Kaos ile terbiye
By Aisha Benghazi on Tem 28, 2015 in Basın günlüğü, HDP, PKK, Terör
“… Türkiye’nin de şiddet ve kaos ile terbiye edilmeye muhatap olmaktan muaf olduğunu kimse iddia edemez. Bu terbiye mühendisliğinin kapsama alanı ve derecesi bölgedeki uygulamalardan farklı olabilir. Nitekim geçmiş dönemde bu tür terbiye mühendisliğinin açık ve örtük sıcak çatışma ve kaos olarak sahada ne türden unsurlar kullanılarak sürdürüldüğünü, nasıl gerekçelendirildiğini gördük. Unutmamak gerekir ki hiç bir provokatif müdahale kendiliğinden ortaya çıkmaz; var olan sorunların niyetlenen amaç ve hedefler doğrultusunda yönlendirilmesi, istismar edilmesine dayanır. Mevcut sorunlarınızı siz kendi tarihsel, sosyal, kültürel imkânlarınızı kullanarak çöz/e/mezseniz birileri onu başka bir amaç için kullanır. Sanılanın aksine, var olmayan bir sorun dışarıdan icat edilerek buraya taşınmaz. Ne yazık ki, yüz yılı aşkın bir süredir, bölgemizin kendi imkânları, kendi dinamikleriyle ayağa kalkmasını, kendini bulmasını engelleyecek çok miktarda sorun var veya başka bir ifadeyle, sorunlar çözümsüzlüğe mahkûm edilerek boynumuzda tarihin prangasına dönüşüyor.
Suruç’ta patlayan bombanın siyasal mesajı ile muhtevasını birbirinden ayırmak gerekiyor. IŞİD militanının intihar saldırısı açısından örgütün kendi gündemi, hedefleri ve niyetinin ne olduğu bir yana, bunun nasıl algılandığı ve Türkiye’deki siyasi mücadelede ne tür mesajlar içerdiği üzerinde düşünülmeli. Türkiye’de siyasal belirsizliğin sürdüğü şu ortamda otuzdan fazla genci katledenlerin amaçları ile bunun muhtemel siyasal sonuçları çok farklı olabilir. Öncelikle merkez medya denilen, seçimlerden sonra eski buyurgan dili hemen kullanmaya başlayan
yayın organları ve sözcülerine bakılacak olursa amaç şöyle özetlenebilir.
Kalın çizgilerle çizilen strateji şu şekilde ortaya çıkıyor:
* Cumhurbaşkanı ile başbakan arasında üslup ve siyaset farklılığı üzerinden bir ayrım, çatlak ortaya çıkarmak.
* Cumhurbaşkanını formel sınırlarına çekilmeye ikna etmek.
* Muhtemel hükümet için bir AKP-CHP koalisyonuna tarafları ikna ve icbar etmek.
* Sosyal mühendislik olarak da önümüzdeki on yıl içinde bir sol dizayn projesini hayata geçirmek. Bunun iki ayağı mevcut; biri CHP’yi AKP yedeğinde iktidara alıştırarak dünya sisteminin isteklerini, hayati yatırımlarını sürdürülebilir kılmak. Diğer boyutu ise protest gençlik ve liberal-sol modernlerin oluşturduğu rahatsızları HDP ile harekete geçirmek.
* “Kürt siyaseti” adı altında etnik temelli oluşumun sempatikleştirilmesi. Kürt halkı üzerindeki tekelci tahakkümün özgürlük soslu bir projeye dönüştürülmesi için IŞİD türü karşı-şiddet masumlaştırıcı işlev görecektir….” (Akif Emre, Yenişafak)
Asimilasyon ile Şiddet Kıskacında Ulusalcı Kürtler (Kitap + Tartışma)
Süleyman Nazif (1870-1927) Batarya ile Ateş adlı kitabında şöyle diyordu:
“Benim dinim kinimdir… Irkına, vatanına, tarihine ihanet etmiş olan insanların ve milletlerin hiçbirini unutma Türkoğlu! Unutma ve affetme!”
Büyük travmalar, katliamlar ve yok edilme korkusu yaşayan toplumlar geçmişten bazı dersler çıkarırken affetmek ile acıları unutmak arasındaki farkı göremiyorlar. (Bkz. PKK’lıları affetmek)
Elbette etnik kökenimiz kimliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan baskılar, bu renk “yüzünden” çekilen acılar sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişle IZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilenler giderek insan olduklarını unutuyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açabilirler. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor. Bu korkunç dönüşümü Yahudilerde ve Avrupalı Ermenilerde görmek mümkün. Bizden önceki kuşaklar Balkanlarda, Kafkaslarda Türk ya da Çerkes olma “suçundan” dolayı bu şekilde eziyet gördüler. Ölenler bir kez ölürken hayatta kalanlar aşağılanma duygusuyla her gün öldü. Peki ya Kürtler?
“… Şiddet yanlısı Kürtler adeta hızla koşan bir adamın bir cam panele çarpıp yere yığılma duygusunu tekrar tekrar yaşayacaklar. Camın öbür tarafını görecekler ve camın öbür tarafında akan hayatı gözlemleyebilecekler, belki bedenen o hayatın içinde olacaklar ama ruhen hiçbir zaman o camın öbür tarafına geçemeyecekler. Hiçbir zaman kendilerini camın öbür tarafına akan hayatın parçası hissedemeyecekler…”
Böyle diyordu bir gazeteci. Haklıydı. Sadece Kürt olmak istedikçe Kürtlüğünü kaybeden bir kuşak yetişiyor. Tıpkı Türk ulusalcıları gibi geçmişten, gelecekten hatta kendi gölgesinden bile korkan bu insanlar şiddet için şiddet isteyen örgütlerin, partilerin elinde istenen her şekli almaya hazırlar. Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz.
80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.