Milletlerin Zenginliği / Adam Smith
By Jonathan Kucukarabaci on May 13, 2016 in Ekonomi, Kitap Alıntısı, Liberalizm
Zenginleşme yolunda hızla yürüyen bir ülkede bile, yeni bir toprağın yahut bazı yeni zanaat kollarının benimsenmesi, bazen mal mevcudu kârlarını, bunlarla birlikte de para faizini yükseltebilir. Bu benimsenen şeylerden üleşildikleri türlü kimselere düşen ülke mal mevcudu, işteki artışın tümüne yetişmediğinden yalnız en çok kâr getiren bir takım kollara harcanır. Önceden başka işte kullanılmakta olan sermayenin bir kısmı oradan ister istemez geriye çekilir; yeni, daha kazançlı zanaatlara yatırılır.
Bundan ötürü, bütün bu eski işlerdeki rekabet, öncesine oranla azalmaya yüz tutar. Pazar, bir sürü başka başka mal çeşitleriyle iyice donatılmaz olur. Bu malların fiyatı, muhakkak az çok yükselir; onların alım satımıyla uğraşanlara daha çok kâr getirir. Böylelikle, bu kimseler, daha yüksek faizle ödünç alabilecek duruma girer. Yalnız pek itibarı yerinde özel kimseler değil, Londra’nın eskiden %4 – 4,5’tan ziyade vermeye alışık olmayan en büyük ortaklıklarından bazıları bile geçen savaş bittiğinde, bir süre, çoğunlukla %5 faizle ödünç aldılar. Kuzey Amerika ile Batı Hint Adaları’nda elimize geçenler sayesinde toprağın ve ticaretin çok genişlemiş olması, bunun nedenini yeterince aydınlatır. Topluluğun birikmiş ana sermayesinde bir azalma olduğunu düşünmeye yer yoktur. Eski mal mevcudu ile yürütülecek yeni işlerin bu derece çoğalması, rekabet azlığı dolayısıyla kârları artması gereken kimi ticaret kollarının birçoğunda kullanılan mal mevcudu miktarını kesenkes azaltmıştır. Bende Büyük Britanya’nın birikmiş ana sermayesinin, geçen savaşın pek büyük masrafları ile azalmadığı düşüncesini uyandıran nedenleri ileride açıklama fırsatını bulacağım.
Bununla birlikte, topluluğun ana sermayesindeki eksilme veya çalışmayı besleyecek olan ödeneklerindeki azalma emek ücretlerini alçaltırken, mal mevcudu kârlarını, dolayısıyla da para faizini yükseltir. Emek ücretleri azalmış olduğundan, topluluk içinde arta kalan mal mevcudunun sahipleri, mallarını pazara eskisinden az masrafla getirebilir; pazarı donatmak için eskisinden az mal mevcudu kullanıldığından, bu malları daha pahalıya satabilirler. Sattıkları şeyler, kendilerine daha ucuza mal olur.
Bunlara karşılık, daha çok kazanırlar. Kârları böylelikle katmerli arttığından, çok faiz verebilirler. Bengal’de ve Doğu Hint Ülkeleri’ndeki, öteki İngiliz kol salma yurtlarında, kaşla göz arasında kolayca kazanılan büyük servetler, bu viran olmuş ülkelerde ücretlerin pek düşük kârların ise pek yüksek olduğunu bize yeterince gösterir. Para faizi de o oran üzeredir. Bengal’de çiftçilere para, çoğu kez, % 40, 50, 60 üzerinden ödünç verilir. Gelecek ürün, bu borca karşılık rehin edilir. Böyle bir faizi ödeyebilecek kâr, arazi sahibinin rantını hemen toptan yiyip yutacağı gibi, böylesine aşırı tefecilik de, bu kârın çoğunu silip süpürebilir. Buna benzer bir tefeciliğin, Roma Cumhuriyeti’nin çöküşünden önce, proconsul’lerinin yıkıcı yönetimi altında, Roma illerinde egemen olduğu anlaşılıyor. Cicero’nun mektuplarından öğrendiğimize göre, doğruluktan şaşmayan Brutus, parasını Kıbrıs’ta yüzde kırk sekizden faize verirmiş.
Toprağının, ikliminin, başka ülkelere kıyasla yerinin, kendisine ulaşma olanağını verdiği tüm zenginlik düzeyine ermiş, bundan ötürü, artık ileri gidemeyecek olup geri de kalmayan bir ülkede, gerek emek ücretleri gerekse mal mevcudu kârları belki pek düşük olacaktır. Toprağının besleyebileceği yahut mal mevcudunun çalıştırılabileceği oranda nüfusla dolu bir ülkede, iş güç edinmek için rekabet, ister istemez emek ücretlerini, işçi sayısını olduğu gibi elde tutmaya ucu ucuna yetecek kerteye indirecek kadar fazladır. Ülke zaten nüfusla iyice dolduğu için de, bu sayı hiçbir zaman artmaz. Uğraşacağı işlerin hepsini görecek mal mevcudu tam olan bir memlekette, her ayrı alanda o işin niteliğinin ve büyüklüğünün el vereceği kadar sermaye kullanılacaktır. Bu yüzden, rekabet her yerde o oranda büyük; alışılmış kârlar ise, bundan ötürü o kadar düşük olacaktır.
Ama, belki hiçbir ülke zenginliğin bu kertesine ulaşmamıştır. Çin, çoktan beri yerinde sayıyora benzer. Kanunlarının ve âdetlerinin mahiyetine yakışan zenginliğin tümüne de belki çoktan kavuşmuştur. Ancak, ulaşılmış olan bu kerte, toprağı ile ikliminin ve yerinin mahiyetinin başka kanun ve âdetlerle eriştirebileceğinden çok aşağı olabilir. Dış ticareti ihmal eden veya hor gören, yabancı millet gemilerinin limanlarından yalnız bir ikisine girmesine izin veren bir ülke, daha başka kanun ve âdetler olduğu taktirde yapabileceği kadar iş göremez. Sonra, zenginler veya büyük sermaye sahipleri, pek güven içinde yaşarken, yoksulların ya da küçük sermaye sahiplerinin bundan hemen hemen yararlanmadıkları, ikide bir adalet bahanesiyle alt tabakadan mandarinlerin bunları soyup soğana çevirdiği bir ülkede, yapılan ticaretin türlü kollarının hepsinde kullanılan mal mevcudu miktarı hiçbir zaman o işin mahiyet ve büyüklüğünün mümkün kılabileceği kadar olamaz. Türlü türlü her işte yoksulların yere serilmesiyle, zenginlerin tekelinin kurulması gerekir. Bu zenginler, bütün ticareti ellerinde toplayıp, pek büyük kârlar sağlayabilirler. Nitekim, Çin’de %12’nin çok rastlanan para faizi olduğu; alışılmış sermaye kârlarının, bu yüksek faizi ödeyebilmeye yeter olması gerektiği söylenmektedir.
Kanundaki bir eksik, faiz oranını, kimi zaman zenginliği veya yoksulluğu bakımından, ülke durumunun gerektirdiğinin epey üstüne çıkarır. Kanun, bağıtların yerine getirilmesini zorlamayınca, bütün borç alanları, daha iyi düzen altında bulunan ülkelerdeki müflislerle,[68] veya itibarı şüpheli kimselerle bir duruma sokmuş olur. Parasını geri alıp alamayacağının pek belli olmayışı, borç vereni, genel olarak, müflislerden istenen kadar aşırı faiz istemeye sürükler. Roma İmparatorluğu’nun batı illerine akın eden barbar uluslar arasında bağıtların yerine getirilmesi, birkaç yüzyıl boyunca, sözleşen tarafların iyi niyetine bırakılmıştı. Bu uluslarda, kral mahkemelerinin böyle işlere karıştığı olmazdı. O eski zamanlarda egemen bulunan yüksek faiz kertesi, belki biraz bu nedene yorulabilir.
Kanun, bütün bütün yasak etse de faize engel olmaz. Birçok kimse ödünç almak zorundadır. Paralarının kullanılması için bir bedel, hem onu kullanmakla elde edilebilecek kazanca yakışacak hem kanundan yan çizmenin güçlüğünü ve tehlikesini karşılamaya elverecek oranda bir ivaz olmaksızın, kimse parasını ödünç vermez. Bay Montesquieu, bütün Müslüman milletleri arasındaki yüksek faiz kertesini, bu milletlerin yoksulluğuna değil, biraz buna, biraz da parayı geri alabilmenin güçlüğüne yormaktadır.
Kârın en düşük alışılmış oranı, mal mevcudunun her kullanıldığında zaman zaman uğradığı kayıpları karşılamaya yetenden daima biraz fazla olmalıdır. Yalnız bu artıktır ki, safi ya da safi kârı oluşturur.
… Liberalizm, demokrasi ve ekonomi üzerine kitap okumak için…
Liberalizm Demokrasiyi Susturunca
Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.
Atina’da, Roma’da, Madrid’de ve Washington’da artık halkın değil bankaların dediği oluyor. Batı’da demokrasi geriliyor, yeni bir düzen kuruluyor. Alıp satma özgürlüğü nasıl oldu da halkı bankaların kölesi yaptı?
İnsanî değerlerin değil maddî değerlerin hakim olduğu her toplum kendi arsızlığı altında ezilmeye mahkûm aslında. Thomas Jefferson, George Washington, Max Weber, Hannah Arendt, Karl Marx ve Alexis de Tocqueville’in eserlerinde ısrarla üzerinde durulan bir mesele bu. Zenginleşmeye ve para ile daha çok haz almaya odaklanan insanlar bencilleşiyorlar. Siyasetten, cemiyetin dertlerinden uzak, oy kullanmaya bile üşenen bir güruh çıkıyor meydana.
Tam da bu yüzden Batı’da demokrasinin en büyük düşmanı batılı insan modeli oldu. Kendini özel hayatına hapseden, lüks tüketime, tatile, konfora odaklanan batılı insanlar politikadan uzaklaştılar. Bu refah toplumunun bireyleri diğer insanların dertlerine duyarsızlaştı. Para bu süreçte kutsallaştı. Yine bu yüzden bankalar ve bankacılar ilahlaşarak hukukun üstüne çıkabildiler.
İşte bu fikrî zemindir sermayeyi aşırı büyüten, savcıları, hakimleri bile etkisiz hale getiren. Bankacılarına söz geçiremeyen batı toplumları tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler… Peki 2008 ekonomik kriz süreci nasıl gelişti? Krizi tetikleyen ve büyüten ne oldu?
Bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Yaklaşık 40-50 kişilik bir ekip. Kriz sürecinden zenginleşerek ve güçlenerek çıktılar. Banka kurtarma operasyonlarıyla halen zenginleşmekteler.
Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor:
- Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler?
- “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar?
- Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.Buradan indirebilirsiniz.
1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik“millî”okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.
Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik.Buradan indirin.
… Tüketim tutkusu ve kimlik krizleri üzerine kitap okumak için…
Ey Kapitalizm! Kara Sevdam! / Charles Allen Scarboro
Kapitalizm bir kara sevdanın adı. Tutkulu bir aşk hikâyesi… Her gün kalbimizi kıran, bize hakaretler yağdıran, herkesin içinde rezil eden o sevgiliyi(!) terk edemiyoruz bir türlü. Alış-veriş merkezleri dolup taşıyor. Kredi kartı borçlarımız şişiyor. Bütün bu borçları ödemek için daha çok çalışmaya razıyız. Ailemizi, sağlığımızı, tatillerimizi, ibadetlerimizi feda ediyoruz. Hatta iş “arkadaşlarımızın” ayağını kaydırmak için planlar yapıyoruz.
Heyecanla satın alıp eve getirdikten sonra bir kenara attığımız ne çok şey var oysa. Okunmamış kitaplar, seyredilmeyi bekleyen DVDler, modası geçmiş giysiler, eski cep telefonları… Almak gerek ama kullanmak şart değil. Çünkü karnımızı doyurmak için değil“birisi olmak” için tüketiyoruz:
“…Üniversitemdeki kapalı kızların çoğu, eşarplarını markası görünecek şekilde bağlıyor. Öğrenciler kitaplarını Mango çantalarda taşıyor. Bir Coach çanta, etiketi görünmeksizin pek de kıymetli değil. Ralp Lauren sağ tarafa işlenen küçük bir biniciyle bir servet kazandı. Çorapların bile görülebilir yerlerine logolar işlenmiş. Neden marka bu kadar önem arzediyor?…”(C.A. Scarboro)
Ne gariptir ki Türkiye’de hemen her kesimden insanı kolaylıkla birleştirebilen bir slogan var: “Kapitalizme Hayır!”. İslâmcı, komünist, ülkücü, Kemalist… Yürüyüşler yapıyorlar. Seminerler düzenliyorlar. “Küresel sermayeye geçit yok!”diye haykırıyorlar. İşçilerin sömürülmesinden Afrika’daki açlığa, ortadoğudaki petrol savaşlarından dünyanın kirlenmesine kadar her taşın altından çıkan bir düşman bu. Kapitalizm karşıtı İslâmcıların, komünistlerin, ülkücülerin ve Kemalistlerin ekonomi tasavvuru nasıldır? Kapalı kapıların ardında puro içen şişman adamlar mı tahayyül ediyorlar bilmiyorum. Ama bazen kendilerini aldattıklarını düşünüyorum. İyi ile kötü arasında bir çizgi çekmek, kötüleri “öteki tarafta” bırakmak… O kadar da kolay değil:
“Ah keşke her şey o kadar basit olsaydı. Bütün kötülükleri içi kararmış birileri yapsaydı ve bütün mesele onları bulup yok etmekten ibaret olsaydı. Ne var kiİyi ileKötü arasındaki çizgi her insanın kalbinden geçiyor. Kim kendi kalbinin bir parçasını yok etmek ister?” (Soljenitsin)
Okuyacağınız bu kitap insanların para ile, tüketim ile kurdukları ilişkiye ışık tutuyor. Charles Allen Scarboro’nun Karl Marx ve Max Weber’in fikirlerinden de isitifade ederek hazırladığı özgün bir çalışma. Scarboro İstanbul’da yaşayan bir Amerikalı. Akademik birikiminin yanı sıra kapitalizmin anavatanından gelmesi, “içimizde yaşayan bir öteki” olması bu kitaba ayrı bir lezzet katmış kanaatimce. Modern yaşamın getirdiği “önemsizleşme” hissi ve bunun yol açtığı kimlik ihtiyacını sorgulayan, klasik ekonomi teorilerini tamamlayan bu çalışmayı Müleyke Barutçu Türkçeye kazandırdı. Kendisinden Chomsky, Klein ekseninde yeni çalışmalar ve özgün makaleler de okumayı umuyoruz. Kitabı buradan indirebilirsiniz.