Nobel Barış Ödülü Beşşar Esed’e Verilsin!
By my on Nis 30, 2014 in Barış
Tayyip Erdoğan’a Nobel barış ödülü verilmese daha iyi olur diye düşünüyorum. Zira bu ödülün çok sık verildiği ülkeler çok barışçı değil. Hatta denebilir ki en çok kan döken milletler en fazla ödül alanlarla aynı. Meselâ Avrupa kıtasında en çok İngilizler almış, tam 13 kez. Hemen arkasından 11 ödül ile Fransa geliyor. Herhalde Fransız ordusunun katlettiği milyonlarca Cezayirli, Vietnamlı ve Afrikalı çok şaşırmıştır bu işe. Veya Fransız paralı askerlerin başlattığı Biafra savaşında ölen 2 milyon Hristiyan. Afrika deyince… Tahmin edin en çok Nobel Barış ödülü alan Afrika ülkesi kim? Zor değil. En çok kan döken, en ırkçı devlet yani Güney Afrika. Bu kıtaya giden 10 ödülden 4’ünü kapmışlar. Eh, Asya’nın şampiyonu da haliyle İsrail tabi. 15 ödülden 3’ü onların. Nobel barış ödülü jürisinde Filistinli çocuklar yok galiba. “Konuşmaz ölü çocuklar” şairin dediği gibi. Son olarak… Bilebilir misiniz acaba dünyada en çok barış ödülü alan ülke hangisi? Elbette Amerika Birleşik Devletleri. Tam 23 kere. Şaka gibi değil mi? Silahlanmaya en çok para harcayan, nükleer silah kullanmış ve hâlâ en çok nükleer başlık bulunduran, en çok silah satan ülke ABD. Dünyada en çok Nobel Savaş … pardon Barış Ödülü alan yine ABD.
… Bu konuda kitap okumak için…
Yahudi oldukları için mi zalimler?
İsrail bir çok bakımdan Türkiye’ye benzeyen bir ülke. Paranoyak bir ulus-devlet. “Yoktan var edilmiş bir millet” dört tarafı “düşmanla çevrili” kutsal bir vatanda yaşıyor. Terör tehlikesine karşı ülkenin güvenliği için(?) haklar ve özgürlükler çiğneniyor. Devlet eliyle düşman üretiliyor!
Gidemeyenlerin ülkesi oluyor İsrail… Kendi zulmü altında ezilen, korku içinde yaşayan, dünyasıyla beraber Ahiret’ini de kaybetmiş olan İsrailli zannederimFilistinliden bile daha zavallı bir durumda bu yüzden.Buradan indirebilirsiniz.
İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında
Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz.Buradan indirebilirsiniz.
Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanıadındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.