Kadının Sorunu Yok!
By Arif Selim Aydın on Mar 10, 2016 in Aile, feminizm, Kadın, şiddet
Duygu Asena’nın 1987’de yayınlanan “Kadının Adı Yok” isimli romanı ve hiçe sayılan kadınlar bugünkü kadar taze bir yara. Kadınların gerçek sorunları konuşulurken sürekli “kadın sorunu/kadınların sorunları” vurgusu yapılması sizce de yanlış değil mi?
Konuyla ilgili tartışmalara, yazılanlara bakınca bu vurgunun sanki sorunun kaynağının “kadın” olduğu çağrışımlarını güçlendirdiğini düşünüyorum. Niyetlerin bu olmadığı açık. Ancak yine de meseleyi doğru tarif eden bir dil tutturmanın, çözüm arayışlarını da doğru yönlendireceğini söyleyebiliriz. İster kadına karşı şiddeti, istersek kadınlara verilen düşük ücretleri konuşalım, bunlar tam anlamıyla bir “erkek sorunu”dur aslında. Anlaşmazlıklarını ancak şiddetle sonuçlandırabilen erkeğin ruh sağlığında kesinlikle bir takım noksanlıklar vardır.
Çalışan kadına ücret konusundaki haksızlıklar da “kadın sorunu” değil. Aynı pozisyonda çalışan, aynı işi yapan, aynı emeği ortaya koyan bir kadının erkeğe göre daha az ücret aldığı istatistiki rakamlarla tespit edilmiş bir vakıa. Buradaki sıkıntımızı da kadın sorunu değil “patron sorunu” olarak görmeliyiz –bu patron kadın da olabiliyor erkek de.
Kadınların iş gücüne katılım oranının düşüklüğüne gelince… Bunun suni bir sorun olduğu düşünüyorum. Ya da belki şöyle ifade etmek daha doğru olacaktır: Ülkemizde kadınların iş hayatında daha az oranda yer alıyor olmasını bir kadın sorunu olarak tarif etmek doğru değildir. Bu tamamen kültürel bir olgudur ve bunun illa ki bir sorun olarak görülmesi gerekmiyor. Örneğin bundan 150-200 yıl önce kadınlar ile erkeklerin istihdam düzeyleri ülkemizde birbirine yakındı da, sonraki bazı gelişmeler mi bu oranı kadın aleyhine geriletmiştir? Tabi ki hayır. Mevcut durum, inanç ve geleneklerimizden beslenen bir anlayışla biçimlenmiş toplumsal örgütlenmemizle ilgili.
Bunun bir sorun olarak tanımlanması ne zaman başlamıştır? Cevap: Başka bir toplumsal örgütlenme biçimi ideal olarak kabul edildikten sonra (bu elbette Batı toplumu), bu ideal durumla hali hazırdaki durumumuzun karşılaştırılmaya başlanması ile… Aradaki mesafe kapatılmak istendiği için de kendi halimiz her daim sorun olarak algılanmıştır.
Kadın iş hayatında yer almasın mı?
Kadınların işgücüne katılımını teşvik eden bütün mekanizmaların, kadınların sorunlarıyla ilgileniyor gibi görünürken esasında belli bir toplum projesi önermektedirler. Yani belli kültürel kodlara dayalı bir toplumdan farklı kültürel kodlarla oluşturulmuş başkaca bir toplum biçimine evirilme hedefi bulunmaktadır. Bunun, niyetlenilmiş, özellikle hedeflenmiş bir amaç dâhilinde yapılma zorunluluğu yok. Kadın istihdamı artsın diyenlerin bir kısmının iyi niyet taşıdıklarına, samimi bir mücadele içinde oldukları düşüncesiyle hareket ettiklerine inanıyorum. Diğer bir kısmı ise, kafalarında belli bir ideal toplum tasavvuru ile bu savunularını yapıyorlar. Geri kalanların -farkındalar ya da değiller- bu rüzgâra kapılarak sürüklendiklerini görüyorum- özelikle geleneksel ailelerde yetişmiş okuryazarlarımızın.
Elbette kadın istihdamının önündeki engellerin kaldırılarak daha fazla katılım sağlanmasını savunanlar olabilir. Bu meşru bir çaba. Hatta bu toplumun kültürel genetiğini değiştirmek ve onu dönüştürmek bile istenebilir. Ama bu hedefin dürüstçe ilân edilmesi gerekmez mi? Kadınların hakiki sorunları ile belli bir toplumsal proje dâhilinde savunulan dünya görüşü birbiri ile karıştırılmamalı. Kadınların yoğun olarak iş hayatına katıldığı ülkelerde hatta yüksek gelir gruplarında ve diplomalı ailelerde şiddet devam ediyor. Bir başka deyişle kadın istihdam artışının ekonomik özgürlük getireceği, bunun kadınları daha da güçlendireceği ve kadına şiddetin azalacağı savı koca bir yanılsamadır. Ekonomik özgürlük ile şiddetten beri olmak arasında doğrusal bir ilişki olmadığı pek çok örnekte gözlemlenebilen bir olgu.
Çalışan kadın aile içi şiddetten kurtuluyor mu?
Kadınların dertleriyle ilgilenmek, haklarını savunmak net tarif edilemeyen feminizme indirgeniyor. Çok farklı kadın hakları mücadelesi ve hedefleri olabilecekken, siyasal, ekonomik ve kültürel bakımdan sadece tek bir toplumsal örgütlenme biçimi öngörülerek kadın hakları savunuculuğu yapılmasının eksik hatta sakıncalı olduğunu düşünüyorum. Farkında olunsun ya da olunmasın, kadın hakları savunulurken zihinlerde idealleştirilmiş Batı tipi bir toplum yapısı ve yine bu toplum içinde idealleştirilmiş bir Batılı kadın tipi imgesi bulunuyor. Bu imgeye yaklaşıldıkça kadınlarımızın, hatta pek çok sosyal sorunumuzun kökten çözüleceğine safdillikle inanlar var.
Kadının bir “insan” olarak ve bir “kadın” olarak hakları için çaba sarf edilmesini çok değerli ve vazgeçilmez buluyorum. Kadının şiddete maruz kalması ve eşit işe eşit ücret alamıyor olmaları her yerde ve her zamanda karşımıza çıkacak bir haksızlık ve mağduriyettir. Ama işgücüne katılım oranını düşüklüğü üzerinde yoğunlaşan-bir bakıma sembolleşen- “kadın sorunlarının”, memleketteki bütün kadınların aksi düşünülemez mutlak sorunlarıymış gibi öne sürülmesini doğru bulmuyorum. Bu, sizin nasıl bir toplum tasavvurunuza sahip olduğunuza bağlı olarak değişebilecek bir sorun tanımıdır.
Kadının çalışması kadınlar arası eşitsizliği de körükler
İş hayatında kadınların daha çok katılması sınıfsal ve kadınlar arası eşitsizliği arttıran bir tarafı var. Kadınların çalışma hayatına daha fazla katılımı için yapılan düzenlemelerden özellikle çocuk bakımı gibi işlerde yapılanlarını duydukça, toplumumuzda adı konulmamış bir sınıfsal ayrımın zihinlerde kök saldığını düşünürüm hep. Kimse telaffuz etmek istemez, ama bu ve benzeri yasal düzenlemeler toplumda sınıfsal bir ayrımın keskin bir biçimde ortaya çıktığına işaret ediyor.
Bir toplumda çok kişisel ve ekonomikleştirilmesi kapitalist düzenlerde bile en son akla gelmiş olan işlerin (çocuk bakımı, ev temizliği, vücut bakımı vs.) artık birer meslek olarak örgütlenmesi ancak toplumsal eşitsizliğin arttığı koşullarda mümkündür. Bir annenin çocuğuna bakması için bir kadına para vermesi; bu kadının da kendi çocuğuna bakması için aynı veya başka bir kadına para ödemesi ne kadar saçma değil mi? İşte bunu bugün saçma olmaktan çıkaran şey, “çalışan kadın” derken kastedilen kategorinin, esas üretken iktisadi faaliyeti yerine getirdiği varsayılan, iyi eğitimli, iyi ücretli kısacası imtiyazlı bir kadına karşı, bu “çalışan kadın” çalışmaya daha fazla zaman ayırsın diye kendi “değersiz” zamanını düşük bir ücrete satmak zorunda olan bir başka kadının aynı anda toplumda ortaya çıkmış olmasıdır. Bu ikinci kadın imtiyazlı bir “çalışan kadın” değildir. Toplumda imtiyazlı kabul edilen bir işi (çoğunlukla beyaz yakalı) sürdürebilmek için çalışan kadına bu imkânı sağlayan ve daha düşük ücrete razı, alt sınıftan bir kadındır. Kreş talebi dile getirilirken bunun, eğitim düzeyi düşük belli bir mesleği olmayan kadın için istenmediği çok açık. (Düşük ücretlerle çalışmak durumunda olan bu kadının çocuğunu kreşe verecek hali yok herhalde, değil mi?). İşte bu iki kadının aynı anda toplumda var olması kişisel işleri mesleğe dönüştürüyor. Türkiye’de son yıllarda bu kişisel hizmetleri görenlerin ve gördürenlerin artıyor olması gelir dağılımında bariz bir bozulmanın işaretidir; bunu da ayrıca belirtmiş olalım.
Bu konudaki son yazılar:
- Kadına Karşı Şiddet Aforizmaları »
- Çalışan kadın aforizmaları »
- Baby Box »
- Kalpleri Kırık 28 Şubat Kadın Mağdurları »
- Erkekler ağlamaz, insanlar ağlar »
… Bu konuda e-Kitap okumak için…
Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları
Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor. Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış
1 Trackback(s)