Metafizik Üzerine Konuşma / Gottfried Wilhelm Leibniz
By Katrin Baskiotis on Eki 15, 2015 in Ateizm, Kitap Alıntısı, Tanrı
Tanrı düzeni aşan hiçbir şey yapmaz, düzenli olmayan olayların varlığını düşünemeyiz bile.
Genellikle Tanrı’nın eylemlerini olağan eylemler ve olağanüstü eylemler olmak üzere ikiye ayırırlar. Ama Tanrı’nın düzen dışında hiçbir şey yapmadığını düşünmek doğru olur. Böylece olağanüstü diye alınan şeyler yaratıklar arasında kurulmuş bazı özel düzenlerle ilgilidir. Çünkü, evrensel düzene gelince, bu düzende her şey uyarlıdır. Gerçek olan yalnızca dünyada tam tamına düzensiz bir şeyin varolamayacağı değil, aynı zamanda böyle bir şeyin tasarlanamayacağıdır. Çünkü birinin bakla falı açar gibi gülünç bir işe kalkıp kâğıdın orasına burasına gelişigüzel bir biçimde noktalar koyduğunu düşünelim. Bence, kavramı belli bir kurala göre durağan ve birbiçim olan, böylece bir elin belirlediği biçimde bütün noktalarında geçilebilen bir çizgi düşünülebilir.
Biri bir çırpıda bir çizgi çiziversin, bu çizgi bazen doğru, bazen daire, bazen daha başka bir şey olsun; bu çizginin tüm noktaları için ortak olan, değişmelerin tümünü belirleyen bir kavram, bir kural, bir denklem bulunabilir. Örneğin hiçbir insan yüzü yoktur ki çevresi geometrik bir çizginin parçası olmasın ve belli bir düzenlenmiş devinimle bir çırpıda çizilmesin. Ama bir kural çok karmaşıksa ona uygun olan şey karmaşıklık diye alınır.
Böylece, denilebilir ki, Tanrı dünyayı ne biçimde yaratmış olursa olsun, dünya her zaman düzenli olacaktır ve belli bir genel düzen içinde bulunacaktır. Ama Tanrı dünyaların en yetkinini seçmiştir, yani hem varsayımlar açısından en basit olanını, hem olgular açısından en zengin olanını seçmiştir – çizilmesi çok kolay, özellikleri ve sonuçları pek güzel ve pek geniş bir geometrik çizgi gibi. Bu karşılaştırmaları tanrısal bilgeliğin eksik bir görünümünü çizmek ve yeterince açıklanamayan şeyi herhangi bir biçimde kavramak yolunda zihnimizi yükseltebilecek şeyi söylemek için yapıyorum. Ama bunu yaparken tüm evrenin bağlı olduğu büyük gizi açıklamakta olduğumu söylemek istemiyorum.
Mucizelerin ikincil kurallara karşıt olmakla birlikte genel düzene uygun oldukları üzerine ve Tanrı’nın genel ya da özel herhangi bir isteme göre neler isteyip nelere izin vereceği üzerine.
Düzende bulunmayan bir şey kendini gerçekleştiremeyeceği için mucizeler de doğal olaylar kadar düzenin içindedirler. Bunlara doğal olaylar diyoruz, çünkü bunlar şeylerin doğası dediğimiz bazı ikincil kurallara uymaktadırlar. Ve diyebiliriz ki bu doğa Tanrı’nın bir alışkanlığıdır, Tanrı kendisini ve kuralları kullanmaya götüren nedenden daha güçlü bir neden uğruna bu alışkanlığı bırakabilir.
Genel ve özel istemlere gelince, şeyleri ele alış biçimimizden giderek, Tanrı her şeyi seçmiş olduğu en yetkin düzene uygun olan en genel istemine göre yapıyor diyebiliriz. Ama ayrıca Tanrı’nın özel istemleri de vardır, bu istemler yukarıda andığımız ikincil kuralların dışında kalır, çünkü evrenin tüm sırasını düzene koyan yasaların en geneli kuraldışıdır.
Şunu da söyleyebiliriz: Tanrı kendi özel isteminin nesnesi olan her şeyi ister; ama genel istemin nesnelerine gelince -öbür yaratıkların ve özel olarak da ussal yaratıkların eylemleri bunlardandır ve Tanrı bunlara yönelmek ister- burada iki şeyi ayırdetmek gerekir: eylem kendinde iyiyse, diyebiliriz ki Tanrı bu eylemi ister ve bazen de buyurur, bu eylem gerçekleşmese de; ama eylem kendinde kötüyse ve eylem -şeylerin düzeni, özellikle de ceza ve kefaret kötülüğü düzelttiği ve kötülüğü bol bol dengelediği için, bu durumda da düzende hiç kötülük olmadığı zamana göre daha da yetkinlik bulunacağı için- ancak rastlantıyla iyi duruma gelebiliyorsa, o zaman Tanrı kendi koyduğu doğa yasalarından ötürü eyleme yönelse de -çünkü bundan daha büyük bir iyilik elde edebilecektir- o eylemi istediği söylenemez ama o eyleme izin verdiği söylenebilir.
Tanrı’nın eylemleriyle yaratıkların eylemlerini ayırdetmek için bireysel bir töz kavramının ne olduğu açıklanıyor.
Tanrı’nın eylemlerini yaratıkların eylemlerinden ayırmak çok güçtür; bazı insanlar Tanrı’nın her şeyi yaptığına inanırlar, bazılarına göre de Tanrı’nın tüm yaptığı şey daha önce yaratıklara vermiş olduğu gücü korumaktır: bunlardan birinin ya da öbürünün ne ölçüde söylenebileceği aşağıda gösterilecektir. Eylemler ve edimler tam tamına bireysel töze bağlı oldukları için (actiones sunt suppositorum) (10) böyle bir tözün ne olduğunu açıklamak gerekir.
Gerçekten birçok yüklem bir tek özneye bağlı olduğu ve bu özne de başka herhangi bir özneye bağlı olmadığı zaman buna bireysel töz adı verilir; dahası var, çünkü bu açıklama sözsel bir açıklamadır. Öyleyse belli bir özneye gerçek olarak bağlı olmanın ne anlama geldiğini göz önünde tutmak gerekiyor.
Elbette her doğru önermenin temeli şeylerin doğasında bulunur; bir önerme özdeş değilse, yani yüklem açık bir biçimde öznede içerilmiş değilse, onun öznede gücül olarak bulunması gerekir; filozofların yüklem öznededir derken “in-esse” diye belirledikleri şey budur. Bu durumda her zaman öznenin terimi yüklemin terimini kapsayacaktır, öyle ki konunun kavramını tam olarak anlayan bir kişi yüklemin ona bağlı olduğu yargısına varacaktır.
Bu durumda şunu diyebiliriz: bireysel bir tözün doğası ya da tam bir varlığın doğası öylesine tam bir kavrama sahiptir ki bağlı olduğu öznenin tüm yüklemlerini içermeye ve çıkarsatmaya yeterlidir. Oysa rastlantı dediğimiz şey, kavramı bağlanacağı özneye bağlanabilecek şeylerin tümünü içermeyen bir varlıktır. Böylece Büyük İskender’e bağlanan kral niteliği, özne göz önünde tutulmamış olduğundan, bir birey için yeterince belirgin değildir ve aynı öznenin öbür niteliklerini içermez, oysa İskender’in bireylik kavramını ya da “o oluş”unu gören Tanrı, onda aynı zamanda gerçekten onunla ilgili olarak söylenebilecek tüm yüklemlerin temelini ve nedenini, örneğin onun Darius’u ve Porus’u yeneceğini, hatta doğal bir ölümle mi yoksa zehirlenerek mi öleceğini “a priori” olarak (deneyle değil) görür. Bizse bunu ancak tarihin yardımıyla görebiliriz. Bu yüzden, şeylerin bağlantısını tam olarak göz önüne alınca şunu söyleyebiliriz: İskender’in ruhunda her zaman başına gelmiş olan şeylerin kalıntıları, başına gelecek olan şeylerin bazı belirtileri, evrende olup geçen şeylerin izleri bulunmaktadır – evrende olup geçen şeyleri bilmek yalnızca Tanrı’ya özgü de olsa.
Her bir tözün kendi yönünden tüm evreni açıklaması ve kavramında tüm olayların içerilmiş, tüm koşullarıyla ve dışsal şeylerin tüm düzeniyle içerilmiş bulunması üzerine.
Birçok ilgi çekici çelişki çıkar bundan, örneğin iki tözün birbirine tıpatıp benzemesi ve ancak “solo numero” (11) değişik olması doğru değildir; Aziz Tommaso’nun bu bakımdan melekler ya da yüce zekâlarla ilgili olarak öne sürdüğü “Quod ibi omne individuum sit species infima” (12) savı, özgül ayrımı geometricilerin biçimleri anladıkları gibi anlamak koşuluyla, tüm tözler için doğrudur; bir töz ancak yaratılışla başlar ve yok oluşla ölür; bir töz ikiye bölünemez; iki tözden bir töz yapılamaz; tözler dönüşürler ama sayıları doğal olarak ne artar, ne eksilir.
Ayrıca her töz bütün bir dünya gibidir, Tanrı’nın ya da tüm evrenin aynası gibidir, her töz Tanrı’yı ya da evreni kendine göre açıklar, her kent onu değişik yerlerden gözleyene nasıl değişik görünürse. Böylece evren varolan tözler sayısınca çoğalmıştır diyebiliriz bir bakıma. Ve Tanrı’nın ünü de yapıtının tüm değişik sunumları sayısınca çoğalmıştır. Şöyle de diyebiliriz: her töz kendinde Tanrı’nın sonsuz bilgeliğinin, tamgüçlülüğünün özyapısını taşır bir anlamda ve Tanrı’ya becerebildiğince öykünür. Çünkü her töz karışık bir biçimde de olsa, evrende geçmişle, şimdiyle, gelecekle ilgili olarak her olanı açıklar, bu da sonsuz bir algıya ya da bilgiye benzer. Tüm öbür tözler de bunu açıkladıklarından ve buna uyarlandıklarından her töz Yaradan’ın tamgüçlülüğüne öykünerek kendi gücünü öbür tözler üzerine yayar diyebiliriz.
Tözsel biçimler düşüncesinde sağlam bir yan vardır ama bu biçimler olaylarda hiçbir şeyi değiştirmez, bunların özel etkileri açıklamakta kullanılmaları gerekir.
Sanırım eskilerin de, derin düşünme alışkanlığına ermiş, birkaç yüzyıl önce dinbilim ve felsefe öğretmiş, içlerinden bazıları azizlik katına yükselmiş usta kişilerin de sözünü ettiğimiz şeyler üzerine bilgisi olmuştur; onların bugün gözden düşmüş bulunan tözsel biçimlerin varlığını benimsemesini ve korumasını sağlayan bu bilgidir. Ama onlar bizim yeni filozoflar topluluğunun sandığı gibi ne öylesine doğruların uzağındadırlar, ne de öylesine gülünç durumdadırlar.
Bu biçimleri ele almak fiziğin ayrıntılarında hiçbir işe yaramayacak, tek tek olayların açıklanmasında kullanılamayacaktır, buna ben de katılırım. Bu konuda bizim skolastikler de, onlara uyan eski hekimler de yanılmışlardır. Bunlar cisimlerin etkilerinin nasıl olduğunu incelemek zahmetine katlanmaksızın yalnızca biçimlerden ve niteliklerden söz ediyorlar, böylece cisimlerin özelliklerini temellendirdiklerini sanıyorlardı; bu, saatlerin vakti nasıl gösterdiğini araştırmadan, bir saatte bulunan vakti gösterme niteliğinin onun tözsel biçiminden geldiğini söylemeye benzer. Gerçekte, saatin bakımını başkası yapacaksa, saati satın alana yetebilir bu.
… Bu konuda okumak için…
Jean-Paul Sartre ile Kaliteli bir Ateizme Doğru
Yokluk var mıdır? Evinizin içini dolduran boşluğu gördünüz mü hiç? Bir türlü gelmeyen şu trenin verdiği sıkıntı ya da sizi habersiz bırakan dostlarınızın sessizliği gerçek değil mi yoksa? Tutulmamış sözler, ödenmemiş borçlar… Yokluk da var aslında “var” dediğimiz şeyler kadar. Ama Yok’un varlığı sadece şuurlu insanlar için gerçektir; gelecekten, birisinden cevap bekleyenler için bir yokluktan, eksiklikten bahsedebiliriz… Artık olmayan gençlik yılları ya da henüz gelmemiş olan yaşlılık da bugünün gerçeği değil mi? Hatırlayan, ümid eden, düş kırıklığını ve gelecek korkusunu tatmış her insan için bir “yokluk” vardır, gerçektir ve bugüne dahildir.
Ateizmin ürettiği en kaliteli metinlerinden biri olan Varlık ve Hiç elinizdeki bu kitabın belkemiğini oluşturuyor. Filozof ve edebiyatçı olan Jean-Paul Sartre hiç şüphesiz Batı felsefesinin köşe taşlarından biridir. Varlık, İnsan, Özgürlük ve Ahlâk tasavvuru üzerine yazdığı eseri tanrısız bir ahlâk teorisi. “Geleneksel” dinler ile göbeğini kesmiş bir “iyi insan” arayışı içinde Sartre. Bu arayışın neticesi ateist emir ve yasaklar değil insan fıtratının önemli bir veçhesi, özgürlük şuuru:
“İnsan özgürdür ve bunun farkındadır; bu farkındalık ile, özgürlük ve sorumluluk şuuruyla yaşamaya mahkûmdur.”
Bu bağlamda Sartre gerçek bir ateist: Tanrı karşıtı değil Tanrı-SIZ. Vicdanın sesini duyma gayretinde. Görünmeyen tanrılar ile kavga etmek yerine “görünürde tanrı yok, biz insan olarak ne yapabiliriz?” diye soruyor. Buradan indirebilirsiniz.