İslâm Sanatı Aforizmaları
By my on Şub 4, 2016 in Aforizmalar, İslam, islamcilik, Sanat, Tasavvuf
- Batının vahşetini konuşup duruyoruz ama darbenin büyüğünü topla, tüfekle yemedik. Bir diriliş başlarsa bu da top-tüfekle, kanla olmayacak.
- Bizim en ağır mağlubiyetimiz fikir ve sanat sahasında oldu. Hâlâ da öyledir.
- Bizi durduran gâvurun atom bombası değil Eurovizyon şarkı yarışmasıdır.
- … Ve bugün hâlâ “İslâmcıyım” diyen nice yarı-aydın sanatı eğlence zanneder. Osmanlı’ya, Tasavvuf’a dil uzatırken oradan vurur züğürt aklınca.
- Senin gençlerin Star Wars’tan öğrendikleri İncil’in onda biri kadar ayet okumuyor. Ne haber?
- Beden, nefs ve rûh üzerine tefekkür etmeyen gençler Matrix, Pi’nin yaşamı ve Avatar’dan metafizik ve fenomenoloji öğrendi.
- Kimseyi suçlama şimdi. Sen Mesnevî’yi, Kimya-yı Saadet’i, Fütuhat-ı Mekiyye’yi okutmazsan kalpteki o boşlu bir dolduran çıkar. (Çirkin Cumhuriyet ve Mânâ’sız Maneviyat)
- Mevlânâ, Gazâlî ve Muhyiddin ibni Arabî Hazretlerine dil uzatan pislikleri Diyanet’te barındıran sensin.
- İslâm’ı aklına uydurmaya çalışan, Efendimiz’in (SAV) mucizelerine, kadere, kabir azabına itiraz eden hoca müsveddelerini baş tacı ediyorsun. (Âl-i İmrân Suresini Okusaydı İslâmcı Olmayacaktı!)
- Gençler İslâm’daki Tecelliyat’ı anlamıyor, ama Hollywood’dan İncil’deki Teofani’yi öğreniyorlar diye ağlama. O pis suları tutan barajı havaya uçuran sensin.
- … Zira “demokratik hadis ayıklamaları” yapan, çakma selefilere Diyanet’in kapısını açan sensin. Yurtdışına psikopat imam yollayan da sendin.
- Muharebeleri kazandık ama en okumuşlarımız, en zenginlerimiz batıya hayran oldukları gün savaşı kaybettik.
- Hayır, dil devrimi kadar din devrimi yapanlar da suçlu. İlâhiyat fakültelerimizi Vatikan’laştıran selefsiz selefiler de suçlu.
- İlâhiyat fakültelerimiz Zekeriya Beyaz, Abdülaziz Bayındır, Yaşar Nuri Öztürk gibi zehirli sarmaşıklar yetiştiriyorsa herkes kırmızı alarma geçmeli.
- İhsan Eliaçık, Edip Yüksel, Adnan Oktar, Mustafa İslâmoğlu gibileri kürsü işgal ediyor; Sünnet’siz sevgisiz, maddî, rasyonel bir İslâm(!) pompalanıyor.
- Bu kadar münafık hoca kılığında ders(!) verirse biz bize yeteriz düşman olarak. Zor mu inanmak? Buyrun gülenistler, buyrun Kürtsüz PKK terörü, …
- Evet! Sanat, güzellik, ilâhî muhabbet (haşa) oyun/ şaka/ eğlence değildir. Evet! İfsad buradan olduğu gibi ihya da buradan olacak.
- Meşayihten hemen hiç kimse yok ki hat, musiki, ebru, tezyin ile uğraşmamış olsun. Asgârî aklı olana bu misal bile yeter.
- Türkmen çocuklarını öldüren zalim Rus pilotunun evi kadar çirkin bir evde oturuyorsun. Ne kadar az düşünüyorsun. (Çirkin insanlar güzel şehirler kuramazlar)
… İslam, sanat ve inanç ilişkisi üzerine okumak için…
Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır
Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?
Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” için. Buradan indirebilirsiniz.
Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.
Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmakolabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.
Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.
Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar. Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.
Güzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”.
İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:
- Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
- Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.
Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık.Buradan indirebilirsiniz.
1 Trackback(s)