Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry Eagleton
By Aisha Benghazi on Nis 8, 2016 in Kitap Alıntısı, Kötülük
“… Faustvari anlayışta herhangi bir haşar, her şeyin sonsuzluğuyla karşılaştırıldığında, hiçliğe özdeştir. Arzularınızın sonsuzluğu, ihtiraslarınızın gerçek nesnelerini ıvır zıvıra dönüştürür. Kötü, dolayısıyla , Tanrı’yı reddedecektir çünkü Aziz Agustine’e göre insan ihtiraslarının doymazlığı Tanrı’da bitecektir. Tanrı’da bulunan doygunluk, sonsuza değin hırçın ve tatminsiz olmak zorunda olan açgözlü bir irade için katlanılmazdır. Geothe’nin Faust’u da çabalamayı, uğraşmayı bıraktığı an Mefistofeles’e teslim olur. Böylece iradenin bitimsizliği Tanrı’nın sonsuzluğunun yerini alacaktır. Bu pek de karlı bir alışveriş değildir. Çünkü William Blake’in sözleriyle söylersek, sonsuzluk zamanın ürünlerine aşıkken, bu manik irade sadece kendini sevebilir. Dünyadan mesafeli bir şekilde nefret eder ve sadece kendisini sonsuzluğa taşımak ister. Böylece de, daha sonra göreceğimiz üzere, Freud’un ölüm güdüsüne yaklaşır. Bu durumda kötülük bir çeşit aşkınlıktır, her ne kadar iyiler onun yozlaşmış bir aşkınlık olduğunu duşünseler de. Belki de dinin hükümranlığının bittiği bir toplumda kalan tek aşkınlıktır kötülük. Artık kimse cennetin melek korolarına aşina değil ama herkes Auschwitz’i biliyor. Belki de Tann’dan geriye kalan tek şey bu kötülük dediğimiz olumsuz izdir, tıpkı büyük bir senfoniden geriye
kalanın, müzik finale doğru ilerlerken, havada duyulmaz bir ses gibi asılı duran bir sessizlik olması gibi. […] Doktor Faustus’ta, sözü edilen sanatsal meselelere ek olarak daha derin politik bir soruna değinilir. Faşizme karşı konmalıdır ama bakalım geleneksel liberalizm ve hümanizm bu işte yetkin midir? Saygın bir doktrin olsa bile liberalizm de faşizm kadar omurgasız değil mi? Kibar bir hoşnutsuzlukla insan eylemlerindeki gerçek şeytanlıktan gözlerini kaçıran bir doktrin faşizmle başa çıkabilir mi? Belki de şeytanı yenmek için homopatik bir yaklaşımla şeytana kucak açmalıyız. Sosyalizm ve modemizm riskli tercihler olabilir ama en azından faşizm kadar güçlüler. Ne var ki bunu liberalizm için söyleyemeyiz. Mann’ın liberal-hümanist anlatıcısı karşı karşıya olduğu sorunu çözmeyi gerektiren canavanmsı adımı atmak için fazlasıyla efendi ve makul bir ruhtur. Baudelaire’den Yeats’e, modemist sanat görgülü bir aydınlanmaya pek meyyal ama aynı zamanda kurtuluşa sadece cehenneme inerek, insanın vahşi, akıldan yoksun ve müstehcen yönüyle yüzleşerek ulaşabileceğimizi iddia eder. Sosyalizm, oldukça benzer bir şekilde, sadece dünyanın en alçak insanlan diye damgalanmış, tehlikeli ve yoksul insanlarla birlik olduğumuzda rarihi yeniden yazabileceğimizi iddia eder. Freudculuk bilinçaltının Medusa kafasına çekinmeden gözlerini dikebilir. Ancak bu, söz konusu doktrinleri, alt etmek için meydana çıktıklan barbalıkla aynı seviyeye indirmez mi? Şeytanla kol kola yürüyüp zehirlenmeden sıvışmak mümkün mü? Daha iyi bir hayat için dünyayı liberal hümanizm döküntülerinden temizlemeli miyiz yoksa daha büyük bir tehlikeye giden yol bu temizlik işlemindeki molozlarla mı örülür? […] Uygarlığımızı yenilemek için geçmişin ilkel enerjisine ihtiyacımız vardır. Ancak çok yeni ve çok eskiyi birleştiren bu anlayış, tipik bir modernist fenomen olan Nazizmde de vardır. Bir yandan, Nazizm peşi sıra en ışıltılı ölüm teknolojilerini sürükleyerek, esrikçe devrimci bir geleceğe doğru uygun adım yürümektedir. Öte yandan, bu bir kan, toprak, içgüdü, mitoloji ve karanlık tanrılar meselesidir. insanlara çekici gelen bu ikisinin karışımıdır. Anlaşılan, mistiklerden makine mühendislerine, heveskar gelişim taraftarlarından kibirli eski kafalılara kadar, faşizmin baştan çıkaramadığı kimse yok. Görünen o ki, modernizm de faşizm de ilkelliği ve yenilikçiliği birleştirme peşindedir. Amaçları kültürlülükle içtenliği, uygarlıkla doğayı, entelektüellerle halkı karıştırmaktır. Modern öncesinin “barbar” içgüdüleri modernin teknolojik hamlelerinin güç kaynağı olmalıdır. Rasyonel bir toplumsal düzeni bir kenara itip “vahşi”nin uzun boylu düşünmeden edilmiş hareketlerini tekrar edinmeliyiz. Ama bu safdil bir doğaya dönüş değildir. Aksine) Adrian Leverkühn, Nietzschevari tutumuyla, yeni barbarlığın, eskisinin aksine bilinçli olacağını savunur. Yeni barbarlık, eski “vahşilik”in daha ulvi ve düşünsel olanını ve onu modern analitik düşüncenin seviyesine çıkartacak bir biçimini temsil edecektir. Böylelikle gelişkin bir us ve o usun baskı altında tuttuğu bütün ilkel güçler tekrar bir araya gelecektir. D. H. lawrence’ın Sevdalı Kadınlar romanında, kitabın kahramanı Rupert Birkin çevresindeki bilinçli “kokuşmuş” üst sınıfta yeni barbarlığın ahlak anlayışını görür ve ondan iğrenir. Entelektüel bir vahşet grubu gerçek barbarlıktan bile daha sefil görünmektedir ona …”
Tavsiye Sohbet
Tavsiye makale
- Kötülük’ün zıddı İyilik değildir…
- Kötülüğün Sıradanlığı: Adolf Eichman ve Raci Tetik
- Kötü insan nasıl üretilir?
- Kötülük Güzel olabilir mi? – C.Baudelaire’in şiirleri, O.Dix’in gravürleri
- Çocukların cinsel istismarı
- Cezaevleri okul olsun !
- Fahişelik, şehitlik ve özgürlük
- Şans, Kader, Özgür İrade ve Zaman(3)
- Kötülüğün çirkin ama gerçek yüzüne…
- Erik ile röportaj
- Haneke’nin Beyaz Kurdele’si
- Kötülüğün Sıradanlığı / Hannah Arendt
- Kötülük / mal / evil / شر
- Karanlık / Zulmet / Darkness / Obscurité / الظلام
- İnsan Öldürenler Sevilmeye Muhtaçtır
Tavsiye Kitap
“Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?”(Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)
“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan, Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz.
Gurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”
Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.
Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi, buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Sen insansın, homo-economicus değilsin!
Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz Adam, James Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor. Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…
Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.