Cesur Yeni Dünya – Aldous Huxley
By 悟り on Mar 22, 2016 in Kitap Alıntısı, Modernleşme
Toplumsal istikrarın en önemli araçlarından biri. Tektip gruplarda standart erkek ve kadınlar. Küçük bir fabrikanın tüm çalışanları bokanovskileştirilmiş tek bir yumurtanın ürünleri olabilir.
“Doksanaltı tek tip makinede çalışan doksanaltı tek yumurta ikizi!” Sesi coşkudan neredeyse titriyordu.
“Tarih boyunca ilk kez nerede olduğunu anlayabiliyorsun.” Gezegensel slogandan alıntıyla, “Cemaat, Özdeşlik, İstikrar” dedi. Muhteşem sözcükler. “Sonsuz bir biçimde bokanovskileştirebilseydik, bütün sorun çözülürdü.” Standart Gamalar, değişmez Deltalar, tek tip Epsilonlar sorunu çözerdi. Milyonlarca tek yumurta ikizi. Seri üretim prensibi sonunda biyolojiye uyarlanabilirdi.
“Fakat, heyhat,” diye Müdür kafasını salladı, “sonsuz sayıda bokanovskileştiremiyoruz.”
Doksanaltı üst sınırdı; yetmişiki ise iyi bir ortalama. Aynı yumurtalık ve aynı erkeğin gametlerinden mümkün olduğunca fazla sayıda tek yumurta ikizi üretmek -yapabileceklerinin en iyisi (ikinci en iyi olmakla birlikte) buydu. Bu kadarı bile zordu.
“Çünkü doğada ikiyüz yumurtanın olgunluğa ulaşması otuzyıl sürer. Ama bizim işimiz şu anda nüfusu sabitleştirmektir, burada, bu anda. Bir çeyrek yüzyıl zarfında damla damla ikiz üretmek ne gibi bir fayda sağlar ki?”
Hiçbir faydası olmayacağı açıktı. Fakat Podsnap tekniği, olgunlaşma sürecini büyük ölçüde hızlandırmıştı. İki yıl içinde en azından yüzelli olgun yumurtayı garantileyebiliyorlardı. Dölle ve bokanovskileştir -diğer bir deyişle, yetmişiki ile çarp- bu da ortalama olarak yüzelli tek yumurta ikizi grubundan yaklaşık onbirbin erkek ya da kız kardeş üretebilmek demekti, tümü aynı çağda, sadece iki yıl içinde gerçekleşiyordu.
“Bazı istisnai durumlarda tek yumurtalıktan onbeşbinin üzerinde yetişkin elde ettiğimiz de oluyor.”
O anda oradan geçmekte olan sarışın, kızıl suratlı genç bir adama işaret ederek, “Mr. Poster,” dedi.
Kızıl suratlı yaklaştı. “Tek bir yumurtalık rekorumuz nedir söyler misiniz, Mr. Foster?”
“Bu Merkez’de onaltıbinonikidir,” diyerek hiç tereddütsüz yanıtladı Mr. Foster. Çok hızlı konuştu, canlı mavi gözleri vardı ve rakamlar alıntılamaktan açıkça zevk alıyordu. “Yüzseksendokuz ikiz grubundan onaltıbinoniki adet. Ama tabii bazı tropik Merkezlerde,” diye cırcır konuşmayı sürdürdü, “çok daha iyisini de başardılar. Singapur birçok kez onaltıbinbeşyüzü aşmıştır; Mombasa ise onyedibin çizgisine ulaşmıştır. Ama onların adil olmayan avantajları var. Bir zenci yumurtalığının sümüksü sıvıya verdiği tepkiyi görmelisiniz! Müthiş bir şey, eğer Avrupa malzemeyle çalışmaya alışmışsanız şaşırmadan edemiyorsunuz. Fakat,” diye gülerek ekledi (mücadele ışığı gözlerinde parlıyor, çenesini kaldırışıyla meydan okuyordu), “fakat, onları yenmeye kararlıyız. Şu anda harika bir Delta-Eksi yumurtalığı üzerinde çalışıyorum. Daha sadece onsekiz aylık. Tüpte ya da embriyoda şimdiden onikibinyediyüz çocuğu oldu bile. Ve hâlâ üretiyor. Onları yeneceğimiz gün yakındır.”
“İşte böyle olacak!” dedi Müdür ve Mr. Foster’ın omzuna dokundu. “Bizimle gelin de çocuklar uzman bilgilerinizden faydalansınlar.”
Mr. Foster alçakgönüllülükle gülümsedi. “Zevkle.” Yürüdüler. Şişeleme Odası’na uyumlu bir telaş ve düzenli bir faaliyet hakimdi. Uygun boyda kesilip hazırlanmış dişi domuzdan alınma taze karınzarı parçaları, küçük asansörlerle yer altındaki Organ Deposu’ndan hızla yukarıya ulaşıyordu. Vız ve sonra tık!
Asansör kapıları yanlara açılıyordu; Zar-Yerleştirici’ye sadece elini uzatmak ve parçayı almak kalıyordu, sonra sokup düzeltiyordu, ve zarı yerleştirilen şişe sonsuz uzanan bant boyunca uzaklaşamadan yine vız ve tık! Başka bir karınzarı parçası başka bir şişeye yerleştirilmeye hazır, derinlerden yükseliyor, bantın yavaş ve durmak bilmez faaliyeti böylece sürüyordu.
Zar-Yerleştiricilerin yanında Kayıtçılar dikiliyordu. Bant ilerliyordu; yumurtalar tek tek deney tüplerinden alınıp daha büyük kaplara aktarılıyordu; karınzarı ustalıkla yarılıyor, morül yerine bırakılıyor, tuzlu çözelti ekleniyordu… Şişe artık ilerlemiş bulunuyordu ve sıra etiketçilere geliyordu. Kalıtım, dölleme tarihi, Bokanovski Grubu üyeliği gibi ayrıntılar deney tüpünden şişeye aktarılıyordu. Adsızlık sona eriyor, isim ve kimlik bilgileri kazandırılıyordu. Faaliyet yavaş bir biçimde sürüyor; duvardaki bir delikten geçerek Sosyal Belirleme Odası’na doğru ilerliyordu.
“Seksensekiz metreküplük kartlı fihrist,” diyen Mr. Foster’ın ardından içeri girdiler.
“İlgili tüm bilgiler buradadır,” diye ekledi Müdür.
“Her sabah güncelleştirilir.”
“Ve her öğleden sonra eşgüdümlenir.” “Hesaplamalar bu bilgilerle yapılır.” “Şu, şu nitelikte bir sürü birey,” dedi Mr. Foster.
“Bu nitelikler bireylere, şu, şu miktarlarda dağıtılır.”
“Her an en yüksek Şişeden Alım Hızı.” “Beklenmedik kayıplar anında düzeltilir.” “Anında,” diye tekrarladı Mr. Foster, “Son Japonya depreminden sonra kaç saat mesai yaptığımı bilseniz,” diyerek neşeyle güldü ve kafasını salladı.
“Sosyal Belirlemeciler buldukları rakamları Döllendiricilere iletirler.”
“İstedikleri embriyoları Döllendiriciler sağlar onlara.”
“Şişeler sosyal belirleme için buraya gelir.” “Buradan da aşağıya, Embriyo Deposu’na gönderilirler.”
… Modernite üzerine okumak için…
Sen insansın, homo-economicus değilsin!
Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz Adam, James Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor. Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…
Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.
Gurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”
Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.
Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi, buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.