Türkiye’yi İslâmistan’ın dışında mı zannediyorlar?
By Tahsin K. on Haz 29, 2014 in Barış, İslam, islamcilik, Ortadoğu, Uygar(?) Batı
“… Bu çerçevede Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak “yeni düzen” oluşturulmasının dışında kalabilmesi mümkün değildir. Sürecin sancılı olması, büyük acılara neden olması, onun dışında kalınmasını bir seçenek haline getirmemektedir.
Sürece katılımın “Yeni Osmanlılık” ile de bir ilişkisi yoktur. Bu, Türkiye’nin sürece nasıl katılacağı ve bölgedeki değişik toplumların tümünü tatmin edecek hakkaniyetli yeni bir düzenin kurulmasına “ne biçimde” katkıda bulunacağının tartışılmaması anlamına gelmez.
Bu alanda farklı yaklaşımlar, değişik siyasetler önerilmesi, uygulanan politikaların kıyasıya eleştirilmesi mümkündür. Ama diğer bölgesel güçler gibi Türkiye de bu sürece katılacaktır. Buna “bataklıktan uzak duralım” benzeri tezlerle karşı çıkılması “ağaçlara saplanarak ormanı görememek”tir. Ortadoğu’daki çatışmanın “geri kalmış, pusucu Ortadoğulu zihniyeti nedeniyle” yaşandığını düşünerek “bu bataklığa girmememiz”in gerekliliğini vurgulamak, büyük resmi görememektir. Ortadoğu’da “güç” ile kurulan, “zor” ile sürdürülen bir “düzen” “çatışma” ile sona erdirilmektedir. Bu düzeni kuran da sürdüren de Türkiye olmamıştır; Türkiye’nin onu tek başına sona erdirmesi de mümkün değildir.
Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak yeni düzenin âdil olmasına çalışması, bölgede yaşayanların istemlerinin, doğal haklarının stratejik çıkarların önüne geçirilmesine yardımcı olması, değişik grupların çatışan çıkarlarının dengelenmesi alanında tarafsız tutum benimsemesini istemek, buna uymayan siyasetleri eleştirmek ne denli gerekliyse, “Ortadoğu bataklığından uzak duralım” yaklaşımı da o kadar anlamsızdır. Türk Oryantalizminin sanal dünyasında Avrupa’nın gelişmiş toplumları ile komşu olan Türkiye -Avrupa merkezli bir kavramsallaştırmayı anlamsız bulmuyorsak- Ortadoğu’dadır. Bölgeye yüz yıl sonra yeni bir düzen gelmektedir ve Türkiye kendi coğrafyasını yeniden şekillendiren bir sürecin dışında kalamaz. Dolayısıyla tartışmamızın vurgusu “uzak durma” değil “uygulanacak siyasetlerin niteliği” olmalıdır …” (M. Şükrü Hanioğlu)
… Bu konuda e-kitap okumak için…
Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.
İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında
“[…] Hakikatin muhatabı insanlardır, devletler değil. Hakikat bir iktidar söylemi olamaz ve bir iktidara uyruklaştırılamaz. Nitekim şu anda İran rejimi devrimci niteliğini yitirdiği gibi, uyguladığı abartılı ve akıl dışı baskılarla da, insanları giderek İslam dışı arayışlara itmekte. Aynı şeyleri Osmanlı’da ve tersinden Türkiye’de de yaşamadık mı?”
Böyle diyordu Ümit Aktaş kendisiyle yaptığımız röportajda. Müslümanlar “modern” bir dünyada Müslümanca yaşamanın yollarını arıyorlar Türkiye’de, iran’da, Mısır’da ve Avrupa’da, Amerika’da… Kâh demokratik yöntemler kâh devrimler, isyanlarla. Bu arayış bir çok faktörü hesaba katmayı gerektiriyor çünkü çok şey değişti 1400 yıldır: Teknoloji, ekonomi, toplumsal hayat.
Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Adı “İslâmî devlet” konsa bile dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle uygulanması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. Dahası iyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor.
21ci asırda Müslümanca yaşamak için İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri koruyup son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak kolay olmayacak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi – İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.