RSS Feed for This Post

Like a Rolling Stone!

gas

Edward Hopper’ın en ünlü tablolarından birine bakıyoruz: Gas, 1940, 102×66 cm, Museum of Modern Art, New York. (Büyük görmek için resime tıklayın) Bütün sakinliğine rağmen endişe verici bir sahne bu. Tıpkı sinemadaki kontra-zoom gibi gözden gelen bilgi aklın beklediği gibi değil. (Bkz. Derin İnsan kitabı, korku matkabı bahsi) Meselâ yolun ve ormanın gittiği kaçış noktasına göre benzin pompalarının yuvarlak ışıklarını daha eliptik görmeliydik. Bu perspektif “hataları” Rönesans sonrası resim sanatında “metafizik” bir derinlik vermek için kullanılmış. Hopper’ın fırçasında ise metafizik bir yabancılaşmanın rumuzu.

Ön planda bir benzin istasyonu var, yolun kenarında. Mekân’ı ikiye bölen bir yol bu. Birleştiren değil ayıran bir yol. Yolun solunda ağaçların karanlığa dönüştüğü bir orman görünüyor. Zaman da mekân gibi belirsiz. Benzincinin ışıklarını fark edecek kadar karanlık ama gökyüzünü mavi bırakacak kadar aydınlık bir vakit. Kan kırmızı benzin pompaları merkeze alınmış; benzinci daha küçük, arkada ve önemsiz bir konumda resmedilmiş. Ne işini bilen bir meslek erbabı ne de gürbüz bir işçi var karşımızda. Vahşi ormandaki mevkini kaybetmiş ama makinelerin ve binaların arasında kendine yeni bir yer bulamamış zavallı mülteci. Benzincinin “çalışması” anlamadığı makinelerin düğmelerine basmaktan ibaret. Etrafında kimsenin olmayışı ise müzmin yalnızlık hissini daha da kuvvetlendiriyor.

Laura KnightOysa “çalışan/üreten” insan her zaman böyle resmedilmedi. Meselâ Grant Wood’un kaynakçısı (1925) veya Laura Knight’ın tornacı kadını (1940) bu benzinciden çok farklı. Bir komünist parti afişinden çıkmış gibi kahramanlaştırılmış buradaki işçiler. (Büyük görmek için tıklayın) Kullanılan makinelerin karmaşıklığı İnsan’ı gölgede bırakmamış. Grant WoodTersine vahşi bir atı ehlileştiren usta biniciler gibi bu kaynakçı ve tornacı. Ne yaptığını bilen, mağrur, kararlı.

Evet… Hopper’ın stiline bazıları “sosyal realizm” diyorlar. İnsan’ı yutan şehri ve teknolojiyi resmediyor çünkü. Tablonun çerçevesi içinde, modern şehrin gözlerimize dayattığı bir başka çerçeve var. Duvarlar, pencereler, abartılmış perspektifin sivri uçlu çaprazları elbette bir rastlantı değil. Işık alan satıhların parlaklığı ve gölgelerin matlığıyla sıra dışı bir renk paleti var bu tabloda. Kendisi gösterilmeyen ama ışığıyla parlak ve mat satıhlar oluşturan sokak lambası seyircinin hayal gücünü uyandırıyor. Ama bu uyandırış da sebepsiz değil. Hopper modern şehirlerin yeni zaman ritmini resmediyor aslında. Zira eskiden gün ve gece birbirini takip ederek saatin tiktakları gibi bize ritim verirdi; gündüz çalışır, gece de uyurduk. Oysa şimdi şehirler sürekli aydınlatıldığı için gece yok; gündüzlerden sonra yapay gündüzler yaşıyoruz ve yine sabah oluyor.

Geceyi yitiren modern insan karanlık ve aydınlığın oluşturduğu zıtlığı da kaybediyor yani ressamların “Chiaroscuro” dediği şeyi. Gündüzün yine gündüzleri takip ettiği elektikli modern şehirlerde bir daha ne Rembrandt ne de Caravaggio, Georges de La Tour, Joseph Wright of Derby olmayacak.

approaching-a-city

(Hopper, Approaching a City, 70×80 cm, The Phillips Collection, Washington, DC)

Tren yollarının, beton köprülerin ve elektrik tellerinin bölüp parçaladığı yeni mekân eskisi gibi değil doğru. Ama zaman da eski zaman değil. Gündüzler gündüzleri kovalıyor, kışın da yaz gibi ısıtılan evlerde turfanda sebze ve meyve yeniyor. Bölük pörçük mekânlarımız ile paramparça zamanlarımızın kesiştiği yerdeyiz. Kocaman bir Şimdi’nin içine sıkışıp kalmışız. Zannediyorum Hopper’ın dehası işte bu Şimdi’yi resmedebilmiş olması.

Like a rolling stone!

Bob_Dylan_-_Like_a_Rolling_Stone1927’de Edward Hopper ilk otomobilini aldı, elden düşme bir Dodge 25. Karışıyla Amerika’nın bir çok yerini gezdiler ve bu araba Hopper için ayaklı bir atölye oldu, özellikle de suluboya çalışmaları için. Fakat diğer ressamların aksine o menzili değil güzergâhı resmetti. Konusu yol olan bir çok tablosu var. Ucuz moteller, telgraf direkleri ve benzincilezrle ritimlenen; ünlü highway 66 gibi asrımızın yatay abideleri olan yollar.

Asrının modern göçebelerinden Freud gibi Hopper da aslî vatanını özlediğini bilmeden yolları kendine vatan edindi. (Bkz. e-kitap Gurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”) Amerikan edebiyatında, sinemasında ve müziğinde sıkça rastladığımız bir temadır bu köksüzlük, tutunamama hali: Like a rolling stone! Sürekli değişimin doğurduğu bir tür nihilizm. Bedenin bir gurbet olduğunu bilemeyen her insan hiç gitmediği ülkeleri özlüyor ve kendini yollara vuruyor; başka şehirlerde, başka ülkelerde mutluluk arıyor. (Bkz. Ölürsem beni köyümün yağmurlarında yıkasınlar!) Bu zihniyet bir çok filme de konu olmuş: Easy Rider(1969), Paris, Texas (1984), Thelma & Louise (1991), Fear and Loathing in Las Vegas (1998)…

ev360p60-l_introuvable_de_marcel_marien[1]Jack Kerouac’ın ünlü romanı On the Road (1957) ve modern bir mitoloji kisvesine bürünen Beat Generation sanırım herkesçe malum. Amerika’da savaş sonrası kuşakların babadan kalma “iki yüzlü” Protestan ahlâkını terk etmesi ama yerinde koyacak hiç bir şey bulamaması… Tektipleştirici konformizme, materyalizme başkaldıran gençlik bir anda mihenk noktalarını kaybetmişti. Bu devirde Amerikan gençliğinin durumu tıpkı Marx’ın Alman İdeolojisinde dile getirdiği Hristiyan ahlâkına başkaldırması gibidir. (Bkz: e-kitap Derin MAЯҖ)

Serbestlikle özgürlüğü birbirinden ayırd edemeyen bu kuşağın mutluluğu uyuşturucuda ve cinsellikte araması şaşırtıcı olmadı. (Bkz. Derin Lügat Maddesi: Özgürlük / Hürriyet / Serbestlik / Liberty / Freedom / الحرية ) Fakat çok kısa bir süre sonra aynı hippilerin babalarından çok daha fazla materyalist hale gelmesi, başta Amerikan halkı olmak üzere bütün dünyayı soyup soğana çevirecek finans sistemini kurması ise ayrıca dikkate şayandır. (Bkz. e-kitaplar Liberalizm Demokrasiyi Susturunca  ve Banka Ordudan Tehlikelidir!)

 

hippie-yuppie-preview

 

… E-kitap okumak için…

Senin tanrın çok mu yüksekte?

senin-tanrin-cok-mu-yuksekte

Güzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”.

İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:

  • Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
  • Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.

Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık.Buradan indirebilirsiniz.

Öteki Sinemanın Çocukları

oteki-sinemanin-cocuklariYakında sinemanın bir endüstri değil sanat olduğuna kimseyi inandıramayacağız. Zira “SinemaEndüstrisi” silindir gibi her şeyi ezip geçiyor. Sinema ürünleşiyor. Reklâm bütçesi, türev ürünlerin satışı derken insanlar otomobil üretir gibi film ÜRETMEYE başladılar. Belki en acısı da “sinema tekniği” öne çıkarken sinema sanatının unutulması. Fakat hâlâ “iyi bir film” ile çok satan bir sabun veya gazozun farkını bilenler de var. Çok şükür hâlâ ustalar kârlı projeler yerine güzel filmleryapmaya çalışıyorlar. Derin Düşünce yazarları da “İnsan’sız Sinema Olur mu?” kitabından sonra yeni bir sinema kitabını daha okurlarımıza sunuyorlar. “Öteki Sinemanın Çocukları” adlı bu kitap 15 yönetmenle buluşmanın en kolay yolu: Marziyeh Meshkini, Ingmar Bergman, Jodaeiye Nader Az Simen, Frank Capra, Dong Hyeuk Hwang, Andrey Rublyov, Sanjay Leela Bhansali, Erden Kıral… Buradan indirebilirsiniz.

kitap-tanitan-kitap-6Kitap Tanıtan Kitap 6

Bir varmış, bir yokmuş. Mehtaplı bir eylül gecesinde Ay’a bir merdiven dayamışlar. Alimler, yazarlar, şairler ve filozoflar bir bir yukarı çıkıp oturmuşlar. Hem Doğu’dan hem de Batı’dan büyük isimler gelmiş: Lev Nikolayeviç Tolstoy, René Guénon, Turgut Cansever, El Muhasibi, Şeyh-i Ekber, Cemil Meriç, Arthur Schopenauer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahmud Sâmi Ramazanoğlu, Mahmut Erol Kılıç… Sadece bir kaç yer boş kalmış. Konuklar demişler ki “ başka yazar çağırmayalım, bu son sandalyeler bizim kitabımızı okuyacacak insanlara ayrılsın”. Evet… Kitap sohbetlerinden oluşan derlemelerimizin altıncısıyla karşınızdayız. Buradan indirebilirsiniz.

Önceki kitap sohbetleri:

sen-insansinSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.

kapak-kucuk-2Gözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.

Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin