Yokluk / Absence / غياب
By my on Eyl 6, 2015 in Derin Lügat, Yokluk
Ne değildir?
Varlık’ın zıddı değil.
Nedir?
Yokluk varoluşun ön koşuludur. Zira insan ne dış dünyayı ne vücudunu ve ne de kendi kendini vasıtasız anlayamaz. Hisleri, aklı, hayal gücü sayesinde gerçekleşir bu anlayış. Haliyle fizik, kimya gibi bilimsel bilgi de dâhil olmak üzere her biliş indî/sübjektif bir tasavvura dayanır. (Bkz. Derin Lügat maddesi: İndî / Sübjektif / Objektif / ذاتي) Bu tasavvur içtimaî bir kisveye büründüğünde insanlar “objektif” bilgiye eriştiklerini vehmederler. Kendi uydurdukları kelimelerin, zihnen inşa ettikleri sebep-sonuç zincirlerinin kendileri dışında bir gerçekliğe yahut mevcudiyet iddiasına sahip olduğunu zannederler. Sosyal olarak kabul gören kavramsallaştırmaların Zaman ve Mekân dışı zannedilmesinin sebebi budur. Bu hataya işaret eden çok sayıda filozof vardır: Ernst Mach, Ludwig Wittgenstein, Henri Bergson,…
Yok’un varlığını hesaba katmayan her tasavvur sahibi tıpkı Parmenides gibi ontolojik bir çıkmaza düşmeye mahkûmdur. Amélie Nothomb’un şu satırlarda çok güzel tasvir ettiği gibi:
“… Başlangıçta hiçbir şey yoktu. Bu yokluk ne boştu ne de bulanık. Kendinden başka hiçbir şeyi celbetmiyordu. Ve tanrı bunu iyi buldu. Hiçbir şey uğruna bir şey yaratmadı. Yokluk ona uygun gelmekten öte tam mânâsıyla tatmin ediyordu. Tanrının gözleri sürekli açıktı ve sabitti. Kapalı olsaydı da bu bir şeyi değiştirmeyecekti. Görecek bir şey yoktu ve tanrı hiçbir şeye bakmıyordu. Bir kati yumurta gibi dolu ve yoğundu; onun gibi yuvarlaklık ve atalet sahibiydi.
Tanrı mutlak tatminin kendisiydi. Hiçbir şey istemiyor, beklemiyor, algılamıyor, reddetmiyor ve hiçbir şeyle ilgilenmiyordu. Hayat o kadar tok bir haldeydi ki hayat değildi. Tanrı yaşamıyordu, varlığını sürdürüyordu. Tanrı için kendi varlığının algılanabilir bir başlangıcı yoktu. Giriş cümlesinin sıkıcılığından dolayı okumaya başladığımızı bile unuttuğumuz bir kitap gibiydi. Onun varlığının başlama anını fark etmek imkânsızdı. Sanki hep vardı. Bir lisani yoktu tabi düşünceleri de. Tokluk ve sonsuzluktan ibaretti. Bu en güçlü bir şekilde onun tanrı olduğunu ispat ediyordu. Ve bu gerçeğin hiçbir önemi yoktu çünkü tanrı olmak tanrının umurunda değildi …” (Métaphysique des tubes, 2000)
… Bu konuda okumak için…
Jean-Paul Sartre ile Kaliteli bir Ateizme Doğru
Yokluk var mıdır? Evinizin içini dolduran boşluğu gördünüz mü hiç? Bir türlü gelmeyen şu trenin verdiği sıkıntı ya da sizi habersiz bırakan dostlarınızın sessizliği gerçek değil mi yoksa? Tutulmamış sözler, ödenmemiş borçlar… Yokluk da var aslında “var” dediğimiz şeyler kadar. Ama Yok’un varlığı sadece şuurlu insanlar için gerçektir; gelecekten, birisinden cevap bekleyenler için bir yokluktan, eksiklikten bahsedebiliriz… Artık olmayan gençlik yılları ya da henüz gelmemiş olan yaşlılık da bugünün gerçeği değil mi? Hatırlayan, ümid eden, düş kırıklığını ve gelecek korkusunu tatmış her insan için bir “yokluk” vardır, gerçektir ve bugüne dahildir.
Ateizmin ürettiği en kaliteli metinlerinden biri olan Varlık ve Hiç elinizdeki bu kitabın belkemiğini oluşturuyor. Filozof ve edebiyatçı olan Jean-Paul Sartre hiç şüphesiz Batı felsefesinin köşe taşlarından biridir. Varlık, İnsan, Özgürlük ve Ahlâk tasavvuru üzerine yazdığı eseri tanrısız bir ahlâk teorisi. “Geleneksel” dinler ile göbeğini kesmiş bir “iyi insan” arayışı içinde Sartre. Bu arayışın neticesi ateist emir ve yasaklar değil insan fıtratının önemli bir veçhesi, özgürlük şuuru:
“İnsan özgürdür ve bunun farkındadır; bu farkındalık ile, özgürlük ve sorumluluk şuuruyla yaşamaya mahkûmdur.”
Bu bağlamda Sartre gerçek bir ateist: Tanrı karşıtı değil Tanrı-SIZ. Vicdanın sesini duyma gayretinde. Görünmeyen tanrılar ile kavga etmek yerine “görünürde tanrı yok, biz insan olarak ne yapabiliriz?” diye soruyor. Buradan indirebilirsiniz.