RSS Feed for This Post

Mürekkep kağıda hasret, kağıt mürekkebe susamış

5275439111_50726efe0e - Copiessxx Mürekkep kağıda hasret, kağıt mürekkebe susamış. Nitelik ve nicelik var olmak için buluşmaya muhtaç. Fikir (eidos, idea, tasavvur, tahayyül…) tatbik edileceği bir satıh ister. Sanatçı yaratmaz, ihdas eder. Batın zahir olur, forma Mecnun gibi materia’sına kavuşmak ister. Varlık kâmil olduğu için vardır. İnsan eğer akıl fenerini Sanat’a çevirirse sanatçının ihdas etme anındaki coşkusundan nasiplenir. O coşku yaratma coşkusudur; sanatçıdan mütevellit değildir ama ondan ve eserlerinden akseder. Sanat aşkı, özünde Aşk-ı İlâhîdir. Bir şeyi sadece güzel olduğu için sevebilen insan ALLAH’ı sevmiş olur. Çünkü eşyaların sûretleri onları aydınlatan, anlaşılır kılan bir nûr gibidir. Bu nûr sûretsiz maddeyle kesiştiği noktada sınırlanır; hudutları yüzünden kumsaldaki ayak izleri gibi görünür ve akledilir… Sonra Zaman’ın dalgaları gelip o izleri silerler. Hülasa sûret eşyanın tasvirî cevheridir ve bu mânâda bizzat aşkındır.

Forma ve Materia

Aristocu tasavvura göre işlenmemiş taş (gr. ὒλη; lat. materia) sanatçının nefsini temsil ediyordu. Taşa vermek isteği şekil (gr. είδος; lat. forma) ise ilâhî hakikatin veçheleriydi. Sanatçının görevi lüzumsuz ve istenmeyeni taştan ayırmak ve baştan takdir edilen sûreti ona vermekti. Taşta batın olanı nihaî eserde zahir hale getirmekti. Haliyle Sanat yaratmak değil ilâhî mânâda makbul olanı ortaya çıkarmaktı.

Günlük hayatta kullanıldığı üzere yontulmamış taşı “ham” haldeki hammaddeyi anlayabiliriz ama şekilden bağımsız tasavvur edemeyiz yine de. Eğri büğrü de olsa taş, tahta, demir… bir şekle bürünmüş olmak zorunda. Diğer yandan kare, üçgen vs bir şekil tahayyül edebiliriz ama bu şekil bir maddeye giydirilmediği müddetçe soyuttur, gerçek hayattan kopuktur. Bir tebeşirle tahtaya çizilebilir, bilgisayar ekranında pikseller ile teşkil edilebilir. Ama illâ ki bir maddeye giydirilmelidir. Aksi takdirde gerçek değil bir murad gibidir, bir dilek, doğmamış bir çocuk:

maillets-ciseaux“… Şekil ancak madde ile birleştiğinde ölçülebilir hale gelir. Madde ise şekle bürünerek akledilebilir. Bu bağlamda [Rönesans öncesi dinsel sanata hakim olan] geleneksel sanatlar natüralist veya illüzyonist sanatlara kıyasla daha hakikidir. Zira bu tür sanatlarda maddenin özelliklerini saklama eğilimi vardır …” (Burckhardt*)

Taştan kanatları vardı; bir akşam üzeri uçup gitti!

Bir hat veya ebruya baktığımızda sanatkârın dindar olup olmadığını anlayabilir miyiz? İnançlı insanların yaptığı resimler ateistlerin resimlerine benzer mi? Manevî hislerin, inancın, imanın, hikmetlerin eşyaya nüfuz etmesi acayip bir mevzu. Biz bir tekkede veya camideyken içimizi kaplayan hûşu bir yanda; o mekânın mimarîsiyle, estetik tercihleriyle kurduğumuz münasebet diğer yanda. İkisi birbirine nasıl eklemlenir? Mekânın ölçüleri, renkleri, aydınlatması… kısacası objektif olarak o mekân hakkında söyleyebileceklerimiz bu etkileşimin neresindedir?

stone_angel_wings_by_ashensorrow-d3br086Hissiyatımız ne olursa olsun, dışarıdan bakan biri de bize “duygulanman normal, sen Müslümansın” diyebilir. İyi ama ibadetini yapan bir Taoist yahut bir Budist de bir kalp huzuru hissetmiyor mu? Zaten öyle olmasa binler, yüzbinlerce insan o tapınaklara gider miydi her gün, her hafta, her sene? Peki buralar sadece “tapınak” olduğu için mi var bu his? Meselâ disko gibi ya da bir otel odası, bir Çin lokantası gibi döşenmiş mekânlar neden kalbimizde aynı manevî hisleri uyandırmıyor? Demek ki mimarî ile, görsel sanatlar ile manevî hisler arasında şeklî bir münasebet var. Dinî duygularımız sadece kültürel birikimle, alışkanlık ve taklitle açıklanamaz:

“… Aklın nûru bize ait değildir. Her yerde var olan O’nun kelâmındandır. Müşahede edilebilen, bilinebilen dünya niteliklerin yani sûretlerin dünyasıdır. Boetius (5.yy, De Unitate et de Uno) sûretlerin yani niteliklerin bizzat aşkın olduğunu söylüyordu ve diyordu ki her şeklî düzen ontolojik mânâda Tevhid’in ispatıdır. […] Aritmetik, geometri ve müzik üç varoluş şartına tekabül eder ki bunlar sayılar, mekân ve zamandır. Kevnî ahengin ilmi olan astronomi bunların her üçünü birden ihtiva eder …” (Burckhardt*)

eglise1 - Copie - CopieBurada ilginç bir noktaya varıyoruz: Sanat eserinin yapıldığı malzeme (taş, demir, tahta…) ve bu malzemeye verilen şekil arasındaki ilişkinin manevî vasıflar taşıması. Hatta görsel tercihlerin kendine has bir lisan kisvesine bürünmesi… Ve tabi bu manevî vasıfların, bu lisan-ı sûretin seyircileri daha erdemli olmaya teşvik etmesi, dünyevî duyguları, nefsanî arzuları bastırıp uhrevî hisleri güçlendirmesi. Titus Burckhardt bu münasebetin İslâm, Hristiyanlık, Taoizm, Budizm ve Hinduizm’de mevcut olduğunu, bu inançlardan olan sanatçıların eserlerinde tezahür ettiğini söylüyor. Biz meseleyi netleştirmek için piskopos ve ilâhiyatçı Durand de Mende tarafından 13cü asırda yazılmış bir metinden istifade edelim: Rationale divinorum officiorum:

 “… Tanrı’ya yakarmak için insanların toplandığı Kilisenin cismi göklerdeki Tanrı’nın kilisesinin rumuzudur ki bu kilise canlı taşlardan bina edilmiştir. Bu kilisenin temel taşı İsa’dır (a.s) ve havarileri, azizler, onlara inanan ve inanacak olanlar da onun üzerinde yükselir. […] Ama kaderinde sonsuz bir hayat yaşamak olan sadıklar Kıyamet gününe kadar bu eserin yapı taşları olacaklar. Taş ancak başka taşlar üzerine konarak yükselir. O sadıklar kilise içinde çocuklara dini öğretmek, imanlarını güçlendirmek için ¨canla başla çalışırlar. Sıkıntıdaki kardeşlerinin yardımına koşanlar Tanrı’nın manevî evi için taş taşırlar. Bazı taşlar vardır ki diğerlerinden büyüktür ve çok düzgün biçimde kesilmiştir. O taşlar binanın dışına yerleştirilir ve aralarına daha küçük taşlar konur. İşte bu taşlar diğer insanlardan daha kâmil olanların simgeler. Erdemleri ve dualarıyla kendilerinden daha zayıf olan kardeşlerini Kilise’nin dahilinde kalmasını sağlarlar …” (9cu bölüm, Taşlar Hakkında)

Dikkat ederseniz taşın düzgün yontulmasıyla insanın erdemli olması arasında bir paralellik kurulmuş. Kâmil insanlardan, “canlı taşlardan” bahsedilmesi bir rastlantı değil. Nefsin tezkiyesi için taşın yontulmasının rumuzu İncil’den geliyor:

“… O’na gelin. İnsanlarca yadsınan ama Tanrı yanında seçilmiş olan diri ve değerli Taş’a.’ Sizler de canlı taşlar gibi manevî haneyi oluşturun. [Halka hizmet eden] erdemli ve kâmil insanlar olarak yükselin. Tanrı’yı hoşnut edecek kurbanlar getirin …” (Petros’un 1ci mektubu)

 

(*) Kutsal Sanatın İlkeleri ve Yöntemleri / Titus Burckhardt – Principes et méthodes de l’art sacré, Lyon, 1958

 

8179879993_3e11bc1ab8

… E-kitap okumak için…

sen-insansinSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.

kapak-kucuk-2Gözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.

Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Kaybedenler Klübü: Anti-demokratik bir muhalefetin kısa tarihi

T.C. kurulurken Hitler, Mussolini ve Stalin başrolleri paylaşıyordu. İki dünya savaşının ortalığı kasıp kavurduğu o korkunç yıllarda “bizim” Cumhuriyet gazetesi’nin faşizme ve faşistlere övgüler yağdırması bir rastlantı mıdır? Kemalistlerin ilâhı olan Atatürk’ün emriyle 80.000 Alevî Kürd’ün Dersim’de katledilmesi, Kur’an’ın, ezanın yasaklanması, imamların, alimlerin idam edilmesi, Kürtleri, Hristiyanları ve Yahudileri hedef alan zulümler de yine Atatürk ve onu ilahlaştıranlar tarafından yapılmadı mı?

Bu ağır mirasa sahip bir CHP ve Türk solu şimdilerde “İslâmî” olduğu iddia edilen bir cemaat ile, Fethullah Gülen’in ekibiyle ittifak içinde. Yobaz laiklerin, yasakların kurbanı olduklarını, baskı gördüklerini iddia ediyor bu insanlar. Ama bir yandan da alenen İslâm düşmanlığı yapan her türlü harekete hatta İsrail’e bile destek vermekten çekinmiyorlar. Tuttukları yol İslâm’dan daha çok bir ideolojiye benziyor: Gülenizm. Millî istihbarattan dershanelere, dış politikadan bankalara kadar her konuda dertleri var. Ama Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Arakan’da zulüm gören Müslümanları dert etmiyorlar. Acayip…

Türk solu, CHP ve Fethullah Bey… Nereden geldiler? Nereye gidiyorlar? Elinizdeki bu kitap meseleyi tarihsel bir perspektifte ele almayı amaçlıyor.Buradan indirebilirsiniz.


freud-kapakGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

fethullah-gulen-kapak

Fethullah Gülen’i yi bilirdik

(Son güncelleme: Üçüncü sürüm, 28 Ocak 2014)

Türkçe Olimpiyatlarını ve Türk okullarını sevmiştik. Gözü yaşlı vaizin Amerika’da yaşamasına alışmıştık. 1980 öncesinde komünizme karşı CIA ile işbirliği yapmasına “taktik” demiştik. Fethullah Gülen aleyhine açılan davalardan birinin iddianamesinde“pozitivist felsefeye karşı olmak” ile suçlanıyordu. Biz de karşıydık pozitivizme. “Aferin” dedik, “bizdensin”.

Bugün gerçek şu ki Fethullah Bey’in ekibi manşetle, kasetle hükümet devirmeye çalışan, yalan haberle Türkiye’yi ve Müslümanları sürekli zora sokan çirkin insanların tahakkümü altında. Bizim sevdiğimiz, güvendiğimiz “küçük eller” ise koyun sürüsü gibi suskun. Medyada, devlet kurumlarında, emniyet ve adaletin içinde çeteleşme, ergenekonlaşma var. Gülen cemaati dünya ile uğraşmaktan ahirete vakit ayıramıyor. Gülen cemaati bir cemaatten başka herşeye benziyor.

Kitabın ilk yarısında Fethullah Bey’i ve ekibini öven, yapılan iyi işleri savunan, destekleyen makaleler bulacaksınız. Bugün yaşadıklarımızla birlikte değerlendirince can acıtan bir soru kendini dayatıyor bize: Fethullah Gülen ve kurmayları bizi baştan beri kandırdı mı? Yoksa “küçük eller” dediğimiz masum insanların  güzel teşkilâtı sonradan mı kokuştu? Kitabı buradan indirebilirsiniz.

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

yitikAfganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Kürtlerin Tarihi Üzerine

kapak_kurt-tarihi-uzerine80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik

Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.

Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.

 

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin