Edebiyatın Sıfır Derecesi / Roland Barthes
By Katrin Baskiotis on Ağu 22, 2015 in edebiyat, Kitap Alıntısı, Sanat
- Klasik ozanın işlevi daha yoğun ya da daha parlak yeni sözcükler bulmak değildir; eski bir kurallar bütününü düzenlemek, bir bağıntının bakışımlılığını ya da özlülüğünü kusursuzlaştırmak, bir düşünceyi bir ölçünün tam sınırına getirmek ya da indirgemektir. Klasik yazının özlü düşünceleri sözcüklerin değil, bağıntıların özlü düşünceleridir. Bir anlatım sanatı söz konusudur, bir buluş sanatı değil; burada sözcükler, daha sonra yapılacağı gibi, bir tür şiddetli ve beklenmedik yücelikle, bir deneyimin derinliğini ve tekliğini yansıtmazlar; ince ya da süssel bir düzenin gereklerine göre, yüzeyde düzenlenmişlerdir. Kendilerini bir araya getiren düzenlemeye hayran kalınır, kendilerine özgü güçlerine ya da güzelliklerine değil.Çağdaşlık olanaksız bir yazın arayışıyla başlar.
- Her insan dilinin tutsağıdır. Sınıfının dışında, daha ilk sözcük imler kendisini, yerini tümüyle belirler ve bütün tarihiyle gösterir.
- Biçim bir nesne gibi asılı durur gözlerin önünde; ne yapılırsa yapılsın, bir aykırılıktır. Görkemlidir, gününü doldurmuş görünür; düzensizdir, toplum dışı kalır; zamana ya da insanlara göre özeldir, hangi biçimde olursa olsun yalnızlıktır.
- Söz ancak dilin açık bir biçimde sözcüklerin yalnızca devingen uçlarını alıp götürecek bir “yutma” olarak işlediği yerde vardır; yazıysa, tersine, her zaman dilin ötesinde köklenmiştir; bir çizgi gibi değil, bir tohum gibi gelişir, bir öz ortaya koyar ve bir gizle tehdit eder, bir karşı-iletişimdir, korkutur.
- Toplumsal dilin kopmasını yüklenen ozanın insandışı deneyiminin, isterse romancının inanılır yalanı söz konusu olsun, içtenliğini sürdürebilmek ve tüketilmek için yalancı, kesinlikle yalancı göstergelere gereksinimi vardır. Bu çift anlamlılığın ürünü, sonuç olarak da kaynağı yazıdır. Kullanımı yazara şanlı; ama denetim altında bir işlev veren bu özel dil, başlangıçta görünmeyen bir tutsaklık yaratır, bu da her türlü sorumluluğun tutsaklığıdır; başlangıçta özgür olan yazı sonuçta yazarı kendisi de zincirlenmiş olan bir Tarih’e bağlayan bağdır: Onu kendi yabancılaşmasına daha kesin bir biçimde sürükleyebilmek için toplum yazarı sanatın en açık göstergeleriyle damgalar.
- Yazın fosfor gibidir: En çok ölmeye çalıştığı anda parlar.
- Şiir her türlü anlatma biçiminde öz olarak bulunan gücül bir düzyazının süssel, anıştırıcı ya da yüklü bir denkleminden başka bir şey değildir.
Siyaset üzerine kitap okumak için …
Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.