Metafizik Üzerine Konuşma / Gottfried Wilhelm Leibniz
By Katrin Baskiotis on Eyl 21, 2015 in Ateizm, Kitap Alıntısı, Tanrı
Mekaniğin kuralları Metafizik’in dışında yalnızca Geometri’ye dayansaydı olguların bambaşka olması gerekirdi.
Tanrı’nın bilgeliği her zaman bazı özel cisimlerin mekanik yapısının ayrıntısında bilindiğine göre bu bilgeliğin aynı zamanda dünyanın genel yönetiminde ve doğa yasalarının kuruluşunda kendini göstermesi gerekir. Bu öylesine doğrudur ki bu bilgeliğin önerileri genel olarak devinimin yasalarında görülmektedir. Çünkü cisimlerde yalnız ve yalnız uzamlı bir kitle bulunsaydı, devinim dediğimiz de yer değiştirmekten başka bir şey olmasaydı, her şey geometrik bir zorunlulukla bu tanımlardan kendi kendine çıkarılabilse ya da çıkarılmak gerekseydi, başka yerde de gösterdiğim gibi küçük bir cisim duran daha büyük bir cisme rastlayınca ona kendi hızını verecek ve kendi hızından herhangi bir şey yitirmeyecekti: ve bir dizgenin oluşmasını iyiden iyiye engelleyen buna benzer nice başka kuralı da benimsemek gerekecekti. Ama Tanrı bilgeliğinin her zaman aynı gücü ve aynı yönü korumakta kararlılığı işi düzeltiyor.
Gene bana kalırsa doğanın birçok edimi iki türlü gösterilebilir, yani etkin nedeni belirleyerek gösterilebilir, bir de benim örneğin ışıkyansıması ve ışıkkırılmasıyla ilgili kuralları incelerken yaptığım ve ilerde de yapacağım gibi Tanrı’nın etkinliğini her zaman en kolay yollardan gerçekleştirme konusundaki kararlılığına dayanarak, yani sonuçsal nedeni göz önünde tutarak gösterilebilir.
Hem doğayı mekaniklikle açıklayanlara hem de cisimsel olmayan doğalara başvuranlara yatkın olabilmek için her iki görüşün sonuçsal nedenlerle ve etkin nedenlerle bağdaştırılması.
Bir hayvanın ilk dokusunun oluşumuyla tüm parçalarının oluşumunu mekanik olarak açıklayabileceklerini düşünenlerle aynı yapıyı sonuçsal nedenlerle açıklayanları uzlaştırmak için bu belirlemeyi yapmak gerekir. Her ikisi de iyidir, yalnızca büyük işçinin sanatına hayran olmak için değil, aynı zamanda fizikte ve hekimlikte yararlı şeyler ortaya koymak için her ikisi de uygun olabilir.Ve bu ayrı yolları izleyen yazarların birbirlerine kötü davranmamaları gerekirdi.
Çünkü, görüyorum, tanrısal Anatomi’nin güzelliğini açıklamaya yönelenler gelişigüzel görünen bazı sıvıların devinimleri organlarda çok güzel bir çeşitlilik yaratmaktadır diye düşünenlerle alay ediyorlar, bu kişileri zirzop ve dindışı kişiler sayıyorlar. Bunlar da bu sefer öbürlerini basit ve boşinançlı kişiler olarak belirliyorlar, bunlar göklerde gürüldeyenin Zeus değil de bulutlarda bulunan herhangi bir madde olduğunu bildiren fizikçileri dinsiz yerine koyan eskilere benziyorlar. En iyisi her iki belirlemeyi de birbiriyle uzlaştırmak olurdu, çünkü sıradan bir karşılaştırma yapmama izin verilirse diyebilirim ki bir işçinin ustalığını göstermek ve övmek için makinenin parçalarını yaparken ne gibi tasarıları olduğunu belirlemekle kalmam, her parçayı yapmak için kullandığı gereçleri de açıklarım, hele bu gereçler basit gereçlerse ve zekice yapılmış gereçlerse. Tanrı bedenimizden bin kez daha zekice kurulmuş bir makineyi yapabilecek çok usta bir sanatçıdır, çok basit birkaç sıvıyı kullanarak yapıverir bunu, yeter ki doğanın olağan yasaları onları böylesine sevilesi bir ürün ortaya koyabilmeleri için en uygun biçimde belirlemiş olsun; ayrıca Tanrı doğanın yaratanı olmasaydı bu böyle olmazdı.
Bununla birlikte bence gerçekten daha derin ve bir anlamda daha dolaysız ve “a priori” olan etkin nedenler yolu ayrıntılara yönelindiğinde oldukça güçtür, sanırım filozoflarımız da ondan zaman zaman iyiden iyiye uzaklaşmışlardır. Buna karşılık sonuçsal nedenlerin yolu daha kolaydır ve Anatomi’nin çok önemli örnekler ortaya koyduğu daha fiziksel olan öbür yolda daha uygun araştırmalar getirecek olan önemli ve yararlı doğruları ortaya çıkarmaktan hiç de geri kalmaz. Bunun gibi, kırılma kurallarının ilk bulucusu Snellius da ilkin ışığın nasıl oluştuğunu araştırmaya yönelmeseydi bu kuralları bulmak için çok beklerdi. Snellius eskilerin ışıkyansıması için kullandığı yöntemi izledi, bu yöntem de sonuçsal nedenlere dayanır. Çünkü eskiler bir ışını belli bir noktadan belli bir noktaya göndermek üzere belli bir yüzeyde yansıtırken (bunu doğanın böyle tasarladığını düşünelim), gelme açısıyla yansıma açısının birbirine eşit olduğunu bulmuşlardır, bunu Larissalı Heliodoros’un küçük bir kitabında ve başka yerlerde görebiliriz. Bana kalırsa Bay Snellius ve ondan sonra da (ondan iyiden iyiye habersiz olarak) M. Fermet bunu kırılmaya daha zekice uygulamışlardır. Çünkü ışıklar aynı ortamlarda kendileri de ortamların dirençlerinin orantısından başka bir şey olmayan sinüslerin orantısına uyuyorlarsa, demek ki bu yol bir ortamdaki belli bir noktadan bir başka ortamdaki bir başka noktaya ulaşan en kısa ya da hiç değilse en belli yoldur. Bay Descartes’ın bu teoremi etkin nedenlere dayanarak göstermesinde çok büyük eksikler vardır. Hatta diyebiliriz ki Bay Descartes Hollanda’da Snellius’un buluşunu öğrenmiş olsaydı onu hiçbir zaman bulamayacaktı.
… Bu konuda okumak için…
Jean-Paul Sartre ile Kaliteli bir Ateizme Doğru
Yokluk var mıdır? Evinizin içini dolduran boşluğu gördünüz mü hiç? Bir türlü gelmeyen şu trenin verdiği sıkıntı ya da sizi habersiz bırakan dostlarınızın sessizliği gerçek değil mi yoksa? Tutulmamış sözler, ödenmemiş borçlar… Yokluk da var aslında “var” dediğimiz şeyler kadar. Ama Yok’un varlığı sadece şuurlu insanlar için gerçektir; gelecekten, birisinden cevap bekleyenler için bir yokluktan, eksiklikten bahsedebiliriz… Artık olmayan gençlik yılları ya da henüz gelmemiş olan yaşlılık da bugünün gerçeği değil mi? Hatırlayan, ümid eden, düş kırıklığını ve gelecek korkusunu tatmış her insan için bir “yokluk” vardır, gerçektir ve bugüne dahildir.
Ateizmin ürettiği en kaliteli metinlerinden biri olan Varlık ve Hiç elinizdeki bu kitabın belkemiğini oluşturuyor. Filozof ve edebiyatçı olan Jean-Paul Sartre hiç şüphesiz Batı felsefesinin köşe taşlarından biridir. Varlık, İnsan, Özgürlük ve Ahlâk tasavvuru üzerine yazdığı eseri tanrısız bir ahlâk teorisi. “Geleneksel” dinler ile göbeğini kesmiş bir “iyi insan” arayışı içinde Sartre. Bu arayışın neticesi ateist emir ve yasaklar değil insan fıtratının önemli bir veçhesi, özgürlük şuuru:
“İnsan özgürdür ve bunun farkındadır; bu farkındalık ile, özgürlük ve sorumluluk şuuruyla yaşamaya mahkûmdur.”
Bu bağlamda Sartre gerçek bir ateist: Tanrı karşıtı değil Tanrı-SIZ. Vicdanın sesini duyma gayretinde. Görünmeyen tanrılar ile kavga etmek yerine “görünürde tanrı yok, biz insan olarak ne yapabiliriz?” diye soruyor. Buradan indirebilirsiniz.