik müzik gibidir; zamansaldır, statik ve mekânsal değildir. Bülbülün nağmelerindeki güzellik onu “Güzel” bulan insanın kulağındadır, do-re-mi… notalarında değil.
Akla değil kalbe hitab eden sanat
Güzel’i yaşamak, güzellikleri kalbinde hissetmek isteyen her insanı Hristiyan kültürü dersine veya sanat tarihi kursuna mı göndereceğiz? Şahid olmuşsunuzdur muhakkak, konuşmayı bile beceremeyen ufacık bir çocuk parktaki renkli çiçeklere uzun uzun bakar. Güzel bir müzik duyunca oynamayı bırakıp dinler. Sizce de Güzellik fıtrî değil midir? Batan bir güneşin güzelliği ile insanın gözleri yaşarıverir bazen. Milliyeti, ırkı, inancı ne olursa olsun denizdeki minik dalgalara yansıyan ay ışığı bizi bizden soyar, uzaklara taşır. Rüzgârda sallanan yapraklar, renkli çakıl taşları, gökyüzünde dönüp duran kırlangıçlar birden bire sevinçle doldurur içimizi.
Gerçek şu ki figüratif tasvirin, gerçekçi renklerin, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu resimler kalbi titretmiyor. Sembollerle, rumuzlar ve göndermelerle kalınlaşan malümat duvarı aklımızı, mantığımızı, lisanımızı devreye sokuyor. Oysa lisan, mantık, nutuk giren yerde objektifleşme olur. HER insan için AYNI olan, tektip birşeyler kristalleşir. Bilimselleşen sanat anlayışı kalpten kalbe akan bir nehir olmaktan çıkar, donmuş bir su gibi olur. Büyük ölçüde sembolizm de böyledir. Sembollerle “konuşan” sanat eserleri kâmil değildir; propaganda afişleri ve trafik işaretleri gibi HER insana AYNI şeyi söyler bu eserler.
Akıl, mantık, nutuk… Sebep-sonuç zincirleri hissiyatın, Aşk’ın düşmanıdır. “Beni NE KADAR seviyorsun?” sorusunun cevabı Amerikan doları veya Japon yeni cinsinden ifade edilemez. Aşk, güzellik ve sanat sayılabiliyorsa veya neden-sonuç kutucuklarına sıkışıp kalmışsa o artık yok demektir:
- O kadına aşık mısın?
- Evet.
- Neden aşıksın?
- Uzun saçları var, çok zeki, güzel yemek yapıyor.
- Daha uzun saçlı, daha zeki ve daha güzel yemek yapan bir kadın bulursan boşanacak mısın?
(Devam edecek)
… Bu konuda e-kitap okumak için…
Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır
Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?
Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” için. Buradan indirebilirsiniz.
Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?
İnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik! Güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk. Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.
İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne… Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner, Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna, Cornelis Escher, William Degouve de Nuncques.
Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, … Buradan indirebilirsiniz.