Faşizm Bitti, Yaşasın Liberal-Faşizm!
By my on Eki 13, 2014 in Demokrasi, Ekonomi, faşizm, Liberal Totalitarizm
Siyasal terimler sözlüğünde böyle yazıyor: Politik güçle ekonomik gücün aynı elde toplanması. Stalin, Hitler vb örneklerde olduğu gibi devlet bütün ekonomik faaliyeti kontrol altında tutunca adına “totalitarizm” deniyordu. Bürokrasi piyasayı eziyordu eskiden. Malların fiyatına devlet karar veriyor, ihracatı, ithalatı, üretimi ve hatta tüketimi devlet memurları planlıyordu. (Bkz. Derin MAЯҖ isimli e-kitap)
Bugün tersi oluyor. Piyasa bürokrasiyi ele geçirdi. Devlet yönetenler enerji ve finans devlerinden gelen “danışmanların” ve lobilerin ablukası altında. (Bkz. ABD: Demokrasi mi oligarşi mi? isimli kategorideki şemalar ve lobilerin ABD yönetimindeki yerleri) Netice? Halk iradesiyle, demokrasiyle verilen kararlar bankaların emriyle iptal oluyor. Ulus-devletler hem halkın hem de kurum olarak devletin aleyhine hareket ediyorlar. Büyük şirketler, bankalar, enerji devleri vergi ödemiyor. Devlet içinde bağımsız devletler gibi hareket ediyorlar.
Dahası ulus-devletlerin kilit adamları daha görevden ayrılmadan özel şirketlerle anlaşıyorlar ve müstakbel patronlarına “kolaylık” sağlıyorlar. Örnek? Goldman Sachs. G20 ve hatta Afrika ülkelerine kadar bir çok makam eski ve/veya müstakbel Goldman Sachs müdürlerine ait. Meselâ Avrupa merkez bankası (Mario Draghi), İngiltere merkez bankası (Mark Carney) İtalyan hükümeti (Mario Monti), İngiliz hükümeti (David Cameron)
Ama bu banka bir istisna değil. ingiltere eski başbakanı Tony Blair JP Morgan’a gitti. İngiliz eski ticaret bakanı lord Mandelson Lazard’da , 1998 ile 2005 yılları arasında Almanya Başbakanı olan Gerhard Schröder 250.000 € maaşla Rus enerji devi Gazprom’a geçti. Görevden ayrılmadan önce GazProm’un ihtiyacı olan bir çok projeyi onaylamış. Üstelik Deutsche Bank ve bir KOBİ destekleme bankası olan KfW 1 milyar € kredi vermiş GazProm’a. Tabi başbakanın yani Schröder’in garantisiyle! Aynı Schröder’in Goldman Sachs ve Rothschild’de danışmanlık yapması da ayrı bir anormallik. Son olarak BNP Parisbas’ya transfer olan Jean Lemierre’i hatırlayalım. EBRD’nin eski başkanıydı. (European Bank for Reconstruction and Development).
“Küresel oligarşi” diyebileceğimiz sistem giderek liberal totalitarizme evrildi. Bırakın kafa tutmayı, bu sistemi eleştirmek bile neredeyse imkânsız. Medya patronlarının baskısı eski totaliter rejimlerin sansürü gibi. “Sistem” aleyhine yazan gazetecilerin içinde işten atılan ve medyada iş bulması engellenen bir çok insan var.
Netice
Genelde insanlar “tehlike geliyor” uyarısını duyunca büyük bir hadise olmasını beklerler: Bir duvara toslamak yahut bir uçurumdan düşmek gibi. Oysa liberal faşizm daha çok bir bataklığa benziyor. Dizinize kadar giriyorsunuz, alışıyorsunuz. Sonra biraz daha batıyorsunuz. Ama o kadar yavaş batıyorsunuz ki her seferinde “duvara toslamadık, demek yanıldılar” diyorsunuz. Hayır duvara toslamayacağız ama dibi bulabiliriz!
… Bazı gerçekler ve liberal yalanlar üzerine okumak için…
Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?
4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.
Dünyada da tuhaf şeyler oldu:
- Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
- Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.
“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:
- Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
- Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri çekmeye mi çalışıyor?
- Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?
Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın”çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda.“Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.
Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitaptaliberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.
Liberalizm Demokrasiyi Susturunca
Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.
Atina’da, Roma’da, Madrid’de ve Washington’da artık halkın değil bankaların dediği oluyor. Batı’da demokrasi geriliyor, yeni bir düzen kuruluyor. Alıp satma özgürlüğü nasıl oldu da halkı bankaların kölesi yaptı?
İnsanî değerlerin değil maddî değerlerin hakim olduğu her toplum kendi arsızlığı altında ezilmeye mahkûm aslında. Thomas Jefferson, George Washington, Max Weber, Hannah Arendt, Karl Marx ve Alexis de Tocqueville’in eserlerinde ısrarla üzerinde durulan bir mesele bu. Zenginleşmeye ve para ile daha çok haz almaya odaklanan insanlar bencilleşiyorlar. Siyasetten, cemiyetin dertlerinden uzak, oy kullanmaya bile üşenen bir güruh çıkıyor meydana.
Tam da bu yüzden Batı’da demokrasinin en büyük düşmanı batılı insan modeli oldu. Kendini özel hayatına hapseden, lüks tüketime, tatile, konfora odaklanan batılı insanlar politikadan uzaklaştılar. Bu refah toplumunun bireyleri diğer insanların dertlerine duyarsızlaştı. Para bu süreçte kutsallaştı. Yine bu yüzden bankalar ve bankacılar ilahlaşarak hukukun üstüne çıkabildiler.
İşte bu fikrî zemindir sermayeyi aşırı büyüten, savcıları, hakimleri bile etkisiz hale getiren. Bankacılarına söz geçiremeyen batı toplumları tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler… Peki 2008 ekonomik kriz süreci nasıl gelişti? Krizi tetikleyen ve büyüten ne oldu?
Bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Yaklaşık 40-50 kişilik bir ekip. Kriz sürecinden zenginleşerek ve güçlenerek çıktılar. Banka kurtarma operasyonlarıyla halen zenginleşmekteler.
Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor:
- Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler?
- “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar?
- Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?