RSS Feed for This Post

2ci Dünya Savaşı petrol yüzünden mi çıktı?

petrol-savasİkinci Dünya Savaşı denilince çoğumuzun aklına atom bombası, Hitler veya Japonların intihar pilotları kamikazeler gelir. Oysa savaş her şeyden önce ekonomik amaçlı bir hamle değil midir? Yani ticarî pazarlıkla çözülemeyen anlaşmazlıkların şiddet yoluyla “çözülmesi”.

Tarih kitaplarında çok üstünde durulan bir başka boyut daha var, hatırlayacaksınız: Özgürlüklerin ve demokrasinin faşizme, totalitarizme galip gelmesi! Bilmiyorum kaç kişi inanıyor buna? 2ci savaşın galiplerinden biri SSCB yani Stalin Rusya’sı. Gizli polisleri, çalışma kampları, Ukrayna’daki soykırım ve Yahudi pogromları… Hitler’den daha fazla insan öldürmüş bir cani olan Stalin nasıl oldu da ABD, Birleşik Krallık ve Fransa gibi “cici” ülkelerin müttefiki oldu?

Tarih kazananlar tarafından yazılır

Bir Afrika atasözü şöyle diyor: “Aslanlar kendi hikayelerini yazmadıkça, avcıların hikayelerini dinlemek zorundayız”. Belki de artık avcıların bize dayattığı bu kirli gözlükleri çıkarma vakti geldi? Alternatif bir tez atalım ortaya: 2ci dünya savaşı sadece petrol için yapıldı ve sadece petrol sayesinde kazanıldı. Kanaatimizce 2ci savaş endüstrileşmiş fakat petrol fakiri olan üç ülkenin petrol zengini diğer üç ülkeye isyanıdır. Zafer zenginlerin olmuştur.

Ölenleri, yıkılan şehirleri bir kenara koyalım. Biraz para tarafına bakalım işin. Meselâ Normandiya çıkartmasının üzerinden 70 yıl geçmiş. ABD’nin sadece bu operasyon için harcadığı para 18.6 milyar dolar. Özgürlüğü, demokrasiyi ya da Fransız peynirlerini korumak için kim harcar bu parayı? ABD pekâlâ Nazi Almanyasıyla anlaşamaz mıydı? Geçmişte Saddam Hüseyin, bugün Suudi Arabistan, Çin, Rusya hatta İran ile bile anlaşabilen bir ABD neden Nazilere bir defne dalını çok gördü? Yahudi katliamı? Henüz başlamamıştı ki. 1940 Almanyası bugünün “uygar Batı” ülkeleri kadar kan dökmemişti henüz.

Roosevelt Yalta konferansını 1945’te Stalin ve Churchill ile değil de 5 yıl önce Hitler’le ve Hirohito’yla yapsaydı ne olurdu? Öyle ya 23 haziran 1940’ta Almanlar Fransa’yı neredeyse tamamen işgal etmişlerdi. Japonlar da Çin’i almış ve Güney Doğu Asya’da ilerliyorlardı. Savaş hemen bitseydi, on milyonlarca sivilin hayatı kurtulsaydı. Süper güç ABD ve muzaffer güçler Yalta’daki gibi “şurası senin, burası benim” diyerek güzelce paylaşamazlar mıydı dünyayı?

Uncle-Sam-OilGel paylaşalım, bir bana, hiç sana, bir bana hiç sana…

Böylesi “erken” bir Yalta olmadı. Çoğu sivil 70 milyonun üzerinde insan öldü. Asya’da bir çok şehir haritadan silindi. Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları sebebiyle toprak ve su kirlendi. savaş bittikten sonra uzun yıllar sakat doğumlar devam etti, hâlâ da ediyor. Amerikan ordusunun imha etmeye “üşendiği” kullanılmamış kimyasal silahlar Baltık denizini, Kanada’nın göllerini ve İtalyan sahillerini kirletmeye devam ediyor. Avrupa’da taş üstünde taş kalmadı. Neden erken bitmedi savaş?

Bu sorunun tek cevabı savaştan önce petrolün durumu. 1939’da bilinen petrol kaynaklarının %98’i ABD, İngiltere ve Fransa’nın kontrolü altında. Müttefikler, sömürgeler ve kukla devletler vasıtasıyla petrol taşınan yollar da aynı ülkelerin elinde. Savaşın “öcüleri” olan Almanya, Japonya ve İtalya ise tam tersi durumdalar. Petrol yok!

Japonya petrol ihtiyacının %80’ini ithal etmek zorunda. ABD ve Hollanda’nın 26 temmuz 1941’de uygulanmaya başladığı petrol ve çelik ambargosundan sonra adamların halini siz düşünün. Pearl Harbour baskınına bir de bu gözle bakın. Kim kime savaş ilân etmiş? Hawaii’deki Amerikan donanmasına yapılan saldırının tarihi bu ambargodan sadece 5 ay sonra. Eğer gecikselerdi çelikten ve petrolden mahrum kalan donanma zaten savaşamayacak durumda olmayacak mıydı? Donanması çökseydi adalardan oluşan Japonya zaten ABD’nin kölesi durumuna düşmeyecek miydi? Pearl Harbour saldırısı gerekli miydi bilmiyorum ama Japonya’nın ABD’ye karşı savaşa girmeye mecbur edildiği söylenebilir. Petrol bakımından zengin olan bölgeler, meselâ Borneo adası için gerek Japonların gerekse Müttefiklerin yaptıkları fedakârlıklar göz önüne alınırsa Asya-Pasifik cephesinde petrolün rolü daha iyi anlaşılabilir.

Petrol için savaştılar, petrol sayesinde kazandılar

2ci savaş sırasında sürekli değişen çok şey vardı. Ama iki şey sabit kaldı:

  1. Saldırılan hedefler ya petrol yataklarıydı ya da o kaynaklara giden yollar üzerindeki kilit noktalardı.
  2. Savaş boyunca ABD ve müttefikleri istedikleri kadar petrol kullandılar. Mihver Devletler yani Almanya, İtalya ve Japonya ise sürekli stoklarını saymakla meşguldüler.

Tabi birinci sabitimizi görenler “e o zaman Hitler’in Fransa’da ne işi vardı?” diyebilirler. Cevap verelim: Fransızların yüz binlerce varil yakıt stoku vardı ki bir kısmı yüksek oktanlı uçak yakıtıydı. Hitler “Blitzkrieg” denilen yıldırım taarruzlar ile hem kendi birliklerinin yakıt tasarrufu yapmasını sağladı hem de Fransızların stokları kaçırmasını engelledi. Ayrıca işgal altındaki Fransa’nın petrol rafinerileri sökülüp Almanya’ya taşındı. Yine petrol ile bağlantılı olmak üzere Fransızların petrol çıkartılan sömürgeleri ve bu sömürgeleri kontrol etmek için kullandığı güçlü bir donanması vardı. Fakat Hitler bunları ele geçiremedi. Yine petrol ve silah almak için işine yarayacak tonlarca altın rezervi de Alman ordusunun hedefleri arasındaydı. Fransa’da onlarca gizli depoya dağıtılmış bulunan altının çoğu Fansızlara, bir kısmı Polonya ve Belçika’ya aitti. Amerikan şirketleri (Kongre’nin ve başkanın bilgisi dahilinde) savaş boyunca Hitler’e silah ve yakıt satmaya devam ettiler. Bu sebeple Fransız altını petrol almak için Hitler’in çok işine yarayabilirdi ama o da olmadı. Fransızlar altınları gizlice ülke dışına kaçırdılar.

Hitler’in hiç petrolü yok muydu?

Evet… 2ci savaşın başına odaklanalım. 1939’da Almanya’nın yakıt stokları tanklarına bir kaç ay yetecek kadar. Bugün Hitler’in kararları arasında “delilik / saldırganlık” gibi yargıladığımız nice tercih var ki o günkü petrol stokları bilindiğinde çok zekice görünüyor. Fransa’nın işgali, “Almanca konuşan halkları birleştirme” bahanesiyle Orta ve Doğu Avrupa’daki petrol yataklarını hedef alması, Romanya’daki petrolü ele geçirmesi… Hatta Bakü ve Grozny hedefleri.

Aslında savaşın başında Avusturya’da ve Alsace bölgesinde bir miktar petrol var. Ek olarak bugün Batı Ukrayna’da kalan, o sıralarda Polonya’ya ait olan bölgelerde petrol yatakları var. Macaristan’daki Balaton gölü de sayılabilir. Fakat en önemlisi Romanya. 1940’ta Almanlar Ploiesti’deki petrol yataklarını ele geçiriyorlar. Fakat bütün bunlar Alman ordusunun ihtiyaçlarını tam karşılamıyor. Aşağı yukarı %50. Ya geri kalan?

Kömürden elde edilen sentetik yakıt. Yılda yaklaşık 3 milyon ton, bir kısmı uçak yakıtı, bir kısmı ise tanklar ve deniz kuvvetlerinin (Kriegsmarine) dizel motorları için. Toplam yıllık 6 milyon ton yakıt. Yeter mi? Sanırım yetmiyor ki almanlar hâlâ bazı birliklerde atları, katırları kullanıyorlar. Daha kötüsü Alman Hava Kuvvetleri (Luftwaffe) pilotlarını doğru dürüst eğitmek için yakıt bulamıyor. Birleşik Krallık ve Amerikan ordusunun Almanları gökyüzünde çok çabuk yenebilmesi büyük ihtimalle buna bağlı; yani Alman savaş pilotlarının rakipleri kadar uçuş saatine sahip olamamasına.

Hava hakimiyetinin daha savaşın başında Müttefik ülkelere geçmesi ve onlarda kalması savaşın neticesini belirleyen temel faktörlerden biridir: Zira Almanların bu zafiyeti hem Birleşik Krallık topraklarına karşı bir çıkarma yapılmasını engelledi hem de Avrupa’da panzer birliklerinin işini zorlaştırdı.

bombardimandan-sonra-romanyadaki-Ploiesti-rafinerisi-2Petrol kaybı kan kaybı demektir

İkinci savaşta petrol etrafında dönen çok şey var. Hatta belki petrol dışında ne var diye de sorulabilir. Biz bir kaç tanesine dikkat çekelim. Özellikle de savaşın neticesini doğrudan belirleyen şu olaylara:

  1. Almanya’da Kömürden yakıt üreten 20 fabrikanın Mayıs 1944’ten itibaren Amerikan uçaklarınca bombalanması,
  2. Ağustos 1944’te Romanya’daki petrol yataklarına yapılan Rus saldırısı ve Almanların Ploiesti’yi kaybetmesi; bu tarihten itibaren petrol üretiminin durması, Alman ordusunun bir daha yenilenmeyecek olan stokları tüketmesi. (Yandaki resim: Bombardımandan sonra yanan Ploiesti rafinerisi)
  3. 1945 başında, Normandiya çıkarmasından sadece bir kaç gün sonra Wight adasıyla Cherbourg arasına petrol boru hattı döşenmesi. Aslında Wight adasındaki gizli pompa istasyonu çoktan inşa edilmişti, boru döşeme gemileri hazırdı. Cherbourg limanının denizaltılardan ve serseri mayınlardan temizlenmesi bekleniyordu. Bu boru hattı sadece bir başlangıçtı. Devasa Amerikan ordusunun ihtiyaçlarını karşılaması imkânsız olduğundan yeni boru hatları döşendi ama 1945 martına kadar uçaklar 200 litrelik bidonlarla yakıt taşımaya devam ettiler. Bu boru hattı olmaksızın taşıma petrolle Almanya içlerine girilmesi imkânsız olurdu. (Bu hatların bazıları savaştan sonra 1970’lere kadar kullanıldılar)
  4. Petrol kaynaklarını kaybeden Japonya’nın savaşı atom bombasından çok önce kaybettiği ne yazık ki pek bilinmez. ABD’nin nükleer silahı kullanma sebebi Pasifik’te asker ölümlerini önlemek değildi. Halen başlamış olan Soğuk Savaş’ta Ruslara gözdağı vermekti amaç. Ama bu korku Rusları da nükleer silah geliştirmeye itti. Neticesi malum.

Sonuç :Petrol çelik orduların kanı oldu

Modern toplumların endüstrileşmiş savaşları başlamadan önce kimse farkında değildi. Tabi süvari birliklerinin ve piyadenin de “yakıt” problemi vardı. Gerekli saman, arpa, keçi boynuzu, ekmek ve suyu tedarik etmek lojistik bir problemdi ama bir jeopolitik konusu değildi.

Savaşların neticelerini motorlu araçların belirlediği günleri görmek için Birinci Dünya Savaşı’na bakmak gerek: Meselâ eylül 1914’te Marne üzerindeki karşı taarruz için ordunun el koyduğu taksiler 2 günde 5000 askeri Paris’ten cepheye taşıdılar. Verdun cephesinde (1917) Alman saldırılarının durdurulmasına yine motorlu araçlar önemli bir rol oynadılar. Yine 1ci savaşta Atlantik okyanusunu geçip müttefiklerine yardıma gelen Amerikan ordusunun %100 mekanize birliklerinin etkisi askerî uzmanların dikkatini çekti.

Birinci savaştan sonra askerî strateji sahası çok daha teknik olacaktı. Yeni savaşta kahramanlardan çok mühendislere ihtiyaç vardı. Motor ve petrol sayesinde elde edilen sürat adeta orduların asker sayısını arttırmış gibi bir etki yapıyordu. Ayrıca düşman karşısına beklemediği bir yerde, beklemediği bir anda çıkmak; üstelik beklemediği bir ateş gücüyle karşılık vermek muazzam bir avantaj sağlıyordu. İkinci savaşın sonundan günümüze kadar bu teknikleşmenin sürekli arttığını görüyoruz. Bilgi süratin yanında yeni bir savaş aracı oldu. Ama petrol ehemmiyetini muhafaza etti. Hava kuvvetleri ve füze sistemleri toplam stratejik yatırım içindeki paylarını arttırdılar. Zira kendini “uygar” ilân eden devletler beyaz adamın ölmediği “temiz” savaşları endüstrileşmiş topyekün savaşlara tercih ediyorlar. Bu yüzden bugün bütün uygar(?) Batı devletleri petrol bağımlısıdır.

 

petrol-amerika

… E-kitap okumak için…

sen-insansinSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtıNiteliksiz AdamJames Joyce‘nin Ulysses veMarcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, aşkın bir İnsantasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Hürriyetinin yani mes’uliyetinin şuuruyla yaşayan…  sadece İnsan.Buradan indirebilirsiniz.

kapak-kucuk-2Gözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.

Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Kaybedenler Klübü: Anti-demokratik bir muhalefetin kısa tarihi

T.C. kurulurken Hitler, Mussolini ve Stalin başrolleri paylaşıyordu. İki dünya savaşının ortalığı kasıp kavurduğu o korkunç yıllarda “bizim” Cumhuriyet gazetesi’nin faşizme ve faşistlere övgüler yağdırması bir rastlantı mıdır? Kemalistlerin ilâhı olan Atatürk’ün emriyle 80.000 Alevî Kürd’ün Dersim’de katledilmesi, Kur’an’ın, ezanın yasaklanması, imamların, alimlerin idam edilmesi, Kürtleri, Hristiyanları ve Yahudileri hedef alan zulümler de yine Atatürk ve onu ilahlaştıranlar tarafından yapılmadı mı?

Bu ağır mirasa sahip bir CHP ve Türk solu şimdilerde “İslâmî” olduğu iddia edilen bir cemaat ile, Fethullah Gülen’in ekibiyle ittifak içinde. Yobaz laiklerin, yasakların kurbanı olduklarını, baskı gördüklerini iddia ediyor bu insanlar. Ama bir yandan da alenen İslâm düşmanlığı yapan her türlü harekete hatta İsrail’e bile destek vermekten çekinmiyorlar. Tuttukları yol İslâm’dan daha çok bir ideolojiye benziyor: Gülenizm. Millî istihbarattan dershanelere, dış politikadan bankalara kadar her konuda dertleri var. Ama Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Arakan’da zulüm gören Müslümanları dert etmiyorlar. Acayip…

Türk solu, CHP ve Fethullah Bey… Nereden geldiler? Nereye gidiyorlar? Elinizdeki bu kitap meseleyi tarihsel bir perspektifte ele almayı amaçlıyor.Buradan indirebilirsiniz.


freud-kapakGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

fethullah-gulen-kapak

Fethullah Gülen’i yi bilirdik

(Son güncelleme: Üçüncü sürüm, 28 Ocak 2014)

Türkçe Olimpiyatlarını ve Türk okullarını sevmiştik. Gözü yaşlı vaizin Amerika’da yaşamasına alışmıştık. 1980 öncesinde komünizme karşı CIA ile işbirliği yapmasına “taktik” demiştik. Fethullah Gülen aleyhine açılan davalardan birinin iddianamesinde“pozitivist felsefeye karşı olmak” ile suçlanıyordu. Biz de karşıydık pozitivizme. “Aferin” dedik, “bizdensin”.

Bugün gerçek şu ki Fethullah Bey’in ekibi manşetle, kasetle hükümet devirmeye çalışan, yalan haberle Türkiye’yi ve Müslümanları sürekli zora sokan çirkin insanların tahakkümü altında. Bizim sevdiğimiz, güvendiğimiz “küçük eller” ise koyun sürüsü gibi suskun. Medyada, devlet kurumlarında, emniyet ve adaletin içinde çeteleşme, ergenekonlaşma var. Gülen cemaati dünya ile uğraşmaktan ahirete vakit ayıramıyor. Gülen cemaati bir cemaatten başka herşeye benziyor.

Kitabın ilk yarısında Fethullah Bey’i ve ekibini öven, yapılan iyi işleri savunan, destekleyen makaleler bulacaksınız. Bugün yaşadıklarımızla birlikte değerlendirince can acıtan bir soru kendini dayatıyor bize: Fethullah Gülen ve kurmayları bizi baştan beri kandırdı mı? Yoksa “küçük eller” dediğimiz masum insanların  güzel teşkilâtı sonradan mı kokuştu? Kitabı buradan indirebilirsiniz.

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

yitikAfganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Kürtlerin Tarihi Üzerine

kapak_kurt-tarihi-uzerine80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik

Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.

Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 15 Trackback(s)

  2. Ara 16, 2014: Yeni başlayanlar için enerji (1)
  3. Ara 17, 2014: Yeni başlayanlar için enerji (2)
  4. Mar 13, 2015: Bağımsız bir Uygur devleti hayali kuranlar yeni katliamlara çanak tutuyorlar
  5. Haz 14, 2015: Arakan’ı boşaltın, gaz ve petrol geçecek
  6. Eki 16, 2015: Rusya, Çin ve ABD’nin yeni pokeri: Düşük yoğunluklu sürekli savaş | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!
  7. Kas 29, 2015: Savaş, Cihad ve Şehadet aforizmaları | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!
  8. Oca 25, 2016: Büyük Devlet Aforizmaları | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!
  9. May 10, 2016: Taktik ve Strateji Aforizmaları | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!
  10. Eki 23, 2016: Savaş Üzerine / Carl von Clausewitz (2) | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!
  11. Oca 9, 2017: Denizlere hâkim olanlar nasıl dünyaya hâkim oldular? | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!
  12. Şub 10, 2017: Sermaye – Savaş - Ticaret üçgeni ve Okyanuslar - Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene! : Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!
  13. Mar 30, 2017: Türk-ABD ilişkileri neden yağmurlu? | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!
  14. May 5, 2017: Savaş meydanda değil masada kazanılır... Sohbet kaydı yayında
  15. May 9, 2017: Okyanus jeopolitiğinde sabitler ve yeni kartlar | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!
  16. Tem 22, 2017: Çernobil Komplosu / Ahmed Yüksel Özemre

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin