Aklın Aynası / Titus Burckhardt
By Ali P. on Ara 22, 2014 in İslam, Kitap Alıntısı, Sanat
“… Bütün İslam sanatlarını gözden geçirmek bizi konumuzdan çok uzaklaştıracağından, görsel sanatların iki zıt kutbunu ele almakla yetinelim: mimari ve yazı sanatı. İkincisi bu anlamda bütün sanatlar içinde en özgür durumdayken, birincisi maddi çevreyle en fazla koşullanmış sanat türüdür. Yazı sanatı, yine de, mektupların kendine özgü biçimi, oranlamalar, ritmin sürekliliği ve tarzın seçimi bakımından sıkı kurallara bağlıdır. Öte yandan, harflerin olası kombinasyonları neredeyse sınırsızdır ve üslup bir doğrultuda giden kufi’den çok akışkan nesih’e değişir. Arap yazı sanatına muhteşem nitelik kazandıran, en üst düzeyde düzenlilik ve özgürlüğü birleştirmesidir. İslam ruhu başka bir sanatta böyle rahat soluk alamaz.
Camilerin ve diğer binaların duvarlarında görülen Kuran ayetlerinin çokluğu bize İslam yaşamının bütünüyle Kuran’dan alıntılarla içiçe geçtiğini ve Kuran’dan çıkarılan ayet, dua ve münâcaatlar kadar Kuran’ın yeniden okunmasıyla manen desteklendiğini anımsatır. Eğer Kuran’dan saçılan etkiye ruhsal bir titreşim derseniz -ve bundan iyi bir sözcük de bulamayız, çünkü söz konusu etki hem ruhsal, hem de işitmeyle ilgilidir- pekala diyebiliriz ki, bütün İslam sanatının bu titreşimin damgasını taşıması gerekir. Bu yüzden, görsel İslam sanatı Kuran’ın ayetlerinin görsel ifadesinden başka birşey olamaz. Ancak, burada bir paradoks vardır, çünkü eğer Kuran’a göre sanat modelleri arayacak olursak, ne Kuran’ın içeriğinde ne de biçiminde, bunları bulamayız.
Öte yandan, belli İran minyatürleri dışında, örneğin Hıristiyan sanatının hem Yeni hem de Eski Ahit’ten parçaları resmetmesi gibi, İslam sanatı Kuran’daki hikayeleri ve meselleri yansıtmaz, ne de Hindu mimarisinde ifadesini bulan Veda kozmolojisinde olduğu gibi, mimari tasarımlara aktarılabilecek bir kozmolojiyi Kuran’da bulabiliriz. Öte yandan, sanata dönüştürülebilecek bir kompozisyon ilkesi bulmak için Kuran’a boşuna bakarsınız. Kuran şaşırtıcı bir süreksizlik gösterir; ne bir mantıksal düzen ne de iç mimarî taşır; güçlü olsa da ritimleri bile sabit bir kurala boyun eğmez, ama İslam sanatı bütünüyle düzen, açıklık, hiyerarşi ve billur biçiminde oluşmuştur. Kuran âyetleri ile görsel İslam sanatı arasındaki yaşamsal bağlantı biçimsel ifade düzeyinde aranmamalıdır. Kuran bir sanat yapıtı değil, pasajlarının çoğundaki eşsiz güzelliğe rağmen, bütünüyle farklı bir şeydir. İslam sanatı da tam anlamını Kuran’ın biçiminden değil hakikat’inden, biçimsiz özünden alır …”
… İslam, sanat ve inanç ilişkisi üzerine okumak için…
Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır
Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?
Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” için. Buradan indirebilirsiniz.
Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.
Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmakolabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.
Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.
Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar. Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.
Güzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”.
İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:
- Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
- Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.
Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık.Buradan indirebilirsiniz.