Bozkırkurdu / Hermann Hesse
By Dursun Kackar on Ağu 24, 2015 in edebiyat, Kitap Alıntısı, roman
- Daha ilk konuşmada kendisi için bozkırkurdu ismini kullanmış, bu da beni yadırgatıp rahatsız etmişti. Bu ne biçim isimdi böyle? Ama sonradan yalnızca alıştığım için bu ismi kabullenmekle kalmadım, kendim de düşüncelerimde hep bozkırkurdu dedim onun için, bugün bile kendisini niteleyecek daha yerinde bir sözcük bilmiyorum. Yolunu şaşırıp bizim aramıza düşmüş, kentlerde ve sürü yaşamında soluğu almış bir bozkırkurdu -başka hiçbir benzeti bundan daha çarpıcı niteleyemezdi onu, onun yalnızlığını, vahşiliğini, tedirginliğini, ondaki yurtsama duygusunu ve onun yurtsuzluğunu.
- Bozkırkurdu özellikle söz konusu eğilimden yaşam için yararlı bir felsefeyi zamanla kotarmasını bilmişti. Darda kaldı mı başvuracağı bir çıkış yolunun önünde sürekli açık durduğu düşüncesiyle içli dışlı oluşu kendisine güç vermiş, bir merak duygusu kendisini acıları ve sıkıntıları yaşamaya yöneltmişti. Pek kötü durumlara düştüğü zamanlar bazen vahşi bir kıvanç, bir çeşit oh olsun duygusuyla şöyle düşünmüştü: “Bir insandaki dayanma gücünün sınırını merak ediyorum doğrusu! Baktım ki katlanılabilirliğin sınırına ulaştım, kapıyı açıverir, esenliğe kavuşurum.” İntihar eden pek çok kişi vardır ki, bu düşünce olağanüstü güç sağlar kendisine.
- Bozkırkurdu kendi düşüncesine göre burjuva dünyasının tümüyle dışında bulunmaktaydı; çünkü ne bir aile yaşamı vardı ne de toplumsal bir hırsın sahibiydi. Kendine düpedüz yalnız ve acayip biri, bazen hasta bir münzevi, bazen de dahice yeteneklerle donatılmış, sıradan yaşamın üstüne çıkmış, normalin üstünde bir kişi gözüyle bakıyordu. Burjuva sınıfına mensup insanları bile bile aşağılıyor, bunlardan biri olmadığı için de gurur duyuyordu.
- Maria’yla Hermine bana bu bahçeyi tüm masumiyetiyle göstermişti, bir şükran duygusuyla konuğu olmuştum bu bahçenin. Ne var ki, çok geçmeden bahçeden çıkıp yeniden yola koyulmam gerekmişti, benim için fazlasıyla sevimli ve sıcaktı bu bahçe. Yeniden yaşamın tacına talip olmak, yeniden yaşamanın sonsuz suçunun bedelini ödemek alnıma yazılmıştı benim. Kolay bir yaşam, kolay bir sevgi, kolay bir ölüm, bunlar asla bana göre değildi.
- Yüksek düzeyde bir mizah yeteneğine kavuşmanın başlıca koşulu, kendi şahsını bundan böyle ciddiye almamaktır.
- Bay Haller’ın ruhsal hastalığı -bugün biliyorum artık- tek bir kişide rastlanan bir garabet değil, doğrudan çağın hastalığıdır, Bay Haller’ın içinde yer aldığı kuşağın bir saplantısıdır; öyle bir saplantı ki, görüldüğü kadarıyla güçsüz ve yetersiz değil, daha çok güçlü, alabildiğine aydın ve yetenekli kişilerde rastlanıyor.
- Bozkırkurdu, kendisine benzeyen binlerce kişi gibi o da ölüme giden yolun her an önünde açık beklediği düşüncesinden yola koyularak gençlere özgü, hüzün dolu bir hayal oyunu yaratmakla kalmamış, aynı düşünce temeli üzerinde kendisini avutacak, kendisine destek olacak bir yapı kurup çatmıştır.
… Darbeler ve medya üzerine kitap okumak için …
Kendi ülkesini işgal eden ordu
Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarındanYABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleriİÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi”gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…