RSS Feed for This Post

Taoist resim sanatında mekân ve Boş’luk

Ma_Lin_gun-batisinda-nehirParis’in müstesna semtlerinden birinde, Iéna meydanındaki Musée Guimet’deyiz. Kısa süreli bir sergi için Çin’den ve Japonya’dan getirilen manzara resimlerin sergilendiği salondayız. 13cü asır ressamı Ma Lin tarafından renkli mürekkeple ipek üzerine yapılmış bir manzaraya çevirmişiz nazarlarımızı: “Batan güneşin ışığında nehir”. Avrupalı manzara resimlerindeki figürlerin aksine büyük bir boşluk hemen dikkatimizi çekiyor. (Büyük görmek için resme tıklayın.) Çinli ressam ne bulut ne de akarsuyun dalgalarını tasvir etmeye gerek duymamış. Buna rağmen biz yani seyirciler gökte göğü, yerde suyu görüyoruz. Suyun aksine resmedilmiş olan dağlar kadar gerçek bir su var. Susarak derdini anlatan bir insan gibi ressam Ma Lin de çizmeyerek gösteriyor görülmesi gerekeni. “Gereken” diyorum çünkü ressamın maksadı seküler değil dinî. Manevî hislerle ihdas edilmiş bir eser bu. Karşısına geçip tefekküre dalmayı kolaylaştıran, insanı meditasyona hazırlayan bir sükûnet var. Oysa geçen bölümlerde anlattığımız gibi Avrupa’da Rönesans sonrasında çizilen resimler konu bakımından dinsel iken lisan-ı sûret itibariyle sekülerdi:

Taoist sanatta ise tam tersi bir durum söz konusu: Konu çoğu kez seküler olsa bile resmin kendisi dinsel! Kâinat’ın her yerinde varlığı müşahede edilen bir maneviyat resmediliyor. Hakikat ne figürlere ne de rumuzlara sıkıştırılmamış. İngilizlere uzak geldiği için “Uzak Doğu” denen bu coğrafya bendenize çok ama çok yakın. Ressamın maneviyatına aşına hissediyorum kendimi. Zira Avrupa resmi gibi bakılan değil tıpkı İslâm sanatında olduğu gibi okunan bir resim var karşımızda. Görünenlere bakarak Görünmez’i okuyoruz. Taoizm’in kurucularından Çuang-Tzû’nun (莊子) dediği gibi:

 “Eğer Tao âşikâr kılınırsa o artık Tao değildir”

Zahir’e bakarak Batın’ı akletmek… Taoist ressamların Müslümanlara daha uygun bir sanat dili kullandığı söylenebilir. Zira Kâinat’ın her zerresi bize Hakikat’i hatırlatır. Kur’an’dan, Siyer-i Nebi’den olayların çizgi roman gibi aktarılması gerekmez! İslâmî sanat yapmaya çalışan acemi ressamlar gibi illâ cami, semazen ve ak sakallı dede çizmek de gerekmez. Bu ögeler resmi İslâmî değil oryantalist yapar. Lisan-ı sûreti şirk üzere inşa edildikten sonra bir resmin Avrupa’da veya İslâmistan’da yapılmasının ne önemi var?

Taoizm’de inanç ve sanat arasındaki münasebet

Dağ, bulut, ev, ağaç gibi figürlerin bulunmasına rağmen Taoist resmi “figüratif resim” diye etiketlemek imkânsız. Figürlere rağmen soyut olmayı başaran bu sanatın hakkını teslim etmek için en azından tenzihî olduğunu söylemek gerek. Yani Avrupa’da Rönesans sonrası teşbih hakimiyetinin aksine Doğu Asya’da Taoist ressamlar eşyaya benzemekten münezzeh olan Hakikat’i resmetmek için boşluğu kullanmışlar. Haliyle çizdikleri, tasvir ettikleri eşya anlatmak istedikleri mânâya işaret eden bir vasıta olmuş. Ama asla mânâları resmetmeye veya remzetmeye çalışmamışlar. Yine Çuang-Tzû’nun sözlerinden istifade edersek:

“Olta balık için var, balığı yakaladıktan sonra oltayı unutabilirsin. Tuzak tavşan için var, tavşanı yakalarsan tuzağı unutabilirsin. Kelimeler mânâ için var, bir kez mânâyı tahsil ettikten sonra kelimeleri de unutabilirsin. Kelimeleri unutmuş ve bu sayede kendisiyle konuşabileceğim bir kişiyi nerede bulabilirim?” (Çuang-Tzû)

Görünenlere bakarak Görünmez’i okumak

İslâm, Taoizm, Budizm diye ayırmıyorum. Dinî sanatın gereği bu. Din insan içindir. Hayvan bakar, insan okur. Eğer İnsan’a yahut insanlara hitab eden ilâhî bir mesajı iletiyorsanız önce onlara saygı duymalısınız. Taklitçi sanat bu yüzden dinsel mesajları vermeye uygun değildir. Taklitçi sanat yalancıdır, illüzyonlar, vehimlerle aldatır insanları. Titus Burckhardt’ın tabiriyle ifade edersek: “Hakikat’i yalan söyleyerek anlatamazsınız”. Gerçek sanat insanları uyandırır. Nasıl? Eser kendine bakanı zaten onlarda olan güzelliklerden haberdar eder. Gerçek sanat bir uyandırıcıdır, öğretici değildir. (Bkz. bu konudaki iki e-kitabımız: Gözle dinlenen müzik: Tezyin ve Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır)

Eskiden Hristiyan ikonaları da çizilmezmiş, yazılırmış. Çünkü Rönesans öncesi Avrupa sanatı bakılan değil okunan bir sanatmış. Görünlere bakarak Görünmez’i okurmuş insanlar. Yunanca “γράφετε” (grafete) ve Rusça “писать” (pisayt) hem yazmak hem de çizmek anlamına geliyormuş. Yani İncil ve ayin prosedürlerini anlatan metinler gibi ikonlar da YAZ-ılırmış. (Bkz. Derin Lügat Maddesi Yazmak / Çizmek / γράφετε / писать / كتابة)

Kısacası eşyaya benzemekten münezzeh olan Yaratıcı’nın tasviri teşbihî değil tenzihî olabilir. Taoist ressamların da inancı, şuuru bu cihette. Bu konuda Lao Tse’nin kitabı Yol ve Erdem’de şöyle denilmiş meselâ (Bölüm 14) :

“… Bizler O’nu görmeye çalışsak bile O’nu görmek imkânsızdır. Bu bakımdan O’na “sûretsiz” denilebilir. Bizler O’nu işitmeye çalışsak bile O’nu işitmek imkânsızdır. Bu bakımdan O’na “işitilmesi mümkün olmayacak kadar sessiz” denilebilir. Bizler O’nu kavramaya çalışsak bile O’na dokunmak imkânsızdır. Bu bakımdan O’na “olağanüstü ufak” denilebilir. O, bu üç veçhesiyle de derinliklerine varılamaz, anlaşılamaz ve kavranılamazdır. Ve üç veçhe ise Vâhid’de mezc olmuş olup tevhîd hâlindedirler. (Genellikle bir nesnenin üst kısmı parlak ama alt kısmı gölgeli ve karanlık olur. Ama Tao için bu böyle değildir). O’nun üst kısmı (özellikle) parlak değildir. Alt kısmı da (özellikle) karanlık değildir. Faaliyetinin, tıpkı bir sonsuz vida gibi, nihâyeti yoktur ama buna bir ad bulmak imkânsızdır. Ve (O’nun bu nihâyetsiz yaratıcı faaliyeti), sonunda, ezelî Adem’e rücû’ eder. (ifâde tarzımızı zorlayarak da olsa) O’nu sûretsiz bir Sûret ya da tasvirsiz bir Tasvîr olarak tanımlayabilir miyiz? O’nu Muğlâk-ve-Belirsiz diye tasvîr edebilir miyiz? O’nun karşısında olduğumuz hâlde onun yüzünü görmüyoruz. O’nun arkasından gittiğimiz hâlde ensesini de görmüyoruz …”

Evet, bu bilgiler ışığında Taoist resmin Çin kaligrafisinden doğduğunu yani çizilen değil yazılan bir resim olduğunu söylersek sanırım kimse itiraz etmez. Hatta tıpkı Müslümanların tezhipte yaptığı gibi Taoistlerin de görsel bir alfabe kullandıklarını iddia edebiliriz. Aşağıdaki örnekleri dikkatinize sunuyorum. (1600 pikselde görmek için üzerine tıklayabilirsiniz):

gorsel-harfler

Çin şiiri ve resmi konusunda uzman bir isim olan François Cheng’in “Boş ve Dolu” adlı kitabından alınmış olan bu “harflerin” Taoist resim örneklerinde nasıl kullanıldığına dikkat edin. Meselâ dağlara dikkatle baktığınızda tek ve özel bir dağ değil aynı kaya deseninin (ing. pattern) tekrar ettiğini göreceksiniz. Ağaçlar, bambu yaprakları için de aynı şey geçerli. Bu tekrar etme tekniği resme bir “musiki” kazandırıyor. Statik ve atıl bir resim değil gözlerle dinlenen bir nağme buluyorsunuz karşınızda.

Ne kazandırıyor bu seyredene? Zaman’ı ve Mekân’ı bölmemiş oluyor Taoist ressam. Taklitçi sanat gibi gerçekçi değil belki ama tabiri caizse “hakikatçi” bir görsellik bu. Dikkate değer bir başka unsur ise merkezî perspektifin bulunmayışı. Uzaktaki unsurlar daha yukarıda çiziliyor. Buna bir de düşey/yatay kadraj etkisini ekleyin. Yani eni boyundan yahut boyu eninden çok daha geniş olan satıhların kullanılmasını kastediyorum. Gözleriniz aşağıdan yukarıya veya soldan sağa resimle beraber seyir halinde oluyor. Bu bakımdan bütün unsurlar Zaman-Mekân bütünlüğüne katkıda bulunuyorlar. Yani harfleşen görseller, tekrar yolu ile müzik notaları gibi kullanılmaları, merkezî perspektifin olmayışı, kadraj… Hatta bu listeye ışık-gölgeyi de ekleyebiliriz.  Barok resimde, özellikle Caravaggio veya Rembrandt gibi ressamlarda doruk noktasına ulaşan ışık-gölge seyirciye yapay bir ışık kaynağını dayatıyor. Oysa Taoist resim ışığı da yine susarak anlatıyor yani karanlığı çizmeyerek. Hülasa her unsur görsel bir saz semaisine tevhid ediyor adeta. Titus Burckhardt’ın dediği gibi:

“… Kendini progresif şekilde, yavaşça açan bu görsel seyir zaman ile mekânı birbirinden tam olarak ayırmadığı için yaşanan gerçekliğe daha yakın. Merkezî perspektif ise bakışı yapay olarak bir noktaya hapsediyor.  […] Taoist ve Budist resimler , ışık-gölge oyunları ile bir ışık kaynağı belirtmezler. Ama bu onların bir ışık okyanusu içinde yüzmesine engel olmaz. Bu adeta sedef yansımaları olan semavî bir okyanustur. Bu karanlık yokluğu ile elde edilen bir ışıktır, Budizm’deki Sunyata (sanskrit. शून्यता) yani Ben’lik anlayışının olmadığı bir yokluk,…”

İyi bir gezginin amacı bir yere varmak değildir

Lao Tse’nin (老子) ünlü bir sözü bu. Yol mudur maksat yoksa menzil mi? En azından sanat eğitimi için Taoizmin seçimi aşikâr. Ortaya çıkacak olan esere değil ihdas etme sürecine odaklanmak. İslâmistan’a hattatların, ebru üstadlarının çalışmaya başlamadan önce abdest aldıklarını, belli dualar ettiklerini duymuşsunuzdur. Sanatçının sanatı bir ürün değil bir süreç hatta bir ibadet olarak algıladığını göstermez mi bu? Çin kaligrafisi ve resminde de “çıraklar” uzun müddet fırçaları, mürekkebi vs hazırlamayı öğreniyorlar. Çok sıradan hatta angarya sayılabilecek işlerle uzun vakit uğraşıyorlar. Ancak bu uğraşı sanatçının Ben’liğini algılaması ve onun etkisinden kurtulması için gerekli. Aksi takdirde “en güzel İsa (a.s.) resmini BEN yaparım” diye övünen Hristiyan ressamlara benzeme tehlikesi büyük.

Titus Burckhardt sanatçının Ben’liği aradan çıkartarak eriştiği uyanış sürecinin Zen Budizmindeki “satori” (悟り) kavramına tekabül ettiğini söylüyor:

“… Taoist-Budist ressam yöntemi ve zihinsel yönelişiyle bireysel iddialardan uzaktadır. Batıdaki empresyonist resmin aksine tabitatın anlık varoluşu daha “üst” bir gerçekliğin, Hakikat’in tecellisidir. Bu yüzden Avrupalı gibi Ben’in izlenimleri değildir resmedilen. Ben’lik tefekkürün sükûnetinde eriyip gider. Hareketin ebediyet hissi ile durduğu anın mucizesi eşyanın cevherî ahenginin perdesini açar. Günlük hayatta bu ahengin farkına varmayız çünkü indî/sübjektif sürekliliğimiz bunu perdeler. O perde aniden yırtılıverince varlıkları, eşyayı birbirine bağlayan münasebetler cevherî Bir’liklerini gözler önüne sererler. Meselâ bir şelalenin önünde duran iki balıkçıl kuşundan biri suyun dibini karıştırırken diğeri başını havaya kaldırmış dinliyor. Anlık ve durağan bu iki hareket sırlı bir şekilde suyla ve rüzgârın büktüğü kamışlarla, uzaktaki dorukların sisleriyle birleşir. Bakire doğanın bir veçhesi üzerinden Zaman dışı varoluş ressamın ruhuna dokundu …”

Netice

Dinsel sanatlar kanaatimce yerel kültürü değil ilâhî mesajın Bir’liğini gösteriyor. İslâm sanatı örnekleri ile Rönesans yıkımı öncesi Hristiyan sanatını, Budist ve Taoist ressamların eserlerini yanyana koyduğumuzda hep aynı çabayı görüyoruz: Ben’liği aradan çıkarmak, tefekkürle Hakikat’e yaklaşmak ama aynı zamanda esere bakan seyirciyi bu seyre dahil etmek…

Kullanılan yöntemler de birbirine benziyor: Anatomi, merkezî perspektif, gerçekçi renkler, ışık-gölge gibi taklitçi tekniklerden kaçınma, figüratif ya da figürsüz şekilde mücerred arayışlar, kadraj ve tezyinî yaklaşımlarla müzikleşen, Zaman’ı Mekân’dan ayırmayan görseller…

Dinî sanatın yerel ve tarihsel motifleri Hakikat’i saklamıyor. Tersine kesretten Tevhid’de giden bir yol bu. Sadece Uzak Doğu gibi “uzak” adlı yakın coğrafyalarda değil Kuzey Amerika’da, Afrika’da ve daha bir çok yerde sanatçılar O’nun Cemâl ve Celâl sıfatlarını okuyabileceğimiz resimler nakşediyorlar. Bunu yaparken bazen teşbihî yol seçilse de en kâmil dinî sanatlar tenzihî olanlar. O’nun tecelliyatını resmetmekten gaye O’nu okumak. Ama asla putlaşacak resimler ve heykeller yapmak değil. Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre’nin tercüme ettiği Taoculukta Anahtar Kavramlar kitabının müellifi Toshihiko Izutsu’nun sözleriyle ifade edersek:

“… Tao’nun ya da mutlak olması bakımından Mutlak’ın “adsız” olduğunu ifâde etmek yâni Tao’nun herhangi bir adla adlandırılmayı reddetmesi, çağdaş terminoloji açısından, O’nun lâf kalıplarına sığan bir anlamı olmanın ötesinde kaldığı anlamındadır. Bu ise Tao’nun hem düşünce ve hem de hisler aracılığıyla idrâkin ötesinde [aşkın, müteâl] kaldığını söylemeğe denktir. Tao öyledir ki O’nu ne Akıl idrâk edebilir ve ne de duyu organlarımız algılayabilir. Başka bir deyişle, Tao mutlak sûrette her şeyden Münezzeh’dir …”

 

… Sanat üzerine e-kitap okumak için…

Öteki Sinemanın Çocukları

oteki-sinemanin-cocuklariYakında sinemanın bir endüstri değil sanat olduğuna kimseyi inandıramayacağız. Zira “Sinema Endüstrisi” silindir gibi her şeyi ezip geçiyor. Sinema ürünleşiyor. Reklâm bütçesi, türev ürünlerin satışı derken insanlar otomobil üretir gibi film ÜRETMEYE başladılar. Belki en acısı da “sinema tekniği” öne çıkarken sinema sanatının unutulması. Fakat hâlâ “iyi bir film” ile çok satan bir sabun veya gazozun farkını bilenler de var. Çok şükür hâlâ ustalar kârlı projeler yerine güzel filmler yapmaya çalışıyorlar. Derin Düşünce yazarları da “İnsan’sız Sinema Olur mu?” kitabından sonra yeni bir sinema kitabını daha okurlarımıza sunuyorlar. “Öteki Sinemanın Çocukları” adlı bu kitap 15 yönetmenle buluşmanın en kolay yolu: Marziyeh Meshkini, Ingmar Bergman, Jodaeiye Nader Az Simen, Frank Capra, Dong Hyeuk Hwang, Andrey Rublyov, Sanjay Leela Bhansali, Erden Kıral… Buradan indirebilirsiniz.

 

kapak-kucuk-2Gözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.

Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

yitikAfganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.

İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmakolabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

İnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik!güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk.Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar.Buradan indirebilirsiniz.

Şiirlerim, Öykülerim / Cemile Bayraktar

İnsan ya zevkten yazar ya dertten yazar. Ama insan bazen dertli olduğunu kendi bile bilmez, derdini ve zevkini kendi yazar ama farkında değildir, derdini de, şevkini de bazen kendi yazmamışçasına, yazdığından okur, insanın kendinde bilmediği yansımıştır yazıya, insan dertten yahut zevkten yazarken herkes kadar kendini okur. İnsan önce kendi için yazar. O vakit yazdığı aynası olur. Buradan indirebilirsiniz.

Söz yıkar şiir imar eder

İncitmeden söylemek istersin ama söz incitir bazen. Ağlatmak istersin bazen ama söz ağlatmaz. Bazen sesini sözle duyurmak istersin ama duyulmaz. Bazen birsindir, bin olmak istersin söz yetmez. Sözün söz; kelimenin kelime olarak kaldığı anlar bazen yetmez, bazen tam aksine düşer, öyle zamanların sihri sadece şiirdir… Tahran’dan, Washington’a; Beyrut’tan, Tokyo’ya; İstanbul’dan Şam’a; Paris’ten Kazablanka’ya; Filistin’den Keşmir’e kadar uzatabilir kollarımızı şiir, tel örgülere, mayınlı topraklara, kırmızı çizgilere mahkûm etmeden beşeri, uzanır uzanabildiğince…Buradan indirebilirsiniz.

İnsan’sız Sinema Olur mu?

Elinizdeki bu kitabı Sinema’nın programlanmış ölümüne karşı bir direniş olarak görebilirsiniz. İnsan’dan vaz geçmeye yeltenen, Güzel’i, Sanat’ı,İnsan’ı kâr-zarar tablolarına sıkıştırmaya çalışan endüstriye “Hayır!” demenin nazik bir yolu.Sinema bütün “teknik” karmaşıklığına rağmen insansız olmaz. Sinema insanlar tarafından yine insanlar için yapılan bir sanattır.

Derin Düşünce yazarları izledikleri 28 filmi anlattılar. İnsanca bir perspektiften, günlük hayatlarındaki, iç dünyalarındaki yansımalara yer vererek… İran’dan Arjantin’e, Fransa’dan Afganistan’a, Rusya’dan Türkiye’ye uzanan bir yolculukta, İnsan’dan İnsan’a… Umulur ki bu kitap Andrei Tarkovsky, Semih Kaplanoğlu, Mecid Mecidi, Nuri Bilge Ceylan ile buluşmanın farklı bir yolu olsun… Buradan indirebilirsiniz.

 

Öyküler (Suzan Nur Başarslan)

“…Benim öyküm bir rivayetten ibaret, bu yüzden benden miş’lerle bahsediyor diğerleri. Beni, yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılıyorlar. Sorsalardı bana, derdim ki, beni yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılayanlara, evinden ayrılmayan/ayrılamayan, öyküsünü değil, hayallerini anlatır elbet, ya da masalları. Oysa bilmek yaşamak değildir her zaman, yaşamanın bilmek anlamına gelmeyeceği gibi her daim. Gözlerimde; bir şeyler yaşamış olanların, yaşamadıklarını sandıklarına olan o kendini beğenmiş, o her şeyi bilen bakışına rastlayamazsınız bu yüzden…”

Son romanı Bela’dan da tanıdığınız DD yazarı Suzan Nur Başarslan’ın öykülerini derlediği bu kitabını ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.  

 

Roman nedir? Nasıl Yazılır?

Roman nedir? Tarif dahi edilmesi zor bir kavram. Sanatçının İnsan’a bakışını, toplumla kurduğu ilişkiyi yansıtır sanat eserleri. Bu sebeple sanat her çağda yeniden icad edilir. Ünlü yazar Heinrich Mann’ın dediği gibi: “Bütün romanların ve hikâyelerin amacı kim olduğumuzu bilmektir, Edebiyatın önemli bir konuma sahip olmasının nedeni, sadece doğanın ve insanlar âleminin ayrıntılarını tek tek açıklaması değil, insanları hep yeni baştan keşfetmesidir.” Okuyacağınız bu eserleromanlarından da tanıdığınız değerli yazarımız Suzan Nur Başarslan Roman’ın derinliklerine giden bir seyahate davet ediyor sizi. Zaman’ın kullanımı, olay örgüsü, mekân, dil, üslup ve daha bir çok temel kavram edebiyatın dev isimlerinden örneklerle irdeleniyor. Buradan indirebilirsiniz.

 

Derin Göz

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 6 Nisan 2014)

İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, … Buradan indirebilirsiniz.

 

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

“…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

 

Baudolino (Umberto Eco) Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir. İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin