RSS Feed for This Post

Oryantalizm / Edward Saïd

edward-said-oryantalizmCambridge İslâm Tarihi İslâm’ı “bir din olarak” yanlış anlayıp, yanlış tanıtmakla kalmıyor; “bir tarih olarak” anlatmaktan da aciz Nadirdir ki, böyle muhteşem bir girişimden hem fikir hem de metodolojik izah eksik olsun. Ama bunların her ikisi Cambridge İs-lâm Tarihi’nde eksiktir. Kitap İrfan Şehid’in İslâm öncesi Arabistan’ı hikâye edişiyle başlıyor. Şehid, 7. yüzyılda İslâm’ın ortaya, çıktığı topografyayı ve insan kültürünü, bunların her ikisi ile teşkil ettiği uyumdan da bahsederek, akıllı bir biçimde resmediyor. Ama insan, P. M. Holt’un önsözünde “kültürel bir sentez” (125) dediği İslâm öncesi Arabistan babından Muhammedi babına geçen, sonra Hulâfa-i Râşidûn ve Emevi sultanlarından bahsedip, bir inanç, bir doktrin olarak İslâm’ı hiç bahis konusu etmeyen bir İslâm Tarihi için ne diyebilir ki… Birinci ciltte yüzlerce sayfa boyunca ve insanı bunaltan bir üslûp ile, İslâm’ın savaşların, saltanat ve ölümlerin tarihi olduğunu okuyorsunuz. Yükselişler, parlak devirler, gelişler ve geçişler…

Örnek olarak, 8. ilâ 11. yüzyıl arasındaki Abbasi saltanatını ele alalım. Arap yahut İslâm tarihi ile en ufak bir aşinalığı olan. herkes bilir ki, bu devir İslâm medeniyetinin Rönesans İtalya’sı kadar parlak ve âli bir devridir. Ama kırk sayfa boyunca hiçbir parlaklıktan bahsedilmiyor; onun yerine şöyle cümleler var: “Hilafeti elde eder etmez, EI-Memûn Bağdad’daki sosyal temaslarını kesti ve Merv’e çekildi. Hükümeti (Irak’ın yönetimini) güvendiği kişilerden Hasan bin Sehl’e emanet etti. El-Fadl’ın kardeşi olan Hasan başa geçer geçmez karşısında Şii Ebul Saraya’yı buldu. Saraya Cemazi-i Sâni 199’da (Ocak 815) Kûfe’ye haber yollayarak asker toplanmasını, Hasani İbn Tebete’nin desteklenmesini istemişti.” (126) İhtisası İslâm olmayan birisi bu noktada Şii kimdir, Hasani nedir, bilemez. Cemazi-i Sâni’nin de ne olduğunu pek anlayamaz, ama bir tarih belirttiğini tahmin edebilir. Harun Reşid dâhil Abbasiler hakkında da herhalde bunların Merv’de oturan ve surat asan can sıkıcı ve cani ruhlu kimseler olduğunu düşünecektir…

Ana İslâm Diyarı’nın Kuzey Afrika’yı ve Endülüs’ü içine almadığı belirtiliyor. Bu diyarın tarihine gelince, geçmişten bugüne muntazam bir akış göstermektedir. Yani 1. Cilt’de İslâm denince aslen coğrafi bir bölge kastediliyor, uzmanı seçimine bağlı olarak kronolojik bir biçimde takdim ediliyor. Ama, “klâsik İslâm” ile ilgili bölümlerde, bizi “bugüne” geldiğimiz zaman uğrayacağımız hayâl kırıklıklarından koruyacak hiçbir şey yok. Çağdaş Arap ülkeleri hakkındaki bölümde, bu ülkelerdeki devrimci temayüllerin hiç anlaşılmadığı besbelli. Bölümün yazarı Araplara cephe alıyor: “Bu devrede, Arap ülkelerinin eğitimli ve eğitimsiz gençleri, heyecanları ve idealist fikirleri ile, siyasilerin istismarına müsait bir malzeme oldular, hattâ bilerek bilmeyerek aşırıların ve kışkırtıcıların maşalığını yaptılar.” (127) Arada bir Lübnan milliyetçiliği övülüyor (ama denmiyor ki, 1930’larda faşizmden etkilenen bir avuç Arap Lübnanlı Maruniler üzerinde de etkili olmuş ve neticede bunlar Mussolini’nin Kara Gömlekliler’ini takliden 1936’da Falanjist Teşkilatı kurmuşlardır..) 1938, Siyonizmden hiç bahsetmeksizin bir “Karışıklık ve Tahrik” yılı olarak niteleniyor. Sömürgecilere ve emperyalizme karşı ayaklananların sesleri öykünün sükûnetini bozmuyor.

“Batının Siyasi Tesiri” ve “İktisadi ve Sosyal Değişme” Meselelerine gelince, konu “dünyamızın bir parçası” olarak İslâm’a tanınan tavizler anlayışı içinde ele alınıyor. Değişme modernleşme olarak anlaşılıyor, başka tür bir değişmenin neden söz konusu edilmediği de belirtilmiyor.. İslâm’ın kayda değer yegâne ilişkisinin Batı ile olan ilişkisi olduğu arz edilerek, Bandung’un (Bağlantısızlar Konferansı), Afrika’nın Üçüncü Dünya’nın önemi anlatılmıyor.. Ve dünyanın (hakikatin) dörtte üçüne karşı takınılan bu umursamazlık şu aşırı derecede neş’eli cümleyi hâsıl ediyor: “Doğu ile Batı arasında eşitlik ve işbirliğine dayalı yeni bir ilişki için tarihi zemin hazırdır.” (128) Kim hazırladı, ne için hazırladı, ne şekilde hazırladı acaba?…

 

… İslam, sanat ve inanç  ilişkisi üzerine okumak için…

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

yitik İslam'da Şehir ve Mimari / Turgut Canseverİslam'da Şehir ve Mimari / Turgut Cansever İslâm Sanatı Aforizmaları Tasavvuf aforizmaları Sultan, cariye ve benAfganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” İslam'da Şehir ve Mimari / Turgut Canseverİslam'da Şehir ve Mimari / Turgut Cansever İslâm Sanatı Aforizmaları Tasavvuf aforizmaları Sultan, cariye ve bendemokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmakolabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

 

 

kapak-kucuk-2 İslam'da Şehir ve Mimari / Turgut Canseverİslam'da Şehir ve Mimari / Turgut Cansever İslâm Sanatı Aforizmaları Tasavvuf aforizmaları Sultan, cariye ve benGözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar. Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Senin tanrın çok mu yüksekte?

senin-tanrin-cok-mu-yuksekte İslam'da Şehir ve Mimari / Turgut Canseverİslam'da Şehir ve Mimari / Turgut Cansever İslâm Sanatı Aforizmaları Tasavvuf aforizmaları Sultan, cariye ve ben

Güzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”.

İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:

  • Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
  • Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.

Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık.Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin