Mükemmel / kusursuz / كميل / parfait / perfect / έντελέχεια
By my on Kas 17, 2014 in Derin Lügat
Mükemmel “kusursuz” değildir. Günlük hayatta, evde, işte, fabrikada “kusurları” işlevine engel olmayan eşya “kusursuzdur”: Kilidi açan anahtar, ısıtan soba, soğutan buz dolabı… Endüstriyel ve ticarî perspektiftir bu. Kusursuzluk niceliktir; ölçülür, sayılma ve bölünme kabul eder. Ne de olsa kalite kontrol bir mühendislik mesleğidir. Mükemmellik ise niteliktir; çarpılmaz; bölünmez.
Nedir?
Mükemmellik İnsan’a mahsustur. Çünkü Tekâmül etmek, İnsan’daki bilkuvve vasıfların bilfiil hale geçmesidir. Dışarıdan eklenen bir zenginlikle kıymetlenmek değil batındaki güzelliklerin (artmadan ve eksilmeden) zahirde bilfiil hale geçmesidir.
Aristoteles’in dilinde έντελέχεια (oku. Entelesia) adındaki mevhuma odaklanalım: Uykuda ya da pasif, durağan halde bulunan, bilkuvve (δύναμης /dunamis) bir kudretin, güzelliğin, muradın meydana çıkması, tezahûr etmesi, görünmesi, bilfiil varoluşa geçmesi (ενεργεια / energeia) anlamına geliyor. Büyük usta bu kelimeyi türetmek için üç kavramı bir potada eritmiş:
- έντελές: Mükemmellik
- έχειν: Sahip olmak
- Τέλοϛ: Hedeflemek, Önceden belirlenmiş bir hedefe yönelmek, sürekli o yönelme halinde olmak.
Kendi isteğimiz dışında başlayan bir hayat sürüyoruz ve biz istemeden bitecek. Yaşamanın mânâsı, kimilerine göre mânâsızlığı nedir?Aristoteles yaşama bir mânâ yüklüyor (ya da o mânâyı keşfediyor) : Mükkemmelliğe yönelmek, kâmil olma arzusu ve şuuruyla yaşamak. Yalnız bu mânâ katmerli bir sembolik sistemle anlatılmış, ilk bakışta έντελέχεια kelimesinin birden fazla anlamı varmış gibi geliyor . Aristoteles özel olarak gizlemeye çalışmamış elbette. Sadece Kâinat’ın şiirine sadık kalarak yazmaya gayret etmis. Açalım:
Gerek Metafizik (Kitap 9 ve 11) ve gerekse Nefs Üzerine (Kitap 2, Bölüm 1; Gr. Peri Psuke, Lat. De Anima) adlı eserleri okuyanlar fark edecektir ki bu kelime kullanıldığı yere göre bir değişkenlik arz ediyor, farklı şeyleri/süreçleri işaret ediyor:
- 1° Maddeye çalışma yoluyla verilen nihai şekil,
- 2° O şekli verme eylemi,
- 3° Mümkün olanın gerçekleşmesi,
- 4° Tabiatı icabı bir cismin/canlının olgunlaşması, mükemmelleşmesi,
- 5° Bu mükemmelleşme sonucu meydana gelen canlı (Kelebek olan tırtıl veya doğan bebek)
Sartre’ın kitabı Varlık ve Hiç’te de var bu “prizma”. Yaklaşık 40 kez kullanılan “potentialité” kelimesi kâh şuurlu seçimler ve yönelmeleri kastediyor kâh mümkün olanın gerçekleşmesini. Kanaatimce bu bir çok anlamlılık ya da çelişki değil. Bu anlamların hepsini birden düşündüğünüzde έντελέχεια kelimesinin (ya da “potentialité“) gerçek mânâsı çıkıyor ortaya: Yokluktan varlığa geçiş sürecinde varlıkların kendi rollerini oynamaları yahut yaratılma gayelerine uygun bir sûrete bürünmeleri. Neden?
Bir el bombası kusursuz üretilmiş olabilir. Zamanında patlar, tahrip gücü yüksektir, ucuzdur, güvenlidir vs. Ama ahlâken tekamül ederse insanlar “kusursuz” silahlarla zulüm etmezler. Kamiliyet aklın meyvesidir. Kusursuzluk ise zekânın. Bilindiği üzere akıl (reason) ile zekâ (intelligence) bir değildir. Akıl iyi-kötü veya güzel-çirkin gibi ayrım yapar. Bir referans sistemine, değerler manzumesine dayanarak yargı/tercih yapmaya yarar. Müslümanların FaRuKiyet (ing. discernement) dediği eylemin öznesidir akıl; insana mahsustur. Oysa hayvanda da olan zekâ problem çözmeye yarar. Arı kovana en yakın çiçeği bulur, diğer arılara bildirir. Zekâ bir faydayı elde etmek ya da bir tehditten kaçmak için kullanılır. Bir saniyede 100.000 insanı ve sayısız ağacı, böceği, kediyi, köpeği öldüren atom bombasını yapmak için zekâ gerekir ama onu Hiroşima üzerine atmamak için akıl gerekir.
Kusursuzluk yarışında hayvanlar ve makineler bizden üstündür. Bu üstünlük ölçme yoluyla ispat dahi edilebilir. Buzdolabı, dikiş iğnesi, makas veya bir tabanca “yaptığı” işi “kusursuz” yapar. Mükemmellik ise İnsan’a mahsustur.
Tavsiye okuma:
Tavsiye e-kitap:
- Sen insansın, homo-economicus değilsin!
- Derin Zaman / Zaman Nedir?
- Jean-Paul Sartre ile Kaliteli bir Ateizme Doğru
- Derin Göz
… E-kitap okumak için…
Güzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”.
İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:
- Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
- Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.
Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık. Buradan indirebilirsiniz.
Yakında sinemanın bir endüstri değil sanat olduğuna kimseyi inandıramayacağız. Zira “Sinema Endüstrisi” silindir gibi her şeyi ezip geçiyor. Sinema ürünleşiyor. Reklâm bütçesi, türev ürünlerin satışı derken insanlar otomobil üretir gibi film ÜRETMEYE başladılar. Belki en acısı da “sinema tekniği” öne çıkarken sinema sanatının unutulması. Fakat hâlâ “iyi bir film” ile çok satan bir sabun veya gazozun farkını bilenler de var. Çok şükür hâlâ ustalar kârlı projeler yerine güzel filmler yapmaya çalışıyorlar. Derin Düşünce yazarları da “İnsan’sız Sinema Olur mu?” kitabından sonra yeni bir sinema kitabını daha okurlarımıza sunuyorlar. “Öteki Sinemanın Çocukları” adlı bu kitap 15 yönetmenle buluşmanın en kolay yolu: Marziyeh Meshkini, Ingmar Bergman, Jodaeiye Nader Az Simen, Frank Capra, Dong Hyeuk Hwang, Andrey Rublyov, Sanjay Leela Bhansali, Erden Kıral… Buradan indirebilirsiniz.
Bir varmış, bir yokmuş. Mehtaplı bir eylül gecesinde Ay’a bir merdiven dayamışlar. Alimler, yazarlar, şairler ve filozoflar bir bir yukarı çıkıp oturmuşlar. Hem Doğu’dan hem de Batı’dan büyük isimler gelmiş: Lev Nikolayeviç Tolstoy, René Guénon, Turgut Cansever, El Muhasibi, Şeyh-i Ekber, Cemil Meriç, Arthur Schopenauer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahmud Sâmi Ramazanoğlu, Mahmut Erol Kılıç… Sadece bir kaç yer boş kalmış. Konuklar demişler ki “ başka yazar çağırmayalım, bu son sandalyeler bizim kitabımızı okuyacacak insanlara ayrılsın”. Evet… Kitap sohbetlerinden oluşan derlemelerimizin altıncısıyla karşınızdayız. Buradan indirebilirsiniz.
Önceki kitap sohbetleri:
- Kitap Tanıtan Kitap 1
- Kitap Tanıtan Kitap 2
- Kitap Tanıtan Kitap 3
- Kitap Tanıtan Kitap 4
- Kitap Tanıtan Kitap 5
Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.
Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.
Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.
3 Trackback(s)