Tarihsel Kapitalizm / Immanuel Wallerstein
By Şivan Taşkıran on May 12, 2016 in Ekonomi, Kapitalizm, Kitap Alıntısı, Liberalizm
İmalat aşamaları, çetrefilli meta süreçler şeklinde bağlandı birbirine. Meselâ, tüm tarihsel kapitalizm tecrübesi boyunca geniş ölçüde üretilip satılan tipik bir ürün olarak giyim eşyalarını düşünün. Giyim eşyası üretmek için genellikle en azından kumaş, iplik, birtakım makineler ve işgücü gerekir. Ancak, bu kalemlerin her biri de üretilmeyi gerektirir. Yine, bunların üretilmesinde kullanılacak kalemlerin de üretilmesi gerekir. Meta zincirindeki tüm alt süreçlerin metalaştırılması kaçınılmaz olmadığı gibi, yaygın da olmamıştır. Hatta, göreceğimiz gibi, gerçekte zincirdeki tüm halkaların metalaştırılmaması durumunda genellikle daha çok kâr elde edilir. Açık olan nokta, böyle bir zincirde, bilançoya maliyet kalemi olarak kaydedilen birtakım ücretler alan emekçilerden oluşmuş çok büyük ve dağınık bir kümenin varlığıdır. Ayrıca çok daha küçük, ama yine genellikle dağınık durumdaki (üstelik genellikle iktisadi ortaklar halinde birleşmiş olmayıp ayrı iktisadi birimler olarak iş gören) insanlardan oluşmuş ve zincirin toplam üretim maliyeti ile, nihai ürünün elden çıkarılmasından elde edilen toplam gelir arasındaki son farkı bir biçimde paylaşan bir küme vardır.
Çok sayıda üretim sürecini birbirine bağlayan meta zincirleri bir kez oluştu mu, söz konusu farkın hatırı sayılır dalgalanmalar gösterebildiği koşullarda, tüm kapitalistler için geçerli genel birikim oranının bu farkın ne ölçüde büyütülebildiğine bağlı bir duruma geldiği açıktır. Buna karşılık tek tek kapitalistler için geçerli birikim oranı bir “rekabet” sürecinin işlevi olmuş, yargılarında daha isabetli olanlar, personelini daha iyi denetleyebilenler ve belirli (genel bir adlandırmayla “tekeller” denen) piyasa işleyişlerinde siyasal karar konusu kısıtlamalara daha kolay erişenler daha kazançlı çıkmıştır.
Bu durum, sistemdeki ilk temel çelişkiyi yaratmıştır. Sınıf olarak alındığında tüm kapitalistlerin çıkarı tüm üretim maliyetlerinin düşürülmesinde yatar gibi görünmesine karşılık, gerçekleştirilen maliyet düşüşleri sık sık bir kısım kapitalistleri diğerleri karşısında üstün duruma getirmiş, bu nedenle de bazı kapitalistler genel farkın büyük olması uğruna küçük bir paya razı olmak yerine daha küçük bir genel fark içinde kendi paylarını büyütmeyi yeğlemişlerdir. Sistemde bir temel çelişki daha vardır. Gitgide daha çok sermaye biriktirilip daha çok süreç metalaştırıldıkça ve gitgide daha çok meta üretildikçe, akışı sürdürmenin kilit gereklerinden biri, gitgide daha çok alıcı bulunması olmuştur. Oysa aynı zaman içinde, üretim maliyetlerini düşürmek için harcanan çaba sıklıkla para akışını ve dağıtımını da azaltarak, birikim sürecinin tamamlanması için gerekli olan alıcı artışındaki sürekliliği önlemiştir. Öte yandan genel kârı alıcı ağını genişletebilecek biçimde yeniden dağıtmak sıklıkla genel kâr marjını daraltmıştır. Bu nedenle tek tek girişimciler bir yandan kendi işletmeleri için bir yöne doğru yüklenirken (örneğin kendi işgücü maliyetlerini düşürürken) aynı anda (kolektif bir sınıfın mensubu olarak) genel alıcılar ağını genişletecek yöne de yüklenmek durumunda olmuşlardır (bu da kaçınılmaz olarak, en azından bazı üreticiler için, işgücü maliyetlerinde artış getirmiştir).
Kapitalizm ekonomisi böylelikle birikimin en üst düzeye çıkarılması gibi akılcı bir niyete tabi olmuştur. Ancak, girişimciler için akılcı olanın emekçiler için de akılcı olması zorunluluğu yoktur. Daha da önemlisi, kolektif bir grup olarak tüm girişimciler için akılcı olanın verili her girişimci için de akılcı olması zorunluluğu bulunmamasıdır. Bu nedenle, herkesin kendi çıkarının peşinde olduğunu söylemek yeterli değildir. Kendi çıkarları, bireyleri genellikle ve tümüyle “akılcı” bir biçimde, zıt yönde etkinliklere girişmeye itmektedir. Herkesin kendi çıkarlarına ilişkin algılamalarının karmaşık ideolojik örtüler tarafından ne ölçüde gölgelendiğini ve saptırıldığını şu an bilmiyorsak da, uzun vadeli reel çıkarın hesaplanması son derece karmaşıklaşmıştır. Şimdilik, tarihsel kapitalizmin gerçekten bir homo economicus yetiştirdiğini geçici olarak kabul ediyorum, ancak, bu insanın kafasının hemen hemen kaçınılmaz biçimde bir miktar karışık olduğunu ekliyorum.
Oysa bu durum, karışıklığı sınırlandıran “nesnel” kısıtlardan biridir. Belli bir birey iktisadi yargılarında durmadan hata yaparsa, hataların nedeni ister bilmezlik, aptallık, isterse ideolojik önyargı olsun, bu birey (firma) piyasada varlığını sürdürememe yolundadır. İflas, kapitalist sistemin acımasız bir temizlik malzemesi olmuş, tüm iktisadi aktörleri durmadan ve şu ya da bu ölçüde, çok çiğnenmiş yolları izlemeye zorlamış, kolektif olarak gitgide daha çok sermaye birikmesini sağlayan yönde davranmaları için baskı yapmıştır.
Dolayısıyla, tarihsel kapitalizm, temel iktisadi etkinlik içinde geçerli olan ya da ağır basan iktisadi amacın ya da “yasa”nın sınırsız sermaye birikimi olduğu o somut, zamanla sınırlı, mekânla sınırlı, tümleşik üretim etkinlikleri yeridir. Bu toplumsal sistem, içinde böylesi kurallara göre iş görenlerin, bütün üzerinde, başkalarının da aynı kalıplara uymak ya da uymamanın sonuçlarına katlanmak zorunda bırakılmasının koşullarını yaratacak ölçüde etkide bulunabildikleri sistemdir.
… Liberalizm, demokrasi ve ekonomi üzerine kitap okumak için…
Liberalizm Demokrasiyi Susturunca
Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.
Atina’da, Roma’da, Madrid’de ve Washington’da artık halkın değil bankaların dediği oluyor. Batı’da demokrasi geriliyor, yeni bir düzen kuruluyor. Alıp satma özgürlüğü nasıl oldu da halkı bankaların kölesi yaptı?
İnsanî değerlerin değil maddî değerlerin hakim olduğu her toplum kendi arsızlığı altında ezilmeye mahkûm aslında. Thomas Jefferson, George Washington, Max Weber, Hannah Arendt, Karl Marx ve Alexis de Tocqueville’in eserlerinde ısrarla üzerinde durulan bir mesele bu. Zenginleşmeye ve para ile daha çok haz almaya odaklanan insanlar bencilleşiyorlar. Siyasetten, cemiyetin dertlerinden uzak, oy kullanmaya bile üşenen bir güruh çıkıyor meydana.
Tam da bu yüzden Batı’da demokrasinin en büyük düşmanı batılı insan modeli oldu. Kendini özel hayatına hapseden, lüks tüketime, tatile, konfora odaklanan batılı insanlar politikadan uzaklaştılar. Bu refah toplumunun bireyleri diğer insanların dertlerine duyarsızlaştı. Para bu süreçte kutsallaştı. Yine bu yüzden bankalar ve bankacılar ilahlaşarak hukukun üstüne çıkabildiler.
İşte bu fikrî zemindir sermayeyi aşırı büyüten, savcıları, hakimleri bile etkisiz hale getiren. Bankacılarına söz geçiremeyen batı toplumları tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler… Peki 2008 ekonomik kriz süreci nasıl gelişti? Krizi tetikleyen ve büyüten ne oldu?
Bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Yaklaşık 40-50 kişilik bir ekip. Kriz sürecinden zenginleşerek ve güçlenerek çıktılar. Banka kurtarma operasyonlarıyla halen zenginleşmekteler.
Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor:
- Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler?
- “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar?
- Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.Buradan indirebilirsiniz.
1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik“millî”okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.
Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik.Buradan indirin.
… Tüketim tutkusu ve kimlik krizleri üzerine kitap okumak için…
Ey Kapitalizm! Kara Sevdam! / Charles Allen Scarboro
Kapitalizm bir kara sevdanın adı. Tutkulu bir aşk hikâyesi… Her gün kalbimizi kıran, bize hakaretler yağdıran, herkesin içinde rezil eden o sevgiliyi(!) terk edemiyoruz bir türlü. Alış-veriş merkezleri dolup taşıyor. Kredi kartı borçlarımız şişiyor. Bütün bu borçları ödemek için daha çok çalışmaya razıyız. Ailemizi, sağlığımızı, tatillerimizi, ibadetlerimizi feda ediyoruz. Hatta iş “arkadaşlarımızın” ayağını kaydırmak için planlar yapıyoruz.
Heyecanla satın alıp eve getirdikten sonra bir kenara attığımız ne çok şey var oysa. Okunmamış kitaplar, seyredilmeyi bekleyen DVDler, modası geçmiş giysiler, eski cep telefonları… Almak gerek ama kullanmak şart değil. Çünkü karnımızı doyurmak için değil“birisi olmak” için tüketiyoruz:
“…Üniversitemdeki kapalı kızların çoğu, eşarplarını markası görünecek şekilde bağlıyor. Öğrenciler kitaplarını Mango çantalarda taşıyor. Bir Coach çanta, etiketi görünmeksizin pek de kıymetli değil. Ralp Lauren sağ tarafa işlenen küçük bir biniciyle bir servet kazandı. Çorapların bile görülebilir yerlerine logolar işlenmiş. Neden marka bu kadar önem arzediyor?…”(C.A. Scarboro)
Ne gariptir ki Türkiye’de hemen her kesimden insanı kolaylıkla birleştirebilen bir slogan var: “Kapitalizme Hayır!”. İslâmcı, komünist, ülkücü, Kemalist… Yürüyüşler yapıyorlar. Seminerler düzenliyorlar. “Küresel sermayeye geçit yok!”diye haykırıyorlar. İşçilerin sömürülmesinden Afrika’daki açlığa, ortadoğudaki petrol savaşlarından dünyanın kirlenmesine kadar her taşın altından çıkan bir düşman bu. Kapitalizm karşıtı İslâmcıların, komünistlerin, ülkücülerin ve Kemalistlerin ekonomi tasavvuru nasıldır? Kapalı kapıların ardında puro içen şişman adamlar mı tahayyül ediyorlar bilmiyorum. Ama bazen kendilerini aldattıklarını düşünüyorum. İyi ile kötü arasında bir çizgi çekmek, kötüleri “öteki tarafta” bırakmak… O kadar da kolay değil:
“Ah keşke her şey o kadar basit olsaydı. Bütün kötülükleri içi kararmış birileri yapsaydı ve bütün mesele onları bulup yok etmekten ibaret olsaydı. Ne var kiİyiileKötü arasındaki çizgi her insanın kalbinden geçiyor. Kim kendi kalbinin bir parçasını yok etmek ister?” (Soljenitsin)
Okuyacağınız bu kitap insanların para ile, tüketim ile kurdukları ilişkiye ışık tutuyor. Charles Allen Scarboro’nun Karl Marx ve Max Weber’in fikirlerinden de isitifade ederek hazırladığı özgün bir çalışma. Scarboro İstanbul’da yaşayan bir Amerikalı. Akademik birikiminin yanı sıra kapitalizmin anavatanından gelmesi, “içimizde yaşayan bir öteki” olması bu kitaba ayrı bir lezzet katmış kanaatimce. Modern yaşamın getirdiği “önemsizleşme” hissi ve bunun yol açtığı kimlik ihtiyacını sorgulayan, klasik ekonomi teorilerini tamamlayan bu çalışmayı Müleyke Barutçu Türkçeye kazandırdı. Kendisinden Chomsky, Klein ekseninde yeni çalışmalar ve özgün makaleler de okumayı umuyoruz. Kitabı buradan indirebilirsiniz.