Cumhuriyet bir tarih değildir
By İbrahim Becer on Kas 2, 2014 in atatürkçülük, Beyin Yıkama, Kemalizmin Zararları, resmi ideoloji, Resmî Tarih
Bir 29 Ekimi daha tipik taşra politikacılarına mahsus itiş kakış içinde idrak ettik. Kimisi Kaleye bayrak asılı asılmadığından kimisi de yeterince canlı kutlanmadığından şekvacı oldu. Çalgı çengi olmamasının sebebi hikmeti malum; 21. yy’da hala işçisinin can güvenliğini koruyup kollayamayan bir devletin efradıyız biz. Böyle bir devlet Cumhuriyetle yönetilse ne çıkar, muhtarlıkla yönetilse ne çıkar. Şimdi sırada 10 Kasım var; muhtemelen yine samimiyetler sınanacak, İzmirliler Ata’nın silüetini oluşturmak için beş on bin kişi toplayacak falan filan.
Bazen kendime ‘yanlış algılayabiliyor olabilir miyim’ diye soruyorum. Hatta bu minval üzre bir yazı dahi yazmıştım. İddiam hala değişmedi ve düşüncem şudur ki, Kemalizm’in geçirdiği evreler birebir bir dinin tesisiyle örtüşmekte. Bu ülkedeki elitlerin ve bürokratik oligarşinin züppeliğini ben öteden beri İsevilerin kolaycılığına benzetmişimdir. Onlar da ‘Mesih çekilecek acıları çekti, bize acı bırakmadı’ yollu kolaycılığa saparlar ya, ne büyük bir paralelliktir bu.
Cumhuriyete çok büyük önem atfetmedim, atfetmem de. Daha çok o yılları anlamaya çalıştım ama bu seferde onlarca soru beni yıllarca rahatsız etti. Eğer bir tarihi milat ilan edip geçmişi tümden yok sayıyorsanız bunun altını doldurmak zorundasınız. Cumhuriyet tüm dünyada ancak 20. Yy başlarında kabul görmüş bir yönetim biçimidir. Bugün Avrupa’da bir çok ülke krallıkla yönetiliyor ama Cumhuriyetten çok daha önemli, çok daha genel kabul görmüş, önem atfedilen ilkelere sahiptir. Mesela Hukukun üstünlüğü, basın hürriyeti, serbest seçimler, mülkiyetin dokunulmazlığı, inançların ve onun özgürlüğünün devlet tarafından korunması ilkesi gibi değerlerin hangisini ithal etmiş ve arkasında durabilmiştir o zamanın Kemalist rejimi. Bırakın arkasında durmayı; her şeyi geçtim, takrir-i sükun yasasından tutun da İstiklal mahkemelerinin keyfiyetine kadar bunca kara lekeyi kim sürmüştür genç Cumhuriyetin alnına. Ortaçağdaki Kilise benzeri cadı avına çıkıp, ‘kimin evinin balkonunda kalpaklı Mustafa Kemal bayrağı asılı’ diye bakan şapşallar acaba bunu hiç düşündünüz mü?
Ortaçağda Kilise aynını yapmıştı çünkü. Cadı avına çıktılar ve on binlerce kadının vahşice öldürülmesine göz yumdular. İlk hedefleri de endemik tıp konusunda bilgi sahibi kadınlardı. Çünkü onlar, kilisenin aksine şifalı otlar yoluyla hastalıkları iyileştirerek kilisenin ‘dediğim dedik’ tavrına bilmeden ket vuruyorlar ve otoritesini sarsıyorlardı. Kargadan başka kuş, kendinden başka otorite tanımayan Kilise de ne kadar farklı ses varsa inanılmaz bir acımasızlıkla gitti onların üzerine.
Gerçek bir cumhuriyeti anlamak ve –eğer becerebilirseniz- anlatmak ancak bu sorulara cevap vermekten geçer. 1923’de kurulan bir Cumhuriyet, nasıl oluyor da iki sene sonra Sovyetler ve İtalya’dan sonra dünya üzerinde tek parti rejimiyle yönetilen üçüncü ülkenin yönetim biçimi oluyor? Meclisteki tek muhalefet partisinin milletvekillerinden 24 tanesi neden–ki halen meclis üyelikleri devam ederken- tutuklanır ve altısı asılır, gerisine hayat zindan edilir. Bu sorular çoğaltılabilir ama mesele bu değil. Mesele körü körüne slogan atmaktan başka hüneri olmayan bu yığına, Kemal Tahir’in ‘Kurt Kanunu’ romanında Küçük Efendiye ettirdiği itirafı ettirebilmek. Tazeleyelim hafızalarımızı, ne demişti Küçük Efendi: ‘Zor zamanlar kendi şartlarını dayatır’. Bana aynı cümleyi bugün kuran bir Kemalist’in ben alnından öperim ama, Dindarın tepesine Laikliği, ağzı laf yapanın karşısına Takrir-i sükun’u, biraz diklenenin karşısına da İstiklal Mahkemelerini kurup, hepsinin üstüne de Üç Alileri koyar ve sonra da ‘ortak değerimiz’ dersen olmaz işte.
‘Zor zamanlar kendi şartlarını dayatır’, asla başıboş, serseri bir cümle değildir. Kemal Tahir’in bildiği bir gerçek vardı. Normal şartlar altında bu rejimin sahiplerinin demokratik yöntemlerle iktidara gelme şansı hemen hemen imkansızdı. Velev ki geldiler, bu sefer de iktidarlarını daim edecek aparatlardan yoksundular. Madem ki zaman zordu, şartlar dayatılmalıydı. Şartlar dayatıldı da; İzmir Suikastından tutun da muhtıralara, darbelere, 28 Şubat’a kadar bedelini her zaman başkalarının ödediği küçük akıl oyunlarına imza attılar.
Gönül isterdi ki Cumhuriyet’in kazanımlarından bahsederken ilk sıraları her zaman evrensel değerler alsın. Hadi bizim mahalleyi geçtim, kendi mahallelerinden Nazım’ın, Sabahattin Ali’nin başına gelenleri hiç araştırdılar mı acaba. Bugün hançereden söyledikleri Onuncu Yıl Nutku’nun söz yazarlarından olan Faruk Nafiz’in başına gelenleri biliyorlar mı?
Bugün Cumhuriyeti güdükleştirenler yine aynı cumhuriyeti koruyup kolladıklarını iddia edenlerdir. Belki de tek bir tarihe indirgeyerek bir toplumun hafızasını silmek içindir bunca beyhude çaba, bilemiyorum. Ama gelinen nokta da gösteriyor ki bu çabaları 91 yıldır hiçbir işe yaramıyor. Kemalistlerin yıllardır anlamadıkları nokta şu: Geçen süre zarfında bu ülkenin Kemalizm’le sorununun kaynağını büyük oranda Mustafa Kemal değil, bizatihi kendileri oluşturuyor. Ne kadar yetersiz, çapsız adamın Kemalizm’i bir kartvizit olarak kullandığını düşündünüz mü hiç? Ya da başka bir soru: Neden Kemalizm bir sevdanın ötesinde, bir saplantı boyutunda elit-bürokratik çevrede bu kadar yaygındır da mesela kapıcılar, otopark kahyaları veya pazarcılar arasında pek rağbet görmez? Bunun sebebi, elit-bürokrasinin bir şeyleri kaybetme endişesi taşırken, diğerlerinin böyle bir endişesinin olmaması olabilir mi? Devam edelim sorulara: Kemalizm, standart bir Kemalist için geçen zaman zarfında yerle yeksan etmeye azmettiği tüm değerlerin, inançların yerini alması beklenen ama ağızdaki baklanın bir türlü çıkamamasından sebep akamete uğramış, mahcup bir inanç sistemi midir? Yüzyılın başında 83400 kelimeyle konuşan bir millet bugün neden 26500 kelimeye mahkum olmuştur? 1908-14 yılları arasında sadece İstanbul’da yayımlanan gazete ve dergi sayısı 798’dir. Cumhuriyet rejiminin hüküm sürdüğü 1922-25 arasında İstanbul’da dört, Ankara’da bir gazete kalmıştır. Bu nasıl bir rejimdir ki adı istibdatla bir anılan Osmanlı’ya rahmet okutmuştur?
Yanisi şu ki Cumhuriyet asla bir tarih değildir. Devlet eliyle kutlanması da halkın içine bir türlü sinmemesindendir. Daha da ötesi, Cumhuriyeti koruyup kolladığını sanan, konusunun cahili, eli kalpaklı Mustafa Kemal bayraklı azınlığın ülkenin geri kalanına tahakkümü hiç değildir.
Evet, 29 Ekim bir tarihtir ama Cumhuriyet asla bir tarih değildir.
29 Ekim bu ülke için herhangi bir tarihin çok ötesindedir.
2 Yorum
Yazan:ali Tarih: Kas 2, 2014 | Reply
ellerinize saglik cok guzel bir yazi olmus,cumhuriyetcilerin kacirdigi bir nokta var ki cunhuriyet bugune kadar halka,taban kitleye hicbir zaman inememistir ve cumhuriyetcilerde bu sekilde ayrilikci bir politika izledikleri muddetce inemeyecektir.cumhuriyetci yetisen kusak(buyuk cogunlugu)ise cumhuriyetin ne demek oldugunu bilmemekte,tipki cahiliye donemindeki insanlar gibi dedelerinin babalarinin inanclarini devam ettirmektedirler.INANDIGIN GIBI YASAMAZSAN YASADIGIN SEYE INANIRSIN
Yazan:Muzaffer Kazım Tarih: Kas 3, 2014 | Reply
Allah razı olsun.
Geçmişe yönelik saplantılar ve geleceğe dair bir de (tehdit) hezeyan(ı)…
Ekleyecek fazla bir şeyim olmamasına rağmen teşekkür etmeden duramadım.
Saygılar