RSS Feed for This Post

Seçim 2015: Yeni Türkiye’den önce yeni bir Ak Parti istiyorum

akp 2015 secimleriEvet, olanda hayır vardır. Fakat bu, Ak Partinin hiç geciktirmeden öz eleştirisini yapmasına engel olmamalı; olmayacaktır diye de tahmin ediyoruz. Bildiğimiz Ak Parti zaten zamanında öz eleştiri yapabilmesi ve kendini yenileyebilme kapasitesi sayesinde bu kadar uzun süre iktidarda kalabildi. Eğer bu beceriyi gösteremezse daha fazla hüsran kaçınılmazdır.

Şimdi, Partinin yapacağını zannettiğimiz öz eleştirisine âcizane bir katkımız olsun.

Ak Partinin oy kaybının sebeplerini taktiksel ve yapısal hatalar olarak iki kategoride analiz edebiliriz. Taktiksel yanlışların çoğunluğu son altı ayda gerçekleşti. Bunları; Cumhurbaşkanının sahaya inmesi, başkanlık sistemini seçim öncesinde gündeme getirip tartıştırması, merkez bankası ile anlamsız didişmesi, milliyetçi oyların kaymaması için tutturulan söylem, dini hassasiyetlerin ve sembollerin göstere göstere açık bir şekilde seçime malzeme edilmesi olarak sıralayabiliriz. Bu ve benzeri dönemsel hatalardan daha önemli olanı ise artık yapısal hale gelmiş olanlarıdır ki, onları da, arttırılabilir belki ama ilk elden iki başlık altında toplayabiliriz: Birincisi kadro sorunu, ikincisi ise Kürt meselesine bakış sorunu. Bu sorunları sırasıyla kısaca değerlendirelim, şimdi.

Ak Parti ilk kurulduğu dönemlerde kendileri için güzel sıfatlar sıralayabileceğimiz dava insanları nispi olarak yüksek iken, iktidar süresi uzayıp da gerçekten muktedir olunmaya başlandığı dönemlerde partiyi ve devlet içindeki kadroları yavaş yavaş menfaatperest, makam mevki düşkünü, dalkavuk insanlar sarmaya başladı. Sert siyasi rüzgârların safları sıklaştırıcı ve birleştirici etkisiyle Recep Tayyip Erdoğan’ın güçlü liderliği altında bu çürüme kendisini pek göstermedi. Davayı, hamasi ifadeleri peş peşe sıralayabilmekten ibaret zanneden, nargile kafelerde duman tüttürürken İslam dünyası “kurtaran” bir gençlik yetişti son on yılda. Yani yetişemedi. Şurada iki bayrak asayım da belki belediyede bir işe girerim diyen gençlerle, partiye yakın durayım da işlerim rayında gitsin, bir iki ihale bize de düşer belki diyen iş adamlarıyla doldu teşkilat. Davayı, karizmatik birkaç siyasi figürün belagatine havale edip, kendini bilgi ve ahlak açılarından donatmak için hemen hemen hiçbir çaba göstermeyen, maneviyat ve idealden yoksun muhteris, kariyerist adamlar sardı her yanını. Partinin vitrinini daha birkaç yıl öncesine kadar partiye, hatta tüm Müslümanlara hakaret edenler temsil eder oldu. Neredeyse hareketin beyni, aklı makamına yükseldiler. Sonradan kervana katılarak hükümete yakın medyaya köşe kapan kalemler Parti tabanının adeta fikri öncüleri muamelesi gördüler. Sadece onların sesi duyuldu ve onların tezleri hızlıca dolaşıma girdi. Aklıselim sahibi ağırbaşlı insanlar değil de boş beleş amigolar partinin savunuculuğuna soyundular. En alttan en üste kadar her kademedeki partili de bu durumu kabullenmiş göründü. Sağduyulu sesler çıktıysa da, hemencecik bastırıldı. Tüm bunlar halkın bir kısmına “Ak Parti artık bildiğimiz AK Parti değil ” dedirtti. Partiye hâkim olan kaba, nobran, kibirli, ukala ve üst perdeden konuşan dil artık es geçilemeyecek kadar rahatsız etmeye başladı.

Bundan sonraki süreçte Partinin üzerinde yeniden çalışması gereken en önemli husus tüm kadroların yeniden gözden geçirilmesidir. Bu işi, büyük bir davanın yükünü omuzlarında hissederek tüm dünyevi menfaatleri geride bırakabilen ihlâslı, çalışkan, nitelikli, dürüst ve azimli bir kadro teşekkül ettirmek için yapmalıdır. Artık bir hücre yenilenmesi şart olmuştur.

Ak partinin kendisine sorması gereken ikinci soru ise “Muhafazakâr Kürtlerin oylarını neden kaybettik?” sorusudur. Zira seçim sonuçlarındaki en belirleyici unsur, muhafazakâr Kürtlerin Partiden kopması ve bu sayede HDP’nin barajı aşmasıdır. (Bknz: Aşağıdaki tablo). Ak partinin %9’luk kaybının bir kısmının MHP’ye diğer bir kısmının ise HDP’ye gittiği görülmekte. İl bazında baktığımızda da Ak Partide azalan, HDP ve MHP’de artan oy miktarları da bunu teyit etmekte. Aslında şunu görüyoruz ki, AK Parti bu ülkenin en temel sorununu çözmek için yaptığı girişimlerin, çözüm sürecini başlatmanın bedelini ödemiştir. Çözüm sürecinden en başından beri itirazı olan MHP’nin abartılmış bölünme ve çözülme söylemleri sayesinde Ak Partiden 1,5 milyon oy elde ettiği görünüyor. Tüm dünyada olduğu gibi bir milliyetçiliğin kabardığı ve yükseldiği ortamda bir diğeri de kaçınılmaz olarak tırmanmaya başlıyor. Aslında Ak Partinin de MHP gibi milliyetçi bir söyleme sarılması muhafazakâr Kürtlerin bir kısmının uzaklaşmasına sebep olduğu görüyoruz.

Gerçi bize göre bu tablo son altı ay-1 yılın neticesi imiş gibi görünse de doğru bir analiz için biraz daha gerilere gitmemiz gerekiyor. Esasında Kürtler son birkaç yılda İslamcı kökenli bir siyasetin de –yanlış veya doğru- uzun vadede kendi dertlerine tam anlamıyla deva olamayacağı fikrine kapıldılar. İktidarının ilk yıllarında Kürt sorununa ilişkin alabildiğine özgürlükçü bir söylem ve politika yürütmüştü Ak Parti. Sistemi zorlayan yapısıyla henüz gerçekten iktidar olamadığı zamanlarda kendisi gibi merkez dışında kalan Kürtlerle empati kurması daha kolaydı. Ancak birkaç yıl öncesinden itibaren gerçekten muktedir olduğu zamanlarda ise devletçi bir dil hâkim olmaya başladı, Partide (Uludere/Roboski’deki tavrını hatırlayalım. Kobanideki, insanı yardım dışındaki ikircikli tavrı da Kürtleri rahatsız etmişti. HDP de bunu iyi kullanmasını bildi). Bununla beraber son yıllarda aslında çözüm sürecine ilişkin politikalarda aksini yapmasına rağmen, Kürt meselesine bakışta eski ulusalcı/Kemalist söyleme geçtiği izlenimi vermesi de bu kayışta etkili oldu sanıyorum. Kültürel ve kimliğe dair haklarda cesur adımlarına rağmen meseleyi sadece ekonomik bir soruna indirgendiği görüntüsü vermeye başladı. “Kürt sorunu filan yoktur, masa yoktur” demenin sadece milliyetçi/seküler Kürtlerde değil, muhafazakâr Kürtlerde de negatif bir karşılığı olmuş gibi duruyor seçim sonuçları.

Buna benzer yaklaşımları üst üste koyduğumuzda muhafazakâr Kürtlerin de azımsanmayacak bir kesimi HDP’nin cazibesine kapılmaktan kendini alıkoyamadı, diyebiliriz. Ak Partinin milliyetçi oyları kaybetmemek için söyleminde makas değiştirmesi bu muhafazakâr Kürtleri HDP’ye ittiği de bir gerçektir. Yine tüm ortalama Ak Parti seçmeninde de olduğu gibi yolsuzluk ve yozlaşmaya dair kuvvetli algının görmezden gelinemez ve taşınamaz hale gelmesi de bu kaymaya katkı sunmuştur. Yeri gelmişken söyleyelim, yolsuzluk sorununu tek başına yapısal bir sorun olarak ele almayışımızın sebebi, ortalama Türkiye vatandaşının gözünde siyasette yolsuzluk ve rüşvetin maalesef zaten bir veri olarak kabul edilmesidir. Anketlere göre toplumun yüzde yetmişi yolsuzluk olduğuna inandığını belirtiyor. Yolsuzluk meselesi Ak partinin oylarındaki gerilemeye diğer pek çok küskünlük sebebinin yanında destekleyici bir etki göstererek yapmıştır. Yolsuzluk yapanın adil bir şekilde hesap vermesine fırsat tanınmaması, şaibeli işlerin korunuyor görüntüsü verilmesi hemen hemen hiçbir Ak Partilinin içine sindiremediği ve bir kenara not ettiği bir konu olmuştur.

HDP’nin bir önceki genel seçime göre aldığı yaklaşık kabaca 3 milyon oyun sadece iki milyonunun muhafazakâr Kürtlerden geldiğini söyleyebiliriz. Diğer 1 milyon oyun ise, Gezi olaylarından sonra şekillenen ve Cumhurbaşkanına ve Ak Partiye karşı büyüyen öfkenin getirdiği oylar olduğunu düşünüyoruz. Buradan da AK Partinin Gezi’yi yanlış değil ama eksik okuduğu sonucunu çıkartabiliriz. Evet, Gezi olaylarının, dış bağlantıları da olan belli bir şer odağının desteği ile köpürtüldüğü bir vakıa. Bir “Türkiye Baharı” başlatıp Recep Tayyip Erdoğan’ı tasfiye ederek ülkeyi yeniden esir etmek istedi birileri. Fakat bununla beraber, Gezinin ilk birkaç gününe damgasının vuran ve gerçekten kente ve yönetimine karşı samimi kaygıları olanların seslerine kulak tıkandı. Bir tehlikeyi savuşturma gayesi olduğundan o günlerde bu tavır anlaşılabilirdi. Ama sonraki dönemlerde de daha şeffaf, katılımcı, demokratik bir kent yönetimi hususunda maalesef samimi bir çaba gösterilmedi. Öz eleştiri yaparken masada yer alması gereken konulardan birisi de kesinlikle bu olmalıdır. Yoksa yeni Türkiye toplumunu ısrarla anlamamak gibi başka bir yapısal sorunları hanelerine yazmak zorunda kalacaklardır ve bu kadar kronik sorunu olan bir partinin Türkiye siyasetinde ömrünün çok uzun olamayacağı da açıktır.

***

Yukarıda kısaca özetlediğimiz konular aslında sadece Ak Patiye önerilen öz eleştiri başlıkları değildir; bugün Ak Parti yarın başka bir parti… Mesele esasında Türkiye meselesi. Toplumun merkezinde siyaset yapmak, toplumun ana omurgasına hitap etmek isteyen ve bundan sonra onların desteğine talip olan tüm partilerin dikkate alması gereken konulardır.

***

 

Partiler 2011 2015 Fark
AKP 49,90 40,90 -9,00
CHP 25,90 25,00 -0,90
MHP 12,90 16,30 3,40
HDP 6,58 13,10 6,52
BBP+SP 2,01 2,10 0,09

Bilgiler şu siteden derlenmiştir.

 

… E-kitap okumak için…

Senin tanrın çok mu yüksekte?

senin-tanrin-cok-mu-yuksekte

Güzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”.

İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:

  • Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
  • Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.

Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık. Buradan indirebilirsiniz.

Öteki Sinemanın Çocukları

oteki-sinemanin-cocuklariYakında sinemanın bir endüstri değil sanat olduğuna kimseyi inandıramayacağız. Zira “Sinema Endüstrisi” silindir gibi her şeyi ezip geçiyor. Sinema ürünleşiyor. Reklâm bütçesi, türev ürünlerin satışı derken insanlar otomobil üretir gibi film ÜRETMEYE başladılar. Belki en acısı da “sinema tekniği” öne çıkarken sinema sanatının unutulması. Fakat hâlâ “iyi bir film” ile çok satan bir sabun veya gazozun farkını bilenler de var. Çok şükür hâlâ ustalar kârlı projeler yerine güzel filmler yapmaya çalışıyorlar. Derin Düşünce yazarları da “İnsan’sız Sinema Olur mu?” kitabından sonra yeni bir sinema kitabını daha okurlarımıza sunuyorlar. “Öteki Sinemanın Çocukları” adlı bu kitap 15 yönetmenle buluşmanın en kolay yolu: Marziyeh Meshkini, Ingmar Bergman, Jodaeiye Nader Az Simen, Frank Capra, Dong Hyeuk Hwang, Andrey Rublyov, Sanjay Leela Bhansali, Erden Kıral… Buradan indirebilirsiniz.

kitap-tanitan-kitap-6Kitap Tanıtan Kitap 6

Bir varmış, bir yokmuş. Mehtaplı bir eylül gecesinde Ay’a bir merdiven dayamışlar. Alimler, yazarlar, şairler ve filozoflar bir bir yukarı çıkıp oturmuşlar. Hem Doğu’dan hem de Batı’dan büyük isimler gelmiş: Lev Nikolayeviç Tolstoy, René Guénon, Turgut Cansever, El Muhasibi, Şeyh-i Ekber, Cemil Meriç, Arthur Schopenauer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahmud Sâmi Ramazanoğlu, Mahmut Erol Kılıç… Sadece bir kaç yer boş kalmış. Konuklar demişler ki “ başka yazar çağırmayalım, bu son sandalyeler bizim kitabımızı okuyacacak insanlara ayrılsın”. Evet… Kitap sohbetlerinden oluşan derlemelerimizin altıncısıyla karşınızdayız. Buradan indirebilirsiniz.

Önceki kitap sohbetleri:

sen-insansinSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.

kapak-kucuk-2Gözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.

Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Kaybedenler Klübü: Anti-demokratik bir muhalefetin kısa tarihi

T.C. kurulurken Hitler, Mussolini ve Stalin başrolleri paylaşıyordu. İki dünya savaşının ortalığı kasıp kavurduğu o korkunç yıllarda “bizim” Cumhuriyet gazetesi’nin faşizme ve faşistlere övgüler yağdırması bir rastlantı mıdır? Kemalistlerin ilâhı olan Atatürk’ün emriyle 80.000 Alevî Kürd’ün Dersim’de katledilmesi, Kur’an’ın, ezanın yasaklanması, imamların, alimlerin idam edilmesi, Kürtleri, Hristiyanları ve Yahudileri hedef alan zulümler de yine Atatürk ve onu ilahlaştıranlar tarafından yapılmadı mı?

Bu ağır mirasa sahip bir CHP ve Türk solu şimdilerde “İslâmî” olduğu iddia edilen bir cemaat ile, Fethullah Gülen’in ekibiyle ittifak içinde. Yobaz laiklerin, yasakların kurbanı olduklarını, baskı gördüklerini iddia ediyor bu insanlar. Ama bir yandan da alenen İslâm düşmanlığı yapan her türlü harekete hatta İsrail’e bile destek vermekten çekinmiyorlar. Tuttukları yol İslâm’dan daha çok bir ideolojiye benziyor: Gülenizm. Millî istihbarattan dershanelere, dış politikadan bankalara kadar her konuda dertleri var. Ama Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Arakan’da zulüm gören Müslümanları dert etmiyorlar. Acayip…

Türk solu, CHP ve Fethullah Bey… Nereden geldiler? Nereye gidiyorlar? Elinizdeki bu kitap meseleyi tarihsel bir perspektifte ele almayı amaçlıyor.Buradan indirebilirsiniz.


freud-kapakGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

fethullah-gulen-kapak

Fethullah Gülen’i iyi bilirdik

(Son güncelleme: Üçüncü sürüm, 28 Ocak 2014)

Türkçe Olimpiyatlarını ve Türk okullarını sevmiştik. Gözü yaşlı vaizin Amerika’da yaşamasına alışmıştık. 1980 öncesinde komünizme karşı CIA ile işbirliği yapmasına “taktik” demiştik. Fethullah Gülen aleyhine açılan davalardan birinin iddianamesinde“pozitivist felsefeye karşı olmak” ile suçlanıyordu. Biz de karşıydık pozitivizme. “Aferin” dedik, “bizdensin”.

Bugün gerçek şu ki Fethullah Bey’in ekibi manşetle, kasetle hükümet devirmeye çalışan, yalan haberle Türkiye’yi ve Müslümanları sürekli zora sokan çirkin insanların tahakkümü altında. Bizim sevdiğimiz, güvendiğimiz “küçük eller” ise koyun sürüsü gibi suskun. Medyada, devlet kurumlarında, emniyet ve adaletin içinde çeteleşme, ergenekonlaşma var. Gülen cemaati dünya ile uğraşmaktan ahirete vakit ayıramıyor. Gülen cemaati bir cemaatten başka herşeye benziyor.

Kitabın ilk yarısında Fethullah Bey’i ve ekibini öven, yapılan iyi işleri savunan, destekleyen makaleler bulacaksınız. Bugün yaşadıklarımızla birlikte değerlendirince can acıtan bir soru kendini dayatıyor bize: Fethullah Gülen ve kurmayları bizi baştan beri kandırdı mı? Yoksa “küçük eller” dediğimiz masum insanların  güzel teşkilâtı sonradan mı kokuştu? Kitabı buradan indirebilirsiniz.

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

yitikAfganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmakolabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

 

Trackback URL

  1. 8 Yorum

  2. Yazan:Ali Furkan Tarih: Haz 8, 2015 | Reply

    Olayı net bir şekilde özetleyen bir yazı olmuş.

  3. Yazan:Fahren Tarih: Haz 8, 2015 | Reply

    1- 17 ve 25 araligin hesabi sorulacak.hirsizlar hesap verecek.

    2- üstu ortulen selam tehvid sorusturmasi yeniden acilacak .acem usaklari yargilanacak.

    3-proje mahkemelerle iceri attiguniz vatansever polisler gazteciler saliverilecek ve bu mahkemeler tarihin tozlu raflarina kaldirilacak.

    4- yandaslara verilen kupon araziler,ihaleler ellerinden alinacak .

    5-havuz medyasina kamu kurumlarindan akan reklam musluklari kesilecek.belkide cogunuz issiz kalacak((

    6- kabatas yalanini ortaya atanlar yargilanacak.

    7-torpille ise aldiniginiz tum akrabalariniz tanidiklariniz isten atilacak.

    YAPTİGİNİZ ZULMLERİN HESABİNİ VERECEKSİNİZ. KORKMAYİN TİTREYİN )))) BOGAZLARİNA KADAR SATAFATA PİSLİGE BATMİSLAR İNSANLARİ DOGRU YOLA GOTUREMEZLER.

  4. Yazan:Salih AY Tarih: Haz 8, 2015 | Reply

    Buna İngilizler “good morning after supper” derler. “Uyan da balığa gidelim”. Geç kalmış bir özeleştiri çağrısı. Bu analizi seçimden önce yapsaydınız da bir nebze faydanız dokunsaydı Ak Partiye. Ak partiden önce asıl öz eleştiriyi Ak Partinin tüm yaptıklarını ve söylemlerini tezkiye edenler yapmalı değil mi? Neden İslami bir gelenekten geldiğini söyleyenler Hz. Ömere, hata yaptığında seni kılıçlarımızla düzeltiriz diyen sahabeyi örnek alıp da iktidardaki kardeşlerini, kılıçla değil elbet, kalemleriyle ikaz etmediler zamanında? Ama yook, onlar bizimkilerdi. Lutfettik de ismet sıfatıyla mücehhez değiller dedik, onlar da hata yapar ama zelle nev’inden küçük hatalardı onlar, görmezden geldik. İsraf mı varmış, yolsuzluk söylentisi mi, nasreddin hoca misali canım acık da bizimkiler ölsün dendi. İslami söylemler ve dini görünümler arttı, ama kibir, kendini beğenmişlik, nobranlık da arttı. Muaviyenin askerlerinin mızraklarındaki sayfalar gibi Mushaflar havada vızıldadı, adam kayırmacılığa bile ayetden delil bulundu, kimsenin sesi soluğu çıkmadı. Sonunda olacak olan oldu. Daha önce iktidara yapılan en küçük eleştiriyi hazmedemeyenler ve güzelleme yapmada yarışanlar şimdi Ak Partiye akıl vermek için sıraya girmiş durumda. Onlar zamanında iktidarı eleştirmeyerek ona en büyük kötülüğü yaptılar, keşke keskin kalemlerinizle hataya düştüklerinde düzeltseydiniz onları.

  5. Yazan:Tayfun Tarih: Haz 8, 2015 | Reply

    Tam da diyorum ki “nihayet dogru oz elestiriler gelmis, bir seyler degisecek”, 10 yil hukumetin elinden beslenen cemaatciler menfaat kapilari kapaninca en acimasiz sekilde saldiriyor, Kabatas ve diger bircok yerde, internette basortululere, dindarlara, AKP’ye destek verenlere yapilan en asagilikca hakaretler, tehditler, fiziksel siddet, hatta oldurme eylemlerini mesru gostermeye calisanlari etrafta goruyorum. Ayni terane hep. Cemaatinki bos lakirdi. 10 yil beraberdin, o zaman neredeydin diye sormazlar mi adama? Yarin AKP gittikten sonra bugun beraber hareket ettigin CHP’liler, MHP’liler falan sirtini hukumete dayayarak yaptigin serseriliklerin hesabini sormayacaklar mi? Ortak dusmana karsi ittifak, ortak dusmanin gucu azaldigi anda biter. Yargilanacaklarin basinda da cemaatciler gelir o zaman.

    AKP’nin yaptigi bir diger hata da su:
    Zamaninda asker “birakin su cemaati bitirelim, iktidarinizla bir isimiz yok, hatta destekleriz bile” dediginde askere yol verecekti. Zor sartlar altinda terorle mucadele eden askere sirtini dondu, Kurt irkcilarinin oyununa geldi AKP.

    Burada zorunlu askerligi yerin dibine sokuyorduk bir aralar. Ama zorunlu askerlige herkes bir ideolojik baski unsuru oldugu icin karsi cikmiyordu. Bazi sinsiler TSK’yi PKK’ya karsi zayiflatmak icin bir psikolojik savas aleti olarak kullaniyorlardi bazi argumanlari. Once herkesin kabul edecegi “ozgurlukcu” argumanlarla sagdan yaklasiyorlardi, sonra beynini ele gecirdiklerine yavas yavas PKK siringalarini vuruyorlardi caktirmadan. Bunlari soyledik diye neredeyse linc edildim zamaninda burada. Bu adamlarin samimiyetine guvenilmez dedik, biz suclu, fasist olduk. Bir diger buyuk hata da buydu. PKK ile arana hep mesafe koyacaktin. Eger diyaloga gireceksen bunu PKK TSK’ya buyuk zayiatlar vermeden once yapacaktin, yenilmis bir devlet imaji vermeyecektin. MHP’ye giden oylarin sebebi bu.

    Ancak, haliyle AKP’ye en yakin taban MHP tabani. Herseye ragmen AKP-MHP koalisyonu denemeye deger. Yurumezse derhal erken secim tabi. Aksi takdirde 2001 krizinin tekerrur etmesi isten bile degil.

  6. Yazan:behçet uz Tarih: Haz 8, 2015 | Reply

    Analiz bana göre yüzde 90 doğru.Önce Özal, sonra Erbakan ve sonra da AKP dışında hiç bir partiye oy vermedim bugüne kadar. Ancak bu seçimlerde hiç sevmediğim chp ye oy verdim. Umarım halk da akp de kendini düzeltir. Maalesef müslümanlar olarak iyice yozlaştık ve bu yozlaşmadan akp de nasibini aldı.

  7. Yazan:Tayfun Tarih: Haz 8, 2015 | Reply

    Tabi bu da var:
    http://www.sabah.com.tr/gundem/2015/05/23/pkk-yoneticisi-secim-tehdidini-itiraf-etti
    Ic hesaplasmalara bogulup dis tehditleri de gormezden gelmemek lazim.

  8. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Haz 9, 2015 | Reply

    Salih bey taktiksel ve yapısal olarak çok güzel ayırmış, bendeniz de maddi ve manevi sebepler diye ayırayım:
    Maddi olarak bakıldığında, aslında olan biten Kürtlerin AKP’ye destek vermekten vazgeçmesinden ibaret. Yani doğuda, önceki seçim sonucu çıksaydı herhangi bir oy düşmesinden söz etmiyor olacaktık. Bunu tetikleyen de çok açık, Kobane oldu. Kürtler, İŞİD’den çok korktu ve AKP bu konuda hiçbir şey yapmadı. Çok karmaşık analizlere gerek yok. Zaten sokaktan çevirdiğiniz bir Kürt’e sorsanız size aynı şeyi söyleyecektik.
    Fakat işin bir de manevi yönü var ki, bu da Erdoğan’ın ne pahasına olursa olsun içindeki çürük yumurtaları ayıklamaması oldu. Daha önce neredeydiniz diyen paralel arkadaşıma şöyle cevap vereyim: Siz o kadar çirkef bir şekilde saldırıyordunuz ki, eleştirilerin yapılmasını da, sağlıklı bir şekilde değerlendirilmesini de imkansız hale getirdiniz. Hala da aynı çirkeflikle devam ediyorsunuz. Erdoğan neden sinirli diyorlar? Geziciler anasına küfrederken, paralelciler Erdoğan’a Yezid, Firavun, Süfyan, Deccal derken, Amerikan gazeteleri, televizyonları birlik olup tezviratta bulunurken adam doğal olarak at iziyle it izini birbirine karıştırmaya başladı. Bunun müsebbibi de sizsiniz.
    Fakat yaptığı yine de hataydı. El Hakku ya’lu, Hak alidir, hiçbir şeye feda edilmez. Her ne pahasına olursa olsun bu çürük yumurtalardan kurtulması gerekiyordu.
    İşin bir de müslümanlara bakan yönü var. Dünyevileşme yaramadı. Parayı bulunca idealler kayboldu. Paralellere arız olan maraz bunlara da sirayet etti.
    Erdoğan’ın dindar gençlik ideali de fos çıktı. Dindar gençliği imam hatip lisesi açarak yetiştireceklerini zannettiler. Hala köşe yazılarında “İslamcı” gençlikten bahsediyorlar, tepeme kan sıçrıyor. Dindar gençlikten anlaşılan Arapça gramere hakim, namazın vaciplerini, sünnetlerini bir çırpıda sayan gençlik midir? Ortada imam hatip mezunu bomboş çocuklar geziyor. Bel bağladığınız AK Gençlik çok ağır olacak belki ama bir sürüden farksız. Tüneller, duble yollar, köprüler tabi ki lazım ama biraz da adam yetiştirmeye kafa yorsanız, ah!

  9. Yazan:ali Tarih: Ağu 29, 2015 | Reply

    yazayım dedim:
    Av olduk avlandık,
    Balık olduk ağlandık,
    Kuş olduk banlandık,
    Muktedir olduk tavlandık,
    Şah olduk yağlandık,
    Seçim geldi gamlandık,
    Hele tüfeğimi getirin!!

    Orhan babayı anlamadık.
    Hatalarımızla seviliriz sandık.
    Yanıldık,Seçimden sonra anladık.
    Devri iktidardan sallandık.
    Kapımızda eşkiya ile uyandık.
    Kılıç kalkan salladık,
    Can verdik, can aldık,
    Eşkiyaya ram olmadık.
    Devlet otağında,Kemal ile oturduk,
    Eğilmedik,bukulmedik.
    Ergenekon’da çekiç ile dövülmedik
    Kantarın topuzunu ayar ettik,
    Emaneti ehlinden aldık,ehline verdik.
    Seçim geldi sevindik.
    Hele mühürümü getirin !!

  1. 1 Trackback(s)

  2. Kas 2, 2015: Zafer değil sefer | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin