Cesur Yeni Dünya – Aldous Huxley
By 悟り on Mar 17, 2016 in Kitap Alıntısı, Modernleşme
Etiketleme sistemini açıkladı -beyaz zemin üzerine siyah yazıyla; erkekler için T, dişiler için daire, ve yazgısı kısır olarak belirlenenlere de soru işareti. “Çünkü zaten çoğu durumda doğurganlık sadece başa beladır,” dedi Mr. Foster, “gerçekte binikiyüz yumurtalıktan birinin doğurgan olması amaçlarımıza yeter de artar bile. Ama elimizde iyi seçenekler olsun isteriz. Şüphesiz işi hep sağlama almak gerekir. O yüzden dişi embriyoların yüzde otuzunun normal gelişimine izin veriyoruz. Diğerlerine yolun kalanında her yirmidört metrede bir, bir erkek cinsiyet hormonu verilir. Sonuç: şişeden kısır dişiler olarak çıkarılırlar -yapısal olarak gayet normal (sakallarının çıkması eğilimi gibi çok küçük bir istisnayı saymazsak, diye kabullenmek zorunda kaldı), ama kısır.
Kesinlikle kısır. Ki bu da sonunda bizi,” diye devam etti, “doğanın salt kölece taklidinden uzaklaştırıp insan buluşlarının çok daha ilginç dünyasına taşımaktadır.” Ellerini ovuşturdu. Elbette sadece embriyo kuluçkalandırmakla yetinmeyeceklerdi; inekler bile yapabilirdi bunu. “Aynı zamanda yazgılarını belirleyip şartlandırıyoruz. Bebeklerimizi şişeden sosyalleşmiş insanlar olarak çıkarıyoruz, Alfalar ya da Epsilonlar olarak, geleceğin kanalizasyon işçileri ya da geleceğin…” Geleceğin Dünya Denetçileri diyecekti ama kendini düzeltip, “geleceğin Kuluçka Merkezi Müdürleri olarak,” dedi.
KŞM Müdürü iltifata gülümseyerek karşılık verdi. 11. Rafta 321. Metrenin yanından geçiyorlardı. Genç bir Beta-Eksi tamirci, elinde tornavida ve somun anahtarı, geçmekte olan bir şişenin yapay kan pompasıyla uğraşıyordu. Civatayı sıkıştırdıkça, makinenin uğultusu gıdım gıdım ton değiştiriyordu. Bir diş, bir diş daha… Son bir kez sıktı, devir sayacına göz attı, işi tamamdı. Bu çizgide iki adım ilerledi ve sıradaki pompa üzerinde aynı işleme başladı.
“Dakikadaki devir sayısı düşürüldüğünde yapay kan daha yavaş dolaşır; akciğerden daha uzun aralıklarla geçer ve sonuçta embriyoya daha az oksijen verir,” diye açıkladı Mr. Foster. “Bir embriyonun normalin altında kalması için oksijen kısıtlamasından daha iyi bir yöntem yoktur.” Yine ellerini ovuşturdu. Saf bir öğrenci, “Fakat niye embriyonun geri kalmasını istiyorsunuz?” diye sordu. Uzun bir sessizliği bölerek, “Eşek!” dedi Müdür. “Bir Epsilon embriyosuna, Epsilon kalıtımı kadar Epsilon ortamının da sağlanması gerektiği hiç mi aklına gelmedi?” Belli ki aklına gelmemişti. Kafası karma karışık oldu.
“Ne kadar alt sınıfa aitse o kadar az oksijen verilir,” dedi Mr. Foster. İlk etkilenen organ beyin olurdu, sonra da iskelet. Normal oksijenin yüzde yetmişiyle cüceler yaratıyordunuz. Yetmişten azıyla gözsüz canavarlar. “Ki hiçbir işe yaramazlar,” diye başladı Mr. Foster.
Oysa (sesine bir heves ve gizlilik gelmişti), yetişkin olma süresini kısaltacak bir teknik geliştirebilseler ne büyük bir zafer kazanılır, Toplum’a ne büyük faydalar sağlanabilirdi!
“Atları düşünün.”
Düşündüler.
Atlar altı yaşında olgunlaşıyordu, fillerse on. Oysa bir erkek onüçünde cinsel olarak olgunlaşmamıştır; ancak yirmisine vardığında tam olarak gelişmiştir. Tabii bu nedenle geciken gelişmenin meyvası, insan zekâsı. Çok haklı olarak Mr. Foster, “Ama Epsilonlarda insan zekâsına ihtiyaç duymayız,” dedi.
Duyulmazdı ve zeki de olmazlardı. Ama Epsilon beyni on yaşında olgunlaşmakla birlikte bedeni, onsekiz yaşına dek çalışmaya uygun hale gelmiyordu. Boşa giden, uzun, fuzuli hamlık yılları. Fiziksel gelişme, örneğin bir ineğinki denli hızlandırılabilseydi, Topluluk için ne kadar büyük bir kazanç olurdu! Öğrenciler “Muazzam!” diye mırıldandılar. Mr. Foster’ın heyecanı bulaşıcıydı.
Buradan epey teknik konulara geçti; insanların bu kadar yavaş gelişmesine neden olan anormal endokrin koordinasyonundan söz etti; ve bunu açıklamak için tohumsal bir mutasyon koyutladı. Bu tohumsal mutasyonun etkileri engellenebilir miydi? Epsilon embriyosu uygun bir teknikle köpek ve ineklerdeki normalliğe döndürülebilir miydi? İşte sorun buydu. Geriye çözmek kalıyordu. Pilkington, Mombasa’da, dört yaşında cinsel açıdan olgunlaşan ve altı buçuk yaşında tamamen büyüyen bireyler üretmişti. Bilimsel bir zafer. Ne var ki toplumsal açıdan faydasız. Altı yaşındaki erkek ve kadınlar, Epsilon işi bile yapamayacak kadar aptal oluyordu. Bu işlem de ya hep ya hiç türündendi. Değiştirmeyi ya hiç başaramıyor ya da fazlasıyla başarıyordunuz. Hâlâ yirmi yaş yetişkini ile altı yaş yetişkini arasında bir orta noktaya ulaşmaya çalışıyorlardı. Ve o ana kadar başarı sağlanamamıştı. Mr. Foster iç geçirerek başını salladı. Kızıl alacakaranlıktaki gezintileri onları 9. rafın 170. metresinin yakınlarına getirmişti. Bu noktadan itibaren 9. raf muhafaza içine alınıyordu. Şişeler yolculuklarının kalanını, arada sırada iki üç metrelik açıklıkları bulunan bir tür tünelde sürdürüyorlardı.
“Isı şartlandırması,” dedi Mr. Foster. Bir sıcak tünelin ardından bir serin tünel geliyordu. Serinlik, şiddetli X ışınları yoluyla rahatsızlık hissiyle ilişkilendiriliyordu. Şişeden alınma anı geldiğinde, embriyolarda soğuk korkusu yaratılmış oluyordu. Yazgıları; tropik bölgelere göç edecek, madenci, asetatlı ipek dokumacısı ve demir çelik işçisi olacak şekilde belirlenmiş oluyordu. Sonra da beyinleri, bedenlerinin seçimini pekiştirecek şekilde işleniyordu. “Onları ısıyla büyümeye şartlandırıyoruz,” diyerek başladı Mr. Foster. “Üst kattaki iş arkadaşlarımız onlara sıcağı sevmeyi öğretecekler.”
… Modernite üzerine okumak için…
Sen insansın, homo-economicus değilsin!
Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz Adam, James Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor. Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…
Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.
Gurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”
Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.
Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi, buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.