Gülen, AK Parti, Sorular ve Cevaplar
By Osman Timurtaş on Mar 1, 2014 in AKP, FETÖ ve Gülenistler, Kriz Çıkarma Özgürlüğü
17 Aralık Operasyonu Sonrası Ortaya Çıkan Sorular ve Cevaplar
1- Hükümet ile Cemaat neden kavga ediyor?
– Hükümet Cemaat ile kavga etmiyor. Cemaatin devlete, hükümete ve AK Parti’ye açık bir saldırısı var. Hükümet, devlet ve AK Parti bu saldırıyı püskürtüyor. Kendisine yapılan taarruza karşı doğal olarak kendisini savunuyor.
2- Cemaat neden hükümete, devlete, AK Parti’ye saldırıyor?
– Öncelikle şu iki tespiti yapmak gerekiyor: Birincisi, Cemaatin en önemli özelliği kendisi dışında herhangi bir gücü kabul etmemesi, ikincisi, hükümet ile İsrail arasında uzun süredir devam eden bir kavganın varlığıdır.
Özellikle AK Parti hükümetleri döneminde güçlenen cemaat her alanda tek başına söz sahibi olmak istedi. Buna izin verilmeyince de hükümete kızgınlık duymaya başladı. İsrail, hükümete olan kızgınlığı nedeniyle sürekli bir intikam alma arayışı içine girdi. Bu süreçte partner olarak kendisine Cemaati seçti. El ele verip hükümete saldırmaya başladılar.
3- Fethullah Gülen beddua mı etti, Mübahale mi etti?
– Fethullah Gülen’in ilgili sohbeti dinlendiğinde beddua etmeye başlamadan önce “beddua bizim şiarımız değildir ama…” tarzında bir giriş yapıyor. Yani “normalde beddua etmiyorum ama bu defa edeceğim” diyerek söze giriyor. Ve ilk kısımda kendilerini de dahil ederek beddua ederken, ikinci kısımda doğrudan hükümete beddua ediyor. Beddua değil mübahale söylemi, beddua sonrası çok ciddi tepki çeken Fethullah Gülen’i ve cemaati içine düştüğü bu zor durumdan kurtarmak için kullanılan bir yöntem olarak karşımıza çıkıyor.
4- Cemaat CIA ve Mossad ile mi çalışıyor?
– 160 ülkede faaliyet gösteren, yüz binlerle ifade edilebilecek insan kaynağını yöneten, 2 binden fazla şirket ve milyarlarca dolarlık bir paraya hükmeden böylesine büyük bir yapıyı hiçbir istihbarat örgütü kendi haline bırakmaz. Tüm istihbarat örgütleri için cemaat muazzam bir yapılanmadır. Dolayısıyla CIA ve Mossad’ın da cemaati yönetme, yönlendirme gayreti içinde olması pekâlâ mümkündür. Cemaatin bu muazzam ağı sadece istihbarat örgütlerinin değil, tüm uluslararası yapıların ve özellikle işadamlarının da ilgisini çekebilecek cazibeye sahiptir. Dolayısıyla, bilerek veya bilmeyerek Cemaat’in CIA ve Mossad ile çalıştığına dair çeşitli emareler görülmektedir.
5- Cemaat İsrail’e mi çalışıyor?
– İsrail’in “One Minute” ve “Mavi Marmara” nedeniyle AK Parti hükümetine ve R. Tayyip Erdoğan’a duyduğu büyük bir kin var. İsrail’in ayrıca İran’a da büyük bir düşmanlığı var. İran’a ambargo uygulanması ve İran’ın uluslararası arenada yalnızlaştırılması, İHH’yı El Kaide ile ilişkilendirerek terör örgütü listesine aldırma gayretleri, AK Parti hükümetini El Kaide ile ilişkilendirerek itibarsızlaştırma ve meseleyi uluslararası yargıya taşıma çabaları İsrail’in sürekli üzerinde durduğu konulardır. Cemaatin de İHH’yı ve AK Parti hükümetini El Kaide ile ilişkilendirme gayreti, İran’dan nefret etmesi, Mavi Marmara’da İsrail’den yana tavır takınması gibi tutumları olunca haklı olarak yıllardan beri söylenegelen “Cemaat İsrail’e çalışıyor” söylemini anlamlı hale getirdi.
6- Düne kadar Cemaat ile hiçbir sorunu olmayan, hatta cemaati destekleyen AK Parti, hükümet ve hatta Başbakan ne oldu da bir anda cemaate bu kadar ağır ifadelerle yüklenmeye başladı?
– Başta Sayın Başbakanımız olmak üzere, hükümet, bireysel olarak bizler hatta toplumun büyük bir kesimi cemaate her türlü desteği verdi. Çünkü cemaatin ve cemaate gönül vermiş insanların bu ülkeye, hele hele ülkemizin inançlı kesimlerine asla zarar vermeyecekleri, tam tersine yurtiçinde ve yurtdışında yürüttükleri faaliyetlerle ülkemize, milletimize katkı sundukları görüşü hakimdi. Cemaate gönül veren kimselerin siyasette, bürokraside, ticarette, sivil toplum hayatında ergenekonvari yapılanmalara karşı sigorta görevi göreceğine inanıldı. Dürüstlükleri, çalışkanlıkları nedeniyle en iyi görev insanı olarak görüldüler. Fakat 17 Aralık operasyonu ve sonrasında yaşanan gelişmeler durumun çok farklı olduğunu ortaya koydu. Cemaatin farklı uluslararası yapılarla işbirliği içinde olduğu, belgeler biriktirdiği, telefonları dinlediği, şantaj kasetleri ve videoları oluşturduğu, tehditler savurduğu, elindeki tüm imkânları hükümet aleyhine kullanmaya başladığı, kendi çıkarları söz konusu olduğunda karşısındaki herkesi her türlü metodu kullanarak sindirmeye çalıştığı ortaya çıktı. Bu nedenle başta Başbakanımız olmak üzere daha önce cemaate her türlü desteği veren, saygıyı ve ilgiyi gösteren hemen herkes bu desteği geri çekti.
7- 17 Aralık’ta ne oldu?
– 17 Aralık operasyonuyla birlikte emniyet, yargı, siyaset, bürokrasi gibi yerlerdeki cemaat mensuplarından belli bir kısmının ast-üst ilişkisini devlet hiyerarşisine göre değil cemaat hiyerarşisine göre tanzim ettikleri görüldü. Rutin mesleki faaliyetlerine ek olarak dışarıda oluşturdukları yapılar aracılığıyla bilgi, belge de depolayarak adeta paralel bir sistem oluşturdukları fark edildi.
Birbirinden bağımsız üç dosya yıllarca bekletilerek 17 Aralık’ta tahrip gücü yüksek bir operasyona dönüştürüldü. Bir taraftan tüm dünyada toplumun yumuşak karnı olarak bilinen yolsuzluk algısıyla hükümet düşürülecek, öbür taraftan daha önce Amerikalı senatörlerin İran’la çalıştığı için yazılı bir metinle kızgınlıklarını dile getirdikleri Halkbank’ın İran’dan çıkması ve ayrıca Irak petrollerinden elde edilecek gelirin Türkiye yerine Amerika’ya akması sağlanacaktı. 25 Aralık’taki ikinci dalgada ise Gezi Parkı olaylarıyla hedeflenen üçüncü köprü, İstanbul’a üçüncü havalimanı, Kanal İstanbul gibi Türkiye’yi gerçek manada stratejik güç haline getirecek projelerin mütahitleri rüşvet iddiasıyla içeri alınarak bu projelerin durması sağlanacaktı. Çünkü Kanal İstanbul Montrö Anlaşması’nı anlamsızlaştırarak Türkiye’ye önemli bir ekonomik ve stratejik fırsat sunarken, üçüncü havalimanı Almanya’nın, Frankfurt Havalimanı’daki yolcu transferinden elde ettiği milyarlarca Avroluk gelirini Türkiye’ye kaptıracak, üçüncü köprüyle de tarihi İpek Yolu canlandırılacak ve Uzakdoğu’dan Avrupa’ya taşımacılığın Türkiye üzerinden yapılması sağlanmış olacaktı. Bu nedenle 17 Aralık operasyonu ve sonrasında planlanan operasyonlar başarıyla sonuçlanmış olsaydı cemaat ve cemaatin stratejik ortakları bir taşla kuş katliamı yapmış olacaktı.
8- Peki, Savcılar neden görevden alındı, polislerin görev yeri neden değişti? Yolsuzluğun üstü mü örtülmeye çalışılıyor?
– AK Parti’nin tüm hükümetleri reformist ve özgürlükçü yönleriyle bilinmektedir. Dolayısıyla AK Parti hükümetleri referandum ve demokratikleşme paketleriyle yargı bağımsızlığı başta olmak üzere Türkiye’nin demokrasi tarihine önemli katkılarda bulunmuştur. Yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirinden bağımsız çalışması için gerekli yasal ve anayasal düzenlemeleri de yapan AK Parti hükümetleri olmuştur. 17 Aralık operasyonu, yargının bir kısmının cemaat marifetiyle “bağımlı ve taraflı” hareket ettiğini ortaya koymuştur. Hükümetin; bağımsızlığını temin ettiği yargının ve yargı mensuplarının bir kısmının cemaate olan aidiyet duyguları nedeniyle tarafsız davranmadıkları, iş ve işlemleri cemaatin direktifleri veya menfaati doğrultusunda yaptıkları gerçeği gün yüzüne çıkmıştır.
Savcılar, hukuku ayaklar altına almışlardır. Yargıya ihanet etmişlerdir. Hukuka ve yargıya olan güveni sarsmışlardır. Aynı şekilde, cemaat mensubiyetiyle hareket eden polisler de savcıların bu suçlarına ortak olmuşlardır. O nedenle savcı ve polislerin yerlerinin değiştirilmesi, bağımsız ve tarafsız hareket etmeyen ve dolayısıyla yukarıda değindiğim kuş katliamıyla Türkiye’yi kaosa sürükleyecek darbenin engellenmesi amacıyla yapılmıştır. Burada aslolan bu savcı ve polislerin yerlerinin değiştirilmesiyle yetinilmemesi ve muhakkak yargılanarak cezalandırılmalarıdır.
9- Yolsuzluk, hırsızlık var mı?
– Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: 17 Aralık operasyonunun hedefinde asla yolsuzluk yoktur. Gezi Parkı olaylarında amaç ne kadar ağaç idiyse, burada da amaç o kadar yolsuzluktur. Yolsuzluk işin kılıfıdır. Dikkatler oraya çekilerek yukarıda bahsettiğim amaçlara ulaşılmaya çalışılmıştır. Mesele yolsuzluk olsa, diğer iki dosya bu sürece dahil edilmezdi. Mesele yolsuzluk olsa daha operasyon başlamadan top sakal çetesi operasyonun tüm detaylarına vakıf olmaz ve algı yönetimi yapılmazdı. Mesele yolsuzluk olsa gözaltı ve ofis aramaları canlı yayınlarla çarşaf çarşaf ortaya serilmez, şahıslar daha ilk günden “hırsız” ilan edilmezdi (kutular, para görüntüleri, polislerin paraları saymak için yanında götürdükleri para sayma makinesi vs. Bunların hepsi cemaat medyası tarafından algı yönetiminde kullanıldı). Mesele yolsuzluk olsa hükümeti düşürmeye, Başbakanın evine baskın yapmaya kadar gidecek bir sürece dönüştürülmezdi. Mesele yolsuzluk olsa “yüzlerce milyarlık yolsuzluk yapılmış” denilerek insanların aklının sınırları zorlanmazdı. Mesele yolsuzluk olsa, ülke; ekonomisi alt üst edilerek yüzlerce milyar liralık zarara uğratılmazdı, toplumun huzuru bu kadar kaçırılmazdı. Bu kadar kirli ilişkinin içine girilmezdi.
10- Başbakanla oğlu arasındaki telefon görüşmeleri gerçek mi?
– Başbakanla oğlu arasında geçtiği iddia edilen telefon görüşmeleri dinlendiğinde aslında çok rahatlıkla montaj, dublaj oldukları görülüyor. Her şeyden önce kurgu ve mantık hataları var. Başbakanla oğlu arasında geçtiği iddia edilen o konuşmalardan birinde Başbakan oğluna “telefonumuz dinleniyor” şeklinde bir ifade kullanıyor fakat ne hikmetse her şeyi de ortaya döküyorlar. Bir konuşmada paraları eritmek için ev almaktan bahsediliyor. Hâlbuki her ne parasıysa o, eğer gizlenmek isteniyorsa o parayla ev almak aptallıktır. Buna benzer birçok şey var. Çok acemice yapılmış bir montaj. Amerika’dan çeşitli ses stüdyoları ve uzmanlar da kayıtların montaj, dublaj olduğunu ortaya koydu. Fakat evine konulan böceklerden de biliyoruz ki Başbakan dinleniyor. Sadece Başbakanı değil, neredeyse Türkiye’deki tüm kritik noktalardaki insanları, kurumları dinlemişler. Bir ülkenin başbakanını, bakanlarını, istihbaratının başındaki kişiyi dinlemek başlı başına bir suçtur. Hem de çok büyük bir suçtur. Çünkü devletin tüm sırlarının üçüncü şahısların eline geçmesi anlamına gelir ki, bu dinlemeleri yapanlar en ağır şekilde cezalandırılmalıdır.
Her şeyi bir kenara bırakıyorum. R. Tayyip Erdoğan’ın ömrü 18’li yaşlarından itibaren toplumun gözü önünde geçmiştir. Mücadele ve dava adamıdır. 10 küsür yıllık Başbakanlığı döneminde günün 20 saatini çalışarak geçiren, Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanını fellik fellik dolaşarak ülkeye, ümmete hizmet etmeye çalışan, doğudan batıya – kuzeyden güneye dünyanın neresine giderse gitsin bir kuruş paraya ihtiyaç duymadan tüm sülalesine baktırabilecek kadar sevilen bir adam yolsuzlukla itham edilmez. Derdi cebini doldurmak olan bir adam yılın neredeyse tamamında günde 20 saat çalışmaz (Bknz: Geçmiş liderler). Allah aşkına, Tayyip Erdoğan’daki hasletler hiç derdi cebini doldurmak olan birininkilere benziyor mu! Tam da bu nedenle halk Başbakana daha fazla sarıldı. Çünkü Başbakanın yolsuzluk yapmayacağına inanıyor, ona güveniyor. Bu süreçte cemaate ise güvenilmiyor. Bu vahim tablo, aslında tüm cemaatlere dönük bir güvensizlik iklimi oluşturdu. Sırf buna kalsa, Gülen Cemaati büyük bir vebalin altına girmiştir.
11- Başbakan’ın kullandığı “örgüt, in, haşhaşiler” ve benzeri tanımlamalar ağır olmuyor mu?
– Şunu öncelikle ifade etmek gerekiyor, Cemaatin içinde birden fazla katman var: Bir, Cemaat’e gönül, maddi-manevi destek veren ancak cemaatle hiçbir işi olmayan hatta cemaate gidip gelmeyen insan. İki, hayatını cemaate vakfetmiş, tüm hayatı cemaat olan, gece gündüz koşturan ve bunun karşılığında aldığı açlık sınırındaki bir maaşla geçinen insan. Üç, cemaatten belki de hiç hazzetmeyen fakat oradaki potansiyeli gördüğü için ciddi maddi yardımda bulunan ve bunun karşılığında ciddi iş bağlantıları kuran işadamı insan. Dört, cemaatten belki de hiç hazzetmeyen fakat oradaki potansiyeli gördüğü için cemaattenmiş gibi görünüp siyasette ve bürokraside merdivenleri hızla tırmanmaya çalışan insan. Beş, cemaatten hiçbir şey almadan cemaate katkıda bulunan, cemaatin içinde yer alan, cemaate gidip gelen insan. Altı, cemaatin şirketlerinde vs tepe noktalarda bulunup da çoğunlukla cemaatin kaymağını yiyen insan. Yedi, cemaatin tüm stratejilerini üst düzeyde oluşturan insan.
Bu guruplardan samimi olanlara Başbakan da dahil kimse bir şey demiyor zaten. Fakat, cemaatin menfaatleri söz konusu olduğunda din, iman, İslam, devlet, millet, ülke, insan, hak, hukuk, adalet, peygamber gibi tüm kavramların içini boşaltan, bunları yok sayan kişiler eğer bir topluluksa adı “örgüttür”, eğer kişiyse adı “haşhaşidir”, eğer varsa yaşadığı bir yer orası “in’dir”.
12- “Fethullah Gülen Örgütü” tanımlamaları yapılıyor, buna ne denmeli?
– Eğer ülkeye kasteden bu yapı Fethullah Gülen’in bilgisi dahilinde hareket ediyorsa veya Fethullah Gülen buna ses çıkarmıyorsa evet o zaman adı Fethullah Gülen Örgütüdür. Eğer Fethullah Gülen bu gidişata dur demezse “Cemaatten” “Fethullah Gülen Örgütü”ne evrilen yapı, ilerleyen yıllarda daha kötü şekilde anılabilir. Nitekim, cemaat medyası özellikle şu sıralar başta Gezi Parkı eylemcileri olmak üzere bütün marjinal grupları sokağa dökmek için çok büyük gayret sarf ediyor. Bunda başarılı olmaları durumunda cemaatin adının marjinal bir örgüt olarak anılması yadırganmayacaktır. Bu nedenle cemaatin aklıselim insanları, başta top sakal çetesi ve cemaatin mafyavari medyasının sorumsuz yöneticileri olmak üzere bütün provokatörlere dur demek zorundadır.
13- Cemaat neden böyle şeylere kalkıştı? Ne derdi var?
– Fethullah Gülen’in yıllardır Amerika’da yaşaması ve cemaatin çok hızlı ve kontrolsüz büyümesi beraberinde birçok sıkıntıyı getirdi. Sebebi her neyse de İsrail ile aynı çizgiye gelmiş olması cemaati başlangıç noktasından çok uzaklaştırdı. Ve bir şekilde uluslararası yapılarla birlikte Türkiye’yi dizayn etmeye çalışıyor. Aslında kendisine verilen rolü oynuyor veya görevi yerine getiriyor da denebilir.
14- Cemaat Siyonistlerle bile diyalog kurabiliyorken, İranlılarla neden diyalog kurmuyor?
– Cemaat kurum ve kuruluşları aracılığıyla diyalog faaliyetleri çerçevesinde çeşitli etnik ve dini gruplarla çalışmalar yürütüyor. Bu grupların içinde Yahudiler, Siyonistler, Hristiyanlar ve daha birçoğu var. Diyalog faaliyetlerinin faydalı olduğu kanaatine sahip biri olarak bu diyaloğun diğer cemaatlerden ve İran’dan esirgenmesini izah etmem kolay değil tabii. Cemaatin İran’dan nefret etmesi, Cemaat-İsrail ilişkisinin kurulmasına neden olan unsurlardan biri olarak karşımıza çıkıyor.
15- Cemaat hala bir “hizmet” hareketi olarak düşünülebilir mi?
– Cemaat “Hakk’a” hizmet etmek amacıyla yola çıktı. Sonra “Zengin’e” ve “Makam-Mevki Sahibi’ne” hizmete dönüştü. En sonunda da uluslararası yapılara “Taşeronluk” hizmeti vermeye başladı. Kısacası biz cemaati hala “Hakk’a” hizmet ediyor zannederken, cemaat koç’a, sabancı’ya ve Siyonist samuel’e hizmet ediyormuş algısı toplumda hakim. Cemaat bir an önce asli görevi olan Hakk’a hizmet çizgisine dönmelidir. Aksi takdirde herhangi bir işadamları derneğinden veya çıkar için kurulmuş bir örgütten farkı olmayacaktır.
16- Mahir Zeynalov isimli gazetecinin sınırdışı edilmesi basın özgürlüğüne müdahale anlamına gelmez mi?
– Cemaatin İngilizce yayın yapan Todays Zaman isimli gazetesinde çalışan Mahir Zeynalov Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değil. Çalışma izni alarak Türkiye’de kalıyordu. 17 Aralık operasyonunun yapıldığı günlerde “Savcılar El Kaide’ye operasyon yapıyor ancak AK Parti Hükümeti buna engel oluyor” şeklinde İngilizce twitler atarak uluslararası kamuoyuna yalan yanlış mesajlar veriyordu. Operasyonun El Kaide ile zerre ilgisi bulunmamasına rağmen hükümeti El Kaide ile ilişkilendirmek için dünya kamuoyuna algı operasyonu yapıyordu. Bu nedenden dolayı çalışma izni süresi de bitince sınırdışı edildi. Kaldı ki bu twitleri Amerika veya Avrupa’da atsa sınırdışı edilmekle kalmaz aynı zamanda ciddi suçlamalarla yargılanırdı. O twitleri vatandaşı olduğu Azerbaycan’da atsa, hayatı kararırdı. Türkiye, kendi ülkesinde izinle çalışan, vatandaşı olmayan bir kişinin ülkeyi karıştırmasına, Türkiye’nin uluslararası ceza mahkemesinde yargılanmasına kadar gidebilecek bir sürece neden olabilecek bu twitleri atan şahsı en doğal hakkını kullanarak sınırdışı etmiştir. Sınırdışı edilmenin basın özgürlüğüyle, ifade özgürlüğüyle hiçbir ilgisi yoktur. Nitekim şuan bulunduğu Azerbaycan’dan yine hükümet aleyhine istediği şekilde twitler atabilmektedir. Fakat hiçbir devlet çalışma izni verdiği bir yabancının kendi topraklarında provokatörlük yapmasına göz yummaz.
17- Bu operasyonların, kasetlerin, şantajların arkasında cemaat mi var?
Operasyonu ve şantajları yapanları savunanlar cemaat, kasetleri piyasaya sürenler/yayanlar cemaat, şantajcıları-montajcıları sahiplenenler/savunanlar yine cemaat olduğuna göre Türkiye’yi kaosa sürüklemeyi hedefleyen tüm bu süreci yönetenin cemaat olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
18- Reza Zerrab ve eski bakanların çocuklarının serbest bırakılması normal mi?
– Şunu öncelikle net olarak ortaya koymak lazım: Bu insanlar normal yargı işleyişi içinde tutuklanmadı. 17 Aralık darbe girişimiyle “esir” alındı. Müdahale edilmeseydi 25 Aralık’ta başbakanımızın oğlu Bilal Erdoğan ve Türkiye’deki önemli projelerin müteahhitleri de esir alınacaktı. Dolayısıyla tutuksuz yargılama kararı bir salıvermenin ötesinde esir alınan, üzerinden operasyon yapılan kurbanların serbest bırakılmasıdır. Yargılama süreci ise devam etmektedir. Bu kişilerin gerçekten suçlu olup olmadığı yargılama sonucunda ortaya çıkacaktır. Fakat paralel yapının ve yargının kalleşçe yürüttüğü algı operasyonu neticesinde bu insanlar çoktan suçlu ilan edilmiş durumda. Gerçekten suçsuz olsalar bile maalesef bundan sonra beraat etmeleri durumunda bile suçlu muamelesi görmeye devam edeceklerdir. Paralel yapının da yapmaya çalıştığı şey budur. Paralel yapının peşinen suçlu ilan ettiği bu insanların önce itibarları iade edilmeli sonra yargılama sonucunda suçlulukları veya suçsuzlukları tespit edilmelidir.
.
… Müslüman görünüp Müslüman’a tuzak kuranlar üzerine okumak için…
(Son güncelleme: Üçüncü sürüm, 28 Ocak 2014)
Türkçe Olimpiyatlarını ve Türk okullarını sevmiştik. Gözü yaşlı vaizin Amerika’da yaşamasına alışmıştık. 1980 öncesinde komünizme karşı CIA ile işbirliği yapmasına “taktik” demiştik. Fethullah Gülen aleyhine açılan davalardan birinin iddianamesinde“pozitivist felsefeye karşı olmak” ile suçlanıyordu. Biz de karşıydık pozitivizme. “Aferin” dedik, “bizdensin”.
Bugün gerçek şu ki Fethullah Bey’in ekibi manşetle, kasetle hükümet devirmeye çalışan, yalan haberle Türkiye’yi ve Müslümanları sürekli zora sokan çirkin insanların tahakkümü altında. Bizim sevdiğimiz, güvendiğimiz “küçük eller” ise koyun sürüsü gibi suskun. Medyada, devlet kurumlarında, emniyet ve adaletin içinde çeteleşme, ergenekonlaşma var. Gülen cemaati dünya ile uğraşmaktan ahirete vakit ayıramıyor. Gülen cemaati bir cemaatten başka herşeye benziyor.
Kitabın ilk yarısında Fethullah Bey’i ve ekibini öven, yapılan iyi işleri savunan, destekleyen makaleler bulacaksınız. Bugün yaşadıklarımızla birlikte değerlendirince can acıtan bir soru kendini dayatıyor bize: Fethullah Gülen ve kurmayları bizi baştan beri kandırdı mı? Yoksa “küçük eller” dediğimiz masum insanların güzel teşkilâtı sonradan mı kokuştu? Kitabı buradan indirebilirsiniz.
(Son güncelleme: İkinci sürüm, 27 Ekim 2013)
Bankacılarına söz geçiremeyen batı ülkeleri tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler. Zira bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor: Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler? “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar? Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi? Buradan indirebilirsiniz.
Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?
4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.
Dünyada da tuhaf şeyler oldu:
- Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
- Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.
“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:
- Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
- Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri çekmeye mi çalışıyor?
- Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?
Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.
2 Yorum
Yazan:Pausanias Tarih: Mar 2, 2014 | Reply
Bu konuda bir ekleme de ben yapmak istiyorum, daha doğrusu Fehmi Koru’dan bir alıntıyla “Niye hala Erdoğan sarsılmıyor bile?” sorusuna cevap vermek niyetim : “Bazıları “Nasıl oluyor da ses kayıtlarına rağmen inanmıyorlar?” diye bizlere şaşıyor; ben ise bazılarının nasıl oluyor da işittikleri her şeye hemen inandıklarına şaşıyorum…
Şaşıyorum, çünkü Tayyip Erdoğan gibi birinin, oğlunu ve kızını da işin içine karıştırarak, kişisel zenginleşmek için, hangi ad altında olursa olsun Beytülmâl’e el uzatacağına, hırsızlık malını evinde, başka yerlerde, içerideki veya dışarıdaki bankalarda istif edeceğine inanmıyorum…
Kayıt altına alınmış seslerini onların seslerine benzettiğim halde inanmıyorum… Yarın, o seslerin ‘montaj’ olmadığına dair bir rapor da çıksa yine inanmakta zorlanırım…
…
İsterseniz ‘saf’ deyin bana, isterseniz başka bir sıfat takın; bu tavrımın değişeceğini sanmıyorum.
Komplocuların hesaba katmadığı da benim gibilerin işte bu tavrı.
… “
Yazan:nazmi uçkan Tarih: Mar 4, 2014 | Reply
Şeytanla güreşipte galip gelmek mümkün değildir.Galip gelmek için şeytanla irtibatı kesmek gerekir.Allah başbakanımıza kuvvet versin……