Cesur Yeni Dünya – Aldous Huxley
By 悟り on Mar 12, 2016 in Kitap Alıntısı, Modernleşme
Kır çiçekleri ve manzara seyretmenin önemli bir kusuru var, bedavalar, diye açıkladı. Doğa sevgisiyle fabrikalar çalışmaz. En azından alt sınıflarda doğa sevgisini kaldırmaya karar verildi, ancak ulaşım tüketimi eğilimi kalacaktı. Çünkü elbette nefret etseler de kırlara gitmeye devam etmeleri önemliydi. Sorun, ulaşım tüketimi için kır çiçekleri ve manzara seyretmekten ekonomik olarak daha sağlam bir neden bulmaktı. Gerektiği şekilde bulundu. Müdür, “Kitleleri kırlardan nefret etmeye şartlandırıyoruz,” diye başladı. “Aynı zamanda onları doğa sporlarını sevmeye şartlandırıyoruz. Bunu yaparken de tüm doğa sporlarının gelişmiş aletlerle yapılmasını sağlıyoruz. Böylece hem en düstriyel ürünler, hem de ulaşım tüketiyorlar. İşte buradan da elektrik şokuna geliyoruz.”
“Şimdi anladım,” diyen öğrenci hayran kalmış bir halde sustu. Sessizlik oldu, sonra Müdür boğazını temizleyerek başladı, “Bir zamanlar, Fordumuz henüz yeryüzündeyken Reuben Rabinovitch adında bir çocuk vardı. Reuben Lehçe konuşan ebeveynlerin çocuğuydu.” Müdür kendi konuşmasını bölerek, “Lehçe nedir biliyorsunuzdur sanırım?” dedi.
“Ölü bir dil.”
Öğrendikleriyle gösteriş yapmayı seven başka bir öğrenci işgüzarca, “Fransızca ve Almanca gibi,” dedi.
“Peki ya ebeveyn,” diye sordu Müdür.
Rahatsız edici bir sessizlik oldu. Çocukların birkaçı kızardı. Müstehcenlikle saf bilim arasındaki önemli fakat bir o kadar da ince ayrımı yapmayı henüz öğrenmemişlerdi. Sonunda içlerinden biri elini kaldırma cesaretini buldu.
“Eskiden insanlar…” duraksadı; kan yüzüne sıçradı. “Şey, canlı yavru olarak doğarlardı.”
“Doğru,” diye Müdür başını sallayarak onayladı.
“Ve bebekler şişeden çıkarıldığında…”
“‘Doğurulduğunda,'” diye düzeltildi.
“İşte o zaman ebeveyn olurlardı -yani, bebekler değil tabii; diğerleri.” Zavallı çocuk iyiden iyiye mahcup olmuştu.
“Kısacası, ebeveynler anne ve babaydı,” diye özetledi Müdür. Aslında bilim olan müstehcenlik, çocukların sessiz göz kaçırışlarının ortasına bam güm düşmüştü. “Anne,” diye yüksek sesle tekrarladı: şimdi de bilim taslamaya başlamıştı; ve sandalyesinde geri yaslanarak ciddi bir tonla, “Bunlar hoş olmayan gerçekler, biliyorum. Ama zaten tarihî gerçeklerin çoğu can sıkıcıdır.” Küçük Reuben’a döndü -bir akşam anne ve babası (bam güm!), dikkatsizlik eseri Reuben’ın odasındaki radyoyu açık unutmuşlar. (“Fakat şunu unutmamalısınız ki o barbarca bebek doğurarak çoğalma günlerinde çocuklar, Devlet Şartlandırma Merkezleri’nde değil, ebeveynleri tarafından yetiştirilirdi.”) Çocuk uykudayken Londra kaynaklı bir program yayınlanmaya başlamış; ertesi sabah çocuğun bam gümü şaşkına dönmüşler (çocukların gözü pek olanları birbirlerine sırıtma cesareti gösterdiler), çünkü küçük Reuben uyandığında o tuhaf ihtiyar yazarın, (eserlerinin bize ulaşmasına izin verilen çok az sayıda yazardan biri olan) George Bernard Shaw’un uzun bir konuşmasını kelimesi kelimesine tekrarlamış, ki Shaw konuşmasında, doğruluğu kesinlikle kanıtlanmış bir geleneğe uygun olarak, kendi dehasından bahsediyormuş. Tabii ki Küçük Reuben’ın göz kırpıştırmasıyla bıyık altından gülüşü bu konuşmayı kesinlikle anlamamışlar ve çocuklarının çıldırdığını düşünerek doktor çağırmışlar.
Şansları varmış ki doktor İngilizce biliyormuş ve söylevin, bir gece önce Shaw’un yayınlamış olduğu konuşma olduğunu anlamış. Olayın önemini anlayan doktor, konuyu bir mektupla tıp basınına iletmiş.
“Böylece uykuda öğretme yöntemi, ya da hipnopedya keşfedilmiş oldu,” diyen KŞM Müdürü uzunca bir süre sessiz kaldı. Yöntem keşfedilmişti; ama yararlı bir şekilde uygulanması için uzun yıllar geçmesi gerekti.
“Küçük Reuben vakası, Fordumuz’un ilk T-Modeli’nin piyasaya çıkışından sadece yirmiüç yıl sonra yaşanmıştır.” (Burada Müdür karnının üzerinde bir T işareti yaptı ve bütün öğrenciler huşu içinde taklit ettiler.) “Fakat…”
Öğrenciler coşkuyla not ettiler. “Hipnopedya, resmen ilk kez F.S. 214 yılında kullanıldı. Niye daha önce değil? İki nedeni var. (a)…”
“İlk deneyleri yapanlar,” dedi Müdür, “yanlış yoldaydılar. Hipnopedyanın zihinsel eğitim aracı olarak kullanılabileceğini düşünüyorlardı…”
(Sağına yatmış küçük bir çocuk, sağ kolu dışarıda ve sağ eli yatağın kenarından sarkmış. Bir kutunun yan tarafındaki daire şeklinde bir hoparlörden gelen yumuşak bir ses anlatmaktadır.
“Nil, Afrika’nın en uzun, dünyanın da ikinci en uzun nehridir. Mississipi-Missouri nehrinden daha kısa olmakla birlikte, nehir havzası uzunluğu açısından bütün nehirlerin başında gelir, 35 derece enlemden başlayarak…” Ertesi sabah kahvaltıda biri, “Tommy,” der, “Afrika’nın en uzun nehri hangisidir biliyor musun? Çocuk kafasını sallar. Ama, ‘Nil Afrika’nın en uzun…’ diye başlayan bir şey hatırlamıyor musun?”
“Nil-Afrika’nın-en-uzun-dünyanın-da-ikinci-en-uzun-nehridir…”
Sözcükler bir solukta çıkar. “Mississipi-Missouri-nehrinden-daha-kısa…”
“Pekâlâ, Afrika’nın en uzun nehri hangisidir?”
Boş gözlerle bakar. “Bilmem.”
“Ama Nil, Tommy.”
“Nil-Afrika’nın-en-uzun-dünyanın da…”
“Öyleyse en uzun nehir hangisi, Tommy?”
Tommy gözyaşlarına boğulur. “Bilmiyorum,” diye haykırır. O haykırış, ilk araştırmacıların cesaretini kırdı, diye açıkladı Müdür. Deneylerden vazgeçildi. Bir daha çocuklara uykularında Nil’in uzunluğunu öğretmeye kalkışmadılar. İyi de oldu. Konusunu bilmeden bir bilimi öğrenemezsin.
… Modernite üzerine okumak için…
Sen insansın, homo-economicus değilsin!
Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz Adam, James Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor. Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…
Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.
Gurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”
Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.
Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi, buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.