Küreselleşme, içtimaî neticeleri / Zygmunt Bauman
By Hans Müller on Eki 15, 2015 in Kitap Alıntısı, Küreselleşme, Modernleşme
“… Agnes Heller uçak seyahatinde tanıdığı iş sahibi, orta yaşlı, beş dil bilen ve üç değişik yerde evi olan kadını şöyle anlatıyor: “Kadın, pek çok yer arasında oradan oraya göçüp duruyor. Bunu bir cemiyetin ferdi olarak değil, yalnız başına yapıyor; oysa kendisi gibi hareket eden çok sayıda insan var… İçinde yer aldığı kültür belli bir yerin kültürü değil, bir zamanın kültürü: Salt şimdiki zamanın kültürü Singapur’dan Hong Kong’a, oradan Londra, Stockholm, New Hampshire, Tokyo, Prag’a giderken ya da başka yerler arasında sürekli mekik dokurken ona eşlik edelim. Aynı Hiton otelinde kalıp, öğle yemeğinde aynı ton balıklı sandviçi ya da canı isterse Paris’te Çin ve Hong Kong’ta Fransız yemeği yiyor. Aynı tür faks makinesi, telefon ve bilgisayarları kullanıyor, aynı filmleri izliyor ve aynı tür insanlarla aynı tür sorunları tartışıyor…
Jermy Seabrook komşu blokta oturan bir kadını Michelle’i hatırlıyor: on beşindeyken saçları bir gün kırmızı, ertesi gün sarı, sonra simsiyah, ardından Afrikalılar gibi kıvır kıvır, atkuyruğu, örgülü ve nihayet kafası parlayacak kadar kısa olurdu… Dudakları bir gün kırmızı, bir gün mor, sonra siyahtı. Yüzü hortlak gibi beyaz sonra şeftali rengi, ardından sanki dökme metal gibi bronz oluyordu. Kaçma hayallerinin peşine düşüp on altısında erkek arkadaşıyla evi terk etti; erkek arkadaşı o zamanlar yirmi altısındaydı… On sekizinde kucağında iki çocukla annesine döndü… Üç yıl önce terk ettiği yatak odasında oturuyor; dünün pop yıldızlarının soluk resimleri, hala asılı durduğu duvarlardan ona bakıyor. Bana kendisini yüz yaşında hissettiğini söyledi hayatın sunabileceği her şeyi denemişti. Geriye hiçbir şey kalmamıştı… Heller’ın yol arkadaşı söz konusu olduğunda sanallık, gerçek bir evin dayatabileceği her türlü kısıtlamayı kaldırır, onu evsizliğin sıkıntıları ve kaygılarına maruz bırakmadan, mekânı maddîyetten arındırmasına yardım eder. Seabrook’un komşusu söz konusu olduğunda ise, hapishaneye dönen bir evin dehşet verici ve iğrenç gücü karşısında rahatlık sağlar; zamanı çözüp anlamsızlaştırır. Birinci deneyim postmodern özgürlük olarak yaşanırken, ikincisi köleliğin postmodern şeklini gibidir ve varoluşçu kaygı hissi verir …”
… Modernite ve postmodern dünya üzerine kitap okumak için…
Sen insansın, homo-economicus değilsin!
Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz Adam, James Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor. Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…
Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.
Gurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”
Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.
Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi, buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.