Aktörlük Üzerine Aykırı Düşünceler / Denis Diderot
By Tavit Kilimciyan on Ağu 17, 2015 in Kitap Alıntısı, Sanat
“… Aktörlerin hiçbir karakteri yoktur diye söylenir zira her türlü karakteri oynaya oynaya tabiatın kendilerine vermiş olduğu karakteri kaybeder ve tıpkı hekimin, cerrahın ya da kasabın zamanla katı yürekli olmaları gibi, sahteleşirler. Sanırım, burada neden, sonuç olarak alınmaktadır; bence, asıl, hiçbir karakterleri olmadığı içindir ki, komedyenler bütün karakterleri oynayabilmektedirler … Hangi türden olursa olsun, şaşmaz bir orta hallilikten sakınınız …
Aşırı duyarlılık zayıf aktörler meydana getirir; zayıf duyarlılık ortaya bir sürü kötü aktör çıkartır; duyarlılığın hiç mi hiç bulunmaması ise yüce aktörlerin yetişmesini mümkün kılar … Adileşmiş bir ruhtan kovulan erdem, bir daha geri dönmez … Yalnızca hakikat hoşa gider ve etkiler. Bir sahne eserinin mükemmelliği, bir aksiyonu seyircinin kendisini o aksiyona bizzat katıyormuş sanmasını sağlayacak kadar tıpkı tıpkısına taklit etmesindedir … Daha iyi, iyinin düşmanıdır.
Bir erkeğin bir damla gözyaşı, bir kadının bütün ağlamalarından daha çok etki yapar … En iyi kalite şarap bile, fermantasyon sırasında ham ve kekredir; ancak uzun bir süre fıçıda kaldıktan sonra tadına doyulmaz hale gelir … Maddi ve manevi dünya tek bir dünyadır … Tiyatroda da tıpkı toplumdaki gibidir işler. Toplumda bir kadının hafifmeşrepliği, ancak bu kusurunu örtecek kadar yeteneği ve başka meziyetleri olmadığı zaman yüzüne vurulur.
İnsan cellat olduğu için zalim olmaz, zalim olduğu için cellat olur … Hakiki büyüklüğün imajı asla gülünç olamaz … İhtirasın kendisinin yapamadığını, iyi taklit edilmiş bir ihtiras yapar …”
… E-kitap okumak için…
Güzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”.
İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:
- Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
- Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.
Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık. Buradan indirebilirsiniz.