RSS Feed for This Post

Tarihe düşülen notlar ışığında 17 Aralık’a bakış-4.bölüm

230px-1mayıs_77_1Taksim Katliamı ve Darbe

1 mayıs 1977’de Taksim katliamı yaşandı. 34 kişi öldü. Bu olaylarda da derin devletin parmağı vardı. Olay apaçık bir provokasyondu. Sokaklar kavga yeri olmuş, bütün duvarlar slogan yazılarla kirletilmişti. Örfi idare ilan edilmiş, Abdi İpekçi dahil pek çok yazar, siyasetçi, iş adamı terör kurbanı olmuş; ancak derin devlet tarafından kurgulanan bu senaryo bozulmamıştı. Bir gece rüyamda Atatürk’ü bulutların arasından gelip yaklaşıp uzaklaşır halde gördüm, korkunç bir kabustu. Bir şeyler olduğunu hissetmiştim. Sabah kalkığımda gür sesi ile Hasan Mutlucan’ın “Yine de Şahlanıyor Aman Kolbaşını yandım da kıratı” türküsü radyodan yankılanıyordu. Biraz sonra Kenan Evren Televizyondan ihtilali gerekçeleri ile duyurdu. Hepimiz çok sevinmiştik. Oysa sonra anladık ki Türkiye 50 yıl geriye gitmiş, pek çok ocak sönmüş, insanlar hapse atılıp işkence görmüş, pek çok insan işinden olmuş, Türkiye ekonomisi çok bozulmuştu. Bu işi tezgahlayan askeriyenin içindeki çetenin, derin devletin, devlet destekli sermayenin, dış güçlerin başarısı ve milletin büyük bir kaybı idi. SONUÇTA YİNE KANDIRILMIŞTIM.

80 ihtilalinden sonra asker yönetimi eline almış, en kısa zamanda yeni bir anayasa yapılıp seçimlere gidileceği sözü verilmişti. Amerika’nın baskısı ile kısa sürede anayasa hazırlanmış ve seçimlere gidilmişti. Ecevit ,Erbakan, Demirel, Türkeş hapse atılmış, 10 yıl seçim yasağı konulmuştu. Evren bizzat seçimlere müdahil olmuş, kendisince sakıncalı bulduğu şahısları veto ederek seçime girmelerini önlenmişti. Bu ihtilalin bu gün Mısırda yaşanan ihtilalle benzerlikleri vardır. Evren devlet başkanı olarak partilerin kurulma aşamasında da müdahil olmuş, ihtilal yanlısı Halkçı partisini kurdurmuş, Necdet Calp başkanlığındaki bu parti yine resmi ideoljinin partisi olup güya solda bir parti imajı yaratılmıştı.

1mayis

Yeni Bir Parti Kuruluyor

Bu sırada yeni bir parti daha kurulmuştu. ANAP, kapatılmış tüm partileri kucaklayacak bir programla rahmetli Turgut Özal tarafından kurulmuştu. Turgut Özal iyi yetişmiş, yurtdışını tanıyan, devlet bürokrasini bilen, Dünya Bankasında önemli görevler almış iyi bir ekonomistti. Evren ekonomiyi düşünerek Özal’ın adaylığını reddetmemişti. İhtilal Amerika destekli olmasına rağmen Kıbrıs harekatı ve İhtilal nedeni ile Türkiye’ye ambargo söz konusuydu. Devlet kasaları boşalmıştı. Seçimlerde Evren bizzat Necdet Calp için televizyondan propaganda yapmasına rağmen başarılı olamamıştı. O zaman Türkiye’de sadece siyah beyaz yayın yapan Devlet televizyonu, Devlet radyosu ve tek ses basın vardı. Bütün basının Calp’ı desteklemesine rağmen seçimlerin galibi Özal olmuştu. Halk yine sağduyusunu göstermişti. Özal Liberal demokrattı. Türkiye’de büyük kalkınma hamlesi başlatmış, ekonomiyi düzeltmiş, Ankara İstanbul arasında duble yollar yapmıştı. Yıkılan Demir perdedeki Türki Cumhuriyetlere seyahatler yapıp onlarla ekonomik ilişkiler başlatmış, batılı ülkelerle iyi ilişkiler kurmuş bir liderdi. Halkın bütün kesimlerini kucaklamış; Kürtler ve Aleviler için bazı iyileştirici kanunlar çıkarmaya çalışmıştı. Bu hamleler batının ve resmi ideolojinin işine gelmemişti. Yeniden iftira kampanyaları başlamıştı. Özal’ın eşi ve çocukları hakkında çeşitli karalayıcı iftiralar atılmış ve yolsuzlukla suçlanmışlardı. Ancak gerek Özal’ın  gözü kara davranışları ve Devlet başkanı olan Evren’in Özal’ın kalkınma hamlesindeki başarısını görerek Özal’ı desteklemesi sayesinde yeni bir ihtilale cesaret edilememişti. Senaryo yine aynı yazılmış ancak başarılı olunamamıştı .

Özal döneminin en büyük hatası banker olayıdır. Yastık altındaki altınları ve paraları ekonomiye sokmak için yüksek faizle para toplayan, ancak bu paraları işletme becerisi olmayan bankerler türemiş ve gariban halkı soymuşlardı. Banker bilo filmi bu durumu çok iyi anlatır. Sonraları Özal seçim yasaklarını kaldırmış, Demirel, Ecevit ve Türkeş yeniden siyasete dönmüşlerdi. Demirel Doğruyol Partisini, Ecevit Sosyal Demokrat Partiyi, Türkeş te Milliyetçi Hareket partisini kurdular. 1989’da Evrenin Cumhurbaşkanlığı süresi doldu. Özal Cumhur Başkanı seçildi. Seçimlerde Anap oy kaybetmesine rağmen yine birinci parti olmuştu. Özal cumhurbaşkanı olunca hükümet Yıldırım Akbulut tarafından kuruldu. Akbulut Özal gibi ufku geniş bir şahsiyet değildi. Demirel, DYP’nin başına geçmiş, Özal, Ecevit ve Demirel’in sert muhalefetiyle karşı karşıya gelmişti. Özal döneninde dindarlar biraz rahatlamıştı. Devlet ideolojisi bu durumdan rahatsızdı. 1978’de kurulan PKK 1990 -91’de körfez savaşı ile Kuzey Irak’a yerleşmiş ve bu dönemde çok şehit verilmişti. PKK’nın MİT desteği ile kurulduğunu ve derin devletin çevirdiği işleri yazıları ile ifşa eden laik kesimin önemli yazarlarından rahmetli Uğur Mumcu 1993’te bir suikastle öldürüldü. Uğur Mumcu cinayeti dindar kesimin üzerine yıkılmaya çalışıldı. Devlet desteği ile ülkenin birçok yerinde mitingler düzenlenip “yaşasın laiklik, kahrolun şeriat!” diye sloganlar atıldı. Zaten dindar kesimde ne zaman bir rahatlama olsa, bir özgürlük ortamı oluşsa hemen laik kesimden önemli bir şahıs öldürülüyor ve suç dindarlara ve İran’a atılıyordu. Böylece halk bir defalarca aynı şekilde aldatılıyordu. Akademisyen Bahriye Üçok, Nihat Erim, Milliyet yazarı Abdi İpekçi ve daha birçok kişi suikaste kurban gitmiş, failleri olarak hep Müslüman kesim ve İran suçlanmıştır. Ne zaman kalkınma hamlesi başlasa veya dindarların özgürlükleri lehine bir kanun çıkarılmaya kalkınsa hemen bir cinayet işlenip gündem değiştiriliyordu.

PKK ve Kürt Sorunu

Bu arada derin devletin  ve dış güçlerin elinde iki önemli kaşınacak yara vardı: Henüz Devlet nimetlerinden Sünni ve Türk vatandaşları kadar yararlanamayan Aleviler ve Kürtler… Bu iki koz, ta Osmanlı döneminden beri batılılar tarafından kullanılmış, cumhuriyet döneminde pek çok bölgede kışkırtmalarla Alevilerle Sünniler, Kürtlerle Türkler çatıştırılmıştı. Maraş katliamı, Sivas olayları ve Gazi mahallesi olayı bunların en belirginleridir. Abdullah Öcalan derin yapının desteği ile çoluk çocuk demeden pek çok cinayetler işlemiş, Devlet ise buna örgütü hedef almak yerine, masum halkı toptan hedef alarak karşılık vermişti. PKK’ya destek verdiğini iddia ettiği Kürt köylerini boşaltmış, çok ağır işkenceler yapmış, birçok masum insan faili meçhul olarak öldürülmüştü. Diyarbakır hapishanesindeki işkence tanıklıklarını dinlemek dahi insanın kalbini sıkıştırmaya, isyan ettirmeye kafidir. PKK hareketine Kuzey Irakta bulunan Barzani ve Talabani de destek veriyordu. Çünkü onlar da Irakta bir Kürt devleti kurmak çabasında idiler. Aslında Kürtler İran, Irak, Suriye ve Türkiye’de birbirine yakın bölgelerde yoğun bulunuyorlardı. Batının da desteği ile bütün bu dört ülkeyi kapsayan kendilerince bir harita bile oluşturmuşlardı. Ancak bu dört bölgenin de Türkiye’ye ihtiyacı vardı. Gelişmiş Türkiye onların batıya açılan tek penceresi idi. Bunun için hiçbir zaman bu haritayı oluşturma şansları olmayacaktır. Zaten Türkiye’deki Kürtler arasında çoğunluğu oluşturan mütedeyyin Kürtler Marksist Apo’nun peşine takılmamıştır. Turgut Özal anne tarafından Kürt’tü, Said Nursi gibi ‘Türk’le Kürt bir vücuttur. İkisini ayırırsanız ikisi de yaşayamaz’ diye düşünüyordu. Bu yüzden ilk defa Özal döneminde Kürt’ler için bir açılım yapıldı. Bir Kürt işadamı topluluğu oluşturuldu. Ancak bu plan PKK’nın işine geldi, onlardan topladığı haraçlarla, batının desteği ve uyuşturucu ticareti ile daha da güçlenip katliamlarını iki misline çıkardılar, her gün şehit haberleri gelmeye başlamıştı.

1991 Anap kongresinde Akbulut yeterli oyu alamayıp Anap’ın başına Mesut Yılmaz geçti. Özal, Mesut Yılmaz’ı hiç beğenmiyordu, araları hep soğuk olmuştu. Mesut Yılmaz döneminde Anap iktidar olacak oy oranını hiç yakalayamamıştı. 1988’de Özal’a suikast düzenlenmiş, fakat başarılı olamamıştı. 1993’te Özal öldü. Eceliyle mi öldüğü, yoksa derin devlet tarafından mı öldürüldüğü konusu henüz açıklığa kavuşturulamamıştır. Öldürüldüğüne dair deliller oldukça fazladır. Özal ilk sivil Cumhurbaşkanıydı . Sonra yerine yine sivil olan Demirel geçti. Böylece bir tabu yıkılmış oluyordu.

1991’de Sovyetler dağıldı ve Türki cumhuriyetlerle ilişkilerimiz arttırıldı. Buna rağmen ekonomide bir gelişme sağlanamadı. 1991’de ömrü üç ay olacak Mesut Yılmaz hükümeti kuruldu. Seçimlerden sonra Anap, ana muhalefet partisi oldu. SHP –DYP hükümeti kuruldu. Demirel başbakan, İnönü başbakan yardımcısı idi. Özal ölünce Demirel Cumhurbaşkanı oldu. İnönü de kısa süre başbakanlık yaptı. 1993’de DYP-SHP koalisyonu kuruldu. Tansu Çiller Başbakan, Erdal bey de başbakan yardımcısı idi. 1993’de PKK ile mücadelede önemli fikirleri olan zamanın Jandarma Genel komutanı Eşref Bitlis Amerikan çıkarlarına ters düştüğünden uçak kazası süsü verilen bir suikastle derin devlet tarafından öldürüldü. O zamanlar Adalet Bakanı olan Mehmet Moğultay 1000 hakim kadrosu açtı ve açıktan açığa kadrolaşmaya gitti. Verilen gensoruda bunu açıktan açığa itiraf edip; “ne yani bu kadroları MHP ve RP’ye mi verseydim?” diye kendini savundu. Sonraları bu taraflı kadrolar Anayasa Mahkemesi Bakanlık Müsteşarlığı, Cumhuriyet baş savcılığı ve Devlet Güvenlik Mahkemesi gibi önemli makamlara getirilmiş ve ileride Türkiye’nin kaderini belirleyecek önemli kararlarda söz sahibi olup, derin devlete hizmet edip, istemedikleri  partileri kapatıp, istemedikleri kanunların çıkmasına mani olmuşlardır.

Bu koalisyon döneminde de dedikodu ve iftira hız kesmemiş, Tansu hanım için İstanbul bankasını soydu, çevresine haksız kazanç sağladı; Erdal bey için ise kayınbiraderine ihalelerde haksız kazanç sağladığı yönünde suçlamalar yapılmıştı. Tansu hanım dönemi ekonominin dibe vurduğu bir dönemdi. İş adamlarından devlet %400 bazen %1000 e varan faiz oranları ile para toplamış ve zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapmıştı. Bu günkü faiz lobisinin başlangıcı budur. Hiç çalışmadan 100 lira verip hiçbir emek sarfetmeden 400 lira almak herhalde çok keyifli bir ticaret olsa gerek.

Tansu Çiller milletini ve ülkesini tanımayan, zaman zaman bu konuda büyük gaflar yapan bir başbakandı. Erzurum’u serhat şehri olarak tanımlayacak kadar temel coğrafya bilgisinden dahi yoksundu. Fakat gözü karaydı. Onun zamanında Yunanistan’la Kardak krizi çıkmış ve “Ya gidecek, ya gidecek” deyimi meşhur olmuştu. Tecrübesizliğinden PKK konusunda yanlış adımlar atmış, çatışmaların artmasına ve masum halkı dahi kışkırtacak derecede zulümler yapılmasına yol açmıştı. 1994’te mecliste DEP (Kürt) milletvekilleri tutuklanmış ve hapse atılmışlardı. Dokunulmazlıklar hiçe sayılmıştı. Çiller 1995’de azınlık hükümeti kurmuş, 25 gün sürebilen bu hükümetten sonra DYP-CHP koalisyonu kurulmuştu. Bu hükümet de 5 ay ancak devam etmişti. O dönemler Türkiye’nin dış borca mahkum edildiği istikrarsız zamanlardı. Ben o sıralar ajans işletiyordum. Tansu Hanım Ekonomik denge vergisi diye bir şey çıkarmıştı. Ben garibandan 100 000 tl alırken, Koçtan sadece 10 katını alıyordu. Bu adaletsizliğe isyan edip ajansımı kapattım.

Refah Partisi

1994 Refah partisinin sıçrama yaptığı dönemdi. Yerel seçimlerde büyük bir oy patlaması yapmış, İstanbul’da Tayyip Erdoğan, Ankara’da Melih Gökçek Refah partisinden Belediye Başkanı olmuşlardı. Daha pek çok il ve ilçede belediyeleri kazanmışlardı. Önceki Belediye Başkanı CHP’li Nurettin Sözen 1993’de ortaya çıkan İSKİ skandalı nedeni ile  aday olmamış ve Erdoğan %34 oyla belediye başkanı seçilmişti. İSKİ yolsuzluğu CHP için devamlı bir kambur olarak kalacaktı. Erdoğan başarılı bir başkanlık yapmış, İstanbul’un çözülemez denilen pek çok sorununu çözdüğü gibi en büyük çözdüğü sorunlardan biri de su sıkıntısı olmuştu. 1999 yılında Siirt’teki bir konuşmasında okuduğu şiir nedeni ile 10 ay hapisle cezalandırılıp 4 ay hapis yattı.

Minareler süngü, kubbeler miğfer

Camiler kışlamız, müminler asker,

Bu ilahi ordu dinimi bekler,

Allahu Ekber, Allahu Ekber

 

Arif Nihat Asya’ya ait bu mısralar Hiçbir Müslümanı şiddete yöneltecek, onları galeyana getirecek veya şeriatı getirecek anlam taşımıyordu. Hatta tüm Müslüman camianın gönlünü ısıtacak, uzun zamandır duymak istedikleri mısralardı. Bu yüzden hapis cezası dindarları rencide etmiş ve AKP iktidarının yolunu açmıştır.

Sonuçta Erdoğan, Moğoltay’ın yerleştirdiği hakimler ve derin devletin isteği ile siyasi kariyerini yok etme planı ile karşı karşıya kaldı. 2001 yılında Abdullah Gül ve Deniz Baykal’ın anlaşması sonucu anayasada ve kanunlarda bazı değişiklikler yapılarak siyasi yasakları kaldırıldı. Böylece bir hukuk cinayeti kısmen önlenmiş oldu.

1996 da seçimlerde en çok oy alan Anavatan partisi Mesut Yılmaz başkanlığında azınlık hükümeti kurdu. Üç ay süren bu hükümet dönemi yolsuzlukların, yoksullukların arttığı bir dönemdi. Bu hükümetten sonra görev, mecliste en fazla milletvekiline sahip Refah Partisi başkanı Necmettin Erbakan’a verildi. Hiç bir parti Refah partisi ile koaliyon yapmak istemedi. Sonunda Doğruyol ile anlaşıp REFAHYOL hükümeti kuruldu. Yolsuzluklardan ve anarşiden bıkmış olan birçok insan artık Refah partiliydi. Erbakan’ı zerre kadar sevmeyen derin devlet, asker, medya ve işadamları hemen devreye girdiler. Aczmendiler, Fadimeler devreye sokuldu. Erbakan’ın bazı din liderleri ile yaptığı iftar yemeği bahane edilerek şeriat geliyor çığlıkları ile 28 şubat postmodern darbesi yapıldı. BU SEFER BENİ KANDIRAMADILAR. Ama telefonlarım dinlemeye alındı. Benim gocunacağım hiçbir şey olmadığından her telefon açışımda önce dinleyenlerle dalga geçip sonra normal konuşmama devam ediyordum. Bu hükümetin asıl düşürülme nedeni Erbakan’ın bütün gelirleri bir havuzda toplayıp su-i istismali önlemesidir. O dönemde ekonomi, iyileşme trendine girmiş ancak bu adımların sonuçlanmasına izin verilmemişti. Refah partisi laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğu gerekçesi ile kapatıldı. Erbakan zamanında da yolsuzluk iddiaları ayyuka çıkmıştı. Mercümek davası bunların en önemlilerindendi. Tabii ki yıpratma amaçlı bir dava olduğu için sonucunu kimse merak bile etmemişti.

28 şubat aslında kendi kültürüne sahip çıkan Türkiye’nin önünü kesmek, dindar kesimin devlet kademesinde yer almasını önlemek, biraz olsun belini doğrultan Türkiye’nin belini kırmak ve spekülasyonlarla malı götürmek için çok önceden tasarlanmış bir darbe idi. Bu dönemde ordu içerisinde Batı Çalışma Grubu diye illegal bir kurum ortaya çıkmış, bu grup basını istedikleri gibi manüple etmiş, ordu içerisinde Yargı mensuplarına Üniversitelere, basına brifingler verilip darbe ortamı hazırlamıştı. Basın, Üniversite ve yargı da maalesef darbecilerin dümen suyuna girmişti. 28 şubat kararlarının dindarlar açısından 5 önemli özelliği vardır:

1-       Neredeyse her yer kamusal alan ilan edilmiş ve kamusal alana başörtüsü yasağı getirilmiştir. Böylece Üniversitelerde inancı için örtünen gençlerin önü kesilmiştir.

2-       Kur’an kursları kapatılmış, ancak 12 yaşına basmış olan çocuklarımızın Kur’an öğrenmesine müsaade edilmiştir.

3-       Zorunlu eğitim 12 yıla çıkarılmış ve Üniversite giriş sınavında İmam hatip mezunlarının branşları dışında her hangi bir üniversiteye girebilmesini önlemek için, meslek lisesi mezunlarına katsayı uygulaması getirilmiştir. Bu uygulama ileride ara eleman yetiştiren tüm meslek liselerini etkilemiştir.

4-       En önemlisi, halkın verdiği oylar çöpe atılmış, halkın oy vermediği ANASOL hükümeti kurulmuştur. Sol zaten 1950’den beri ancak ihtilaller sayesinde iktidara gelebilmiştir.

5-       Darbecilerin hesap edemediği maddedir: Bu sayede Erdoğan’ın önü açılmıştır.

ANASOL  D hükümeti 1997’de Mesut Yılmaz Başbakanlığında Anavatan Partisi, Demokratik sol parti ve demokrat Türkiye Partisi koalisyonu olarak kurulmuş, CHP de dışarıdan destek vermiştir. Ancak Türkbank ihalesindeki yolsuzluk nedeni ile CHP desteğini çekmiş ve hükümet düşmüştür. Bu dönemde Mesut Yılmaz görevi alır almaz Aydın Doğan’ın evine gitmiş ve Aydın Doğan başbakanı pijama ile karşılamış, bana göre büyük bir küstahlık yapmıştır. Bu dönem mafya liderlerinin cirit attığı bir dönemdir. Dündar Kılıç, Sedat Peker, Alaattin Çakıcı, Sami Hoştan, Hasan Heybetli gibi mafya liderleri Devlet İhalelerini ellerine almış, cebren ihaleleri yönlendirmişlerdir.

ANASOL D 1999’a kadar devam etmiş, erken seçimlerde DSP en çok oyu almış ve Hükümeti kurma görevi Ecevit’e verilmiştir. O tarihlerde Düzce depremi olmuş ve zaten bozuk olan ekonomi iyice bozulmuştur. Seçimlerden hemen önce Abdullah Öcalan Amerika tarafından yakalanıp Türkiye’ye teslim edilmiştir. Ecevit’in seçimi kazanmasında bu çok etkili olmuştur.

Öcalan yargılandı ve idama mahkum edildi. Ancak Ecevit hükümeti sırasında Türkiye’de idam cezası kaldırılarak Öcalan idamdan kurtuldu. Ecevit birinci parti olmasına rağmen tek başına iktidar olacak çoğunluğa sahip değildi. Bunun için MHP-ANAP-DSP koalisyonu kuruldu. Hiçbir zaman bir araya gelmesi düşünülmeyen MHP ve DSP menfaatte birleşip koalisyon yapmışlardı. Bu dönemde Türkiye’de bankacılık suistimale çok açıktı. Mafya ve bir kısım iş adamları devlet bankalarını bir bakıma soyarak devlet kasasını sıfırlamışlardı.2000’de hapishanelerin kapasitelerinin dolması nedeni ile RAHŞAN AFFI çıkarıldı. Tabii cezaevleri boşalınca suç oranı arttı. Artık suçlular cezaevini umursamaz oldu ve nasılsa yine af çıkar düşüncesi ile rahatlıkla suç işlemeye başladılar. Bu gün bunun acısını hala çekmekteyiz.

2001’de Cumhurbaşkanı Sezer’in Anayasa kitabını Ecevit’in suratına atması ile başlayan Kara Çarşamba denilen Türkiye Cumhuriyetinin en büyük ekonomik krizi gerçekleşti. Ecevit yaşlı ve hasta idi. İşin içinden çıkamıyordu. Sonuçta Amerika’da Dünya bankasında çalışan Kemal Derviş getirtilerek Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı görevi verildi. Kemal Derviş iyi bir ekonomistti, aldığı tedbirlerle Ekonomiyi biraz olsun rahatlatmıştır. Sonra gelen AKP Hükümeti de Derviş’in programını bir ölçüde uygulamışlardı.

Ecevit 2002 yılında iyice hastalandı. Bir müddet evinde tedavi edildi. Sonra Prof. Mehmet Haberal’ın sahibi olduğu Başkent Hastanesinde tedaviye alındı. Ecevit’in koruma müdürünün anlattığına göre bu, Ergenekon tarafından planlanan bir operasyondu. Ecevit Hastaneye yürüyerek gitmiş ancak birkaç gün içinde yatalak olmuştu. Rahşan hanım işin farkına varmış ve Ecevit’i tekrar evine taşımıştı. Ecevit evinde gitgide daha iyiye gitmişti. Sonraları Ergenekon davasından yargılanan Mehmet Haberal bu konuda da yargılanmış, dava devam ederken CHP’den milletvekili seçilmiş ve meclise girmeyi başarmıştır. Başbakanın rahatsızlığı nedeni ile zaten sol partilerde mutad olan parti içi kaynamalar başlamış ve başbakan yardımcısı Ecevit’in sağ kolu Hüsamettin Özkan partiden istifa etmiş, peşinden İsmail Cem başkanlığında Yeni Türkiye Partisini kurulmuş ve DSP’den istifalar devam etmiş, erken seçime gitme zorunluluğu doğmuştur. 1996’dan 2002’ye kadar Türkiye hemen hemen bir yıl ara ile kurulan koalisyon hükümetleri ile idare edilmiş ve koalisyonu oluşturan partiler kendi taraftarlarını devlet imkanları ile nemalandırmaktan yatırıma para ayıramamış; ya sıfır büyüme ya da eksi büyüme yaşanmıştır. Devlet kasaları  bankalar aracılığı ile soyulmuş, ihalelerde mafya kanalı ile büyük yolsuzluklar  yapılmış, Türkiye’nin kasası tamtakır bırakılmıştır. IMF’den hiç uygun olmayan şartlarda borç üstüne borç alınmış, ülke ekonomisi IMF direktifleriyle yönetilmeye başlanmıştır.

Türkiye batı tarafından bir kez daha hasta adam muamelesi görmüş, bir bakıma Amerika’nın sömürgesi kabul ettiği ama adına stratejik ortak veya dost ülke dediği Türkiye’nin bu durumu işine gelmemiş; zaten o sıralarda Irak üzerine bir harekat planlayan Amerika, bu dönemde yıldızı parlayan Erdoğan’la görüşmeler yapmış ve kimilerine göre Erdoğan Amerika’dan icazet alarak iktidara hazırlanmıştır. Amerika Türkiye’nin ne başını kaldırmasını ister, ne de belinin kırılmasını. Bu Amerikan çıkarlarına uygun değildir. Hem Ortadoğuda, hem de Türki Cumhuriyetlerindeki hakimiyetini korumak, hem de kendisinin iyi bir silah pazarı kabul ettiği Türkiye’yi öldürmek de işine gelmez, ayağa kalkmasına izin vermek de…

2002 de yapılan genel seçimlerde sadece AKP ve CHP barajı aşabilmiş ve Adalet ve kalkınma partisi iktidar, Cumhuriyet halk Partisi de ana muhalefet partisi olmuştur .Ecevit 2004’de aktif siyaseti bırakmış; 2006’da vefat etmiştir.

.

… E-kitap okumak için…


freud-kapakGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmiş hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

yitikAfganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 

 Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik

Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.

Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.

Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!

kapak_Tiryandafilya“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın  raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”

Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.

 

kitap tanitan kitap 5Kitap tanıtan kitap 5

İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.

hamza_yusuf Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:

  • Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reformkonulu konferans,
  • Yine  Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)

Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.

Organik dinimi geri istiyorum 

organik_dinimi_geri_istiyorum - kcBilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”.

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.

Banka Ordudan Tehlikelidir!

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 27 Ekim 2013)

Bankacılarına söz geçiremeyen batı ülkeleri tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler. Zira bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor: Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler? “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar? Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?  Buradan indirebilirsiniz.

 

Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

İnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik! güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk.Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin