Kapitalizm / Capitalism / капитализм / رأسمالية
By my on Tem 4, 2015 in Derin Lügat, İnsan ve Para, Kapitalizm
Gizli bir toplantı odasında puro içen şişman adamların dünyayı ele geçirme planı değil.
Nedir?
Kapitalizm insanlardaki sevgisizliğin tecessüm etmiş, cisme bürünmüş hali. Çünkü sevgisiz insan vermeyi değil almayı ister. Piyasa bir ülke dolusu insanın her gördüğünü almak istemesinden doğan, açgözlülüklerin toplamı olan bir kurum. Zira silahlı çatışmanın alternatifi olan ticaret barış değil bir ateşkesten ibaret. Oysa birbirini seven insanlar karşılık beklemeksizin ikram ederler. Muhtaç olanları tanımasalar bile merhamet ederler, verirler. Sadece sevmediğimiz ve/veya acımadığımız insanlar bizden bir şey istediklerinde onlardan karşılık bekleriz. Menfaatlerimizi değiş-tokuş ederiz; alış-veriş yaparız. Bu menfaat arayışı meşru ölçülerde kalırsa insan ticareti bile insanca yapar; meselâ muhatabını açlığa mahkûm etmez. Tersi durumda insan aşkı, dostluğu, dini bile ticaret gibi yaşar; vatanını kolayca satar.
İşçiyi sömüren, doğayı kirleten patronların hiç mi suçu yok?
Var tabi. Ama onlar zalim kralın cellatları. Zalim krala yani nefsimizin her arzusuna boyun eğen bizler cellatlara sövüp kral önünde secde ediyoruz. Bir çete kurulsa ve bütün zalim patronlar, şirket ortakları öldürülse ne olur? Yerlerine derhal birileri konur ve kapitalizm dimdik ayakta kalır. Demek ki celladın keskin baltası zulmün kaynağı değil. Ayrıca anti-kapitalist olması gereken komünist ülkelerde kapitalizmin en vahşi türlerinin yaşanmış olması, insanların birbirlerini yiyecek duruma gelmesi de sıkıntının kurumsal değil fıtrî olduğunu göstermez mi? (Bkz. Bir et parçası olarak komünist İnsan’ın kıymeti, Devlet kapitalizmi ve Aleksandr Soljenitsin’in Rusya hatıraları)
Kapitalizm neden herkesi mutsuz eder?
Bir insanın hayatındaki menfaat ilişkileri eğer ikram ve merhamet ilişkilerinden fazlaysa yani vermekten çok almaya meyilli ise o insan mutsuz olur; zenginlik de ilaç olmaz. Çünkü İnsan alarak tatmin olur ama ancak vererek mutlu olabilir. (Bkz. Mutluluk / Tatmin / Bonheur /Satisfaction / سعادة)
Bir tatmin oluş o tatmini çağıran, arzulatan açlığı asla doyuramaz. İnsan’ın her tatmin sonrasında gelen düş kırıklığını aşmak için yeni arzular peşine koşmaktan başka çaresi yok. Bu koşturma da müstakbel tatminler ve müteakip düş kırıklıklarıyla ölene kadar sürer ta ki mutlu olmayı öğrenebilsin. Sigmund Freud’un Mutsuzluk Kültürü’nde dediği gibi:
“… İnsan bir şeyden haz alabilmek için o şeyin yokluğunu, ızdırabını tatmaya muhtaç. Açlık gibi, soğuk gibi, yalnızlık gibi. Ama istenen bir kere ele geçti mi verdiği haz sönüp gidiyor. Yani geçici şekilde tatmin olmak mümkün ama mutlu bir halde sürekli kalmak imkânsız.” (Unbehagen in der Kultur – 1929)
GSMH’nın büyümesi insanların mutlu değil tatmin olduğunu gösterir
- Boşanma 2 ev demektir. 2 kira, 2 buzdolabı, 2 araba… Enerji tüketimi de artar. Boşanma artınca ulusal gelir yükselir. Karı-koca arasındaki sevgisizlik tüketimi arttırarak kapitalizme hizmet eder.
- Komşular ve akrabalar yardımlaşsa kimse tüketici kredisi almazdı. İnsanlar arasındaki güven zayıfladıkça kapitalizm gelişir.
- Kalabalık şehirlerde yaygınlaşan korku da kapitalizme yarar. Zengin mahallelerinde güvenlik görevlisi, alarm sistemleri ve kameralar artıyor. Güvenlik sektörü hızla gelişiyor çünkü birbirlerinden korkuyor insanlar.
- Bir ülkede yaşayan herkes AVM ve internnet alış-verişinde geçirdiği süreyi azaltsa ve komşulara bedava gitar dersi verse ne olur? Ya da kırlara gitse; ağaç dikse, çocuklarla oynasa, kitap okusa? Bugünkünden daha mutlu olurlar ama ulusal ekonomi küçülür, kapitalizm geriler.
- Sadaka veren artsa birçok insan ölümüne çalışmak zorunda kalmaz. GSMH azalır ama toplumun mutluluğu artar.
- “Bakıcı” diye kiralık anne tutan kariyerist anneler suçluluk duygusunu yenmek için evladını hediyeye boğuyor. Çocuklarına daha çok sevgi verseler, onlarla daha çok zaman geçirselerdi harcanmayan bakıcı parası ve hediye masrafları yüzünden kapitalizm kan kaybederdi.
- Dedeler ve nineler torunlarla daha çok oynayıp masal anlatsalardı AVM gelirleri düşerdi.
Kısacası kapitalizmin en büyük rakibi sevgi. Yahut “kapitalizm sevgisizliğin kurumsallaşmış ismidir” diye özetlenebilir.
Kapitalizmin geleceği
İnsanlar eskiye kıyasla daha uzun yaşıyorlar, Ölüm’ü herkes kabul ediyor ama kimse kendi ölümüne inanmıyor. Ek olarak yaşlılar eskisinden daha yalnızlar. Fertler arasındaki kopukluğun yani sıra teknolojideki hızlı gelişmeler de insanlardaki gelecek korkusunu arttırıyor. Bu koşullarda para biriktirme arzusu ötekilere yardım etme arzusunu daha kolay bastırmakta. Üstelik büyük şehirlerde yaşamanın getirdiği aşırı uyarım da insanları daha bencil yapıyor:
Bütün bu etkiler ister istemez kapitalizmin değirmenine su taşımakta. Yakın gelecekte bugünkünden daha kapitalist yani da sevgisiz, daha bencil bir insanlık ortaya çıkabilir.
Liberalizm Demokrasiyi Susturunca
Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.
Atina’da, Roma’da, Madrid’de ve Washington’da artık halkın değil bankaların dediği oluyor. Batı’da demokrasi geriliyor, yeni bir düzen kuruluyor. Alıp satma özgürlüğü nasıl oldu da halkı bankaların kölesi yaptı?
İnsanî değerlerin değil maddî değerlerin hakim olduğu her toplum kendi arsızlığı altında ezilmeye mahkûm aslında. Thomas Jefferson, George Washington, Max Weber, Hannah Arendt, Karl Marx ve Alexis de Tocqueville’in eserlerinde ısrarla üzerinde durulan bir mesele bu. Zenginleşmeye ve para ile daha çok haz almaya odaklanan insanlar bencilleşiyorlar. Siyasetten, cemiyetin dertlerinden uzak, oy kullanmaya bile üşenen bir güruh çıkıyor meydana.
Tam da bu yüzden Batı’da demokrasinin en büyük düşmanı batılı insan modeli oldu. Kendini özel hayatına hapseden, lüks tüketime, tatile, konfora odaklanan batılı insanlar politikadan uzaklaştılar. Bu refah toplumunun bireyleri diğer insanların dertlerine duyarsızlaştı. Para bu süreçte kutsallaştı. Yine bu yüzden bankalar ve bankacılar ilahlaşarak hukukun üstüne çıkabildiler.
İşte bu fikrî zemindir sermayeyi aşırı büyüten, savcıları, hakimleri bile etkisiz hale getiren. Bankacılarına söz geçiremeyen batı toplumları tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler… Peki 2008 ekonomik kriz süreci nasıl gelişti? Krizi tetikleyen ve büyüten ne oldu?
Bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Yaklaşık 40-50 kişilik bir ekip. Kriz sürecinden zenginleşerek ve güçlenerek çıktılar. Banka kurtarma operasyonlarıyla halen zenginleşmekteler.
Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor:
- Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler?
- “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar?
- Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?
23 Trackback(s)