Mezarların Çığlığı / Halil Cibran
By Aisha Benghazi on Eyl 2, 2016 in edebiyat, Kitap Alıntısı
Askerler hapishaneden doğal ve kırılgan bir güzelliği olan bir genç kadını getirerek geri geldi. Solgun görünüyordu ve yüzünde zulmün ve düş kırıklığının izleri belirmişti. Gözleri yaşlarla ıslanmış ve başı acının yükü altında eğilmişti. Ona iyice baktıktan sonra Emir dedi ki, “Cesedin başında bir gölge önümde duran bu bir deri bir kemik kadın ne suç işledi?” Askerlerden biri yanıtladı, “O bir zina işledi; dün gece kocası onu bir başkasının kollarında buldu. Aşığı kaçtıktan sonra kocası onu kanuna teslim etti.” Kadın başını ifadesiz bir şekilde kaldırırken Emir bir süre ona baktı ve dedi ki, “Onu karanlık odaya geri götürün ve onu dikenli yatağa uzatın ki hatasıyla kirlettiği yatağı hatırlasın; ona içsin diye mazıyla karıştırılmış sirke verin ki o tatlı öpücüklerin tadını hatırlayabilsin. Şafak vakti onun çıplak bedenini şehrin dışına sürükleyin ve taşlayın. Bırakın kurtlar onun bedeninin yumuşak etinin tadını çıkarsın ve solucanlar onun kemiklerini delsin.” O karanlık hücresine geri dönerken insanlar ona acıma ve hayretle baktı. Emir’in yargısına şaşırdılar ve kadının kaderine üzüldüler. Askerler yeniden göründü, bu kez dizleri titreyen ve kuzey rüzgârında genç bir fidan gibi sallanan kederli bir adamı getirdiler. Güçsüz, hasta ve korkmuş görünüyordu, sefil ve zavallıydı. Emir ona nefretle baktı ve sordu, “Canlıların arasında bir ölü gibi duran bu iğrenç adam ne yaptı?” Gardiyanlardan biri yanıtladı, “O manastıra girip papazların onu tutukladıklarında giysilerinin altında buldukları kutsal vazoları çalan bir hırsız.”
Emir ona kanadı kırık bir kuşa bakan aç bir kartal gibi baktı ve dedi ki, “Onu hapishaneye geri götürün ve zincirleyin, şafak vakti onu yüksek bir ağaca sürükleyin ve yerle gök arasında asın ki onun günahkâr elleri yok olsun ve bedeninin organları parçalara ayrılıp rüzgârla etrafa saçılsın. “Hırsız hapishanenin derinliklerine doğru sendeleyerek giderken insanlar birbirlerine fısıldamaya başladılar ve dediler ki, “Böyle güçsüz ve kâfir biri ne cesaretle manastırın kutsal vazolarını çalabilir?”
Bu anda mahkeme oturuma son verdi ve izleyiciler dağılıp, salon mahkûmların iniltileri ve feryatları dışında boşalırken, Emir bilge adamları eşliğinde ve askerlerin korumasında dışarıya doğru yürüdü. Bütün bunlar ben orada geçen hayaletlerin önünde ayna gibi dururken oldu. İnsanların insanlar için yaptıkları kanunları enine boyuna düşünüyordum, kendimi hayatın gizemleri ile ilgili derin düşüncelerle meşgul ederek insanların “yargı,” dedikleri şeyi düşünüp taşınıyordum. Evrenin anlamını anlamaya çalıştım. Kendimi bulutların ardında yok olan ufuk çizgisi gibi kaybolmuş bulunca şaşkınlıktan dilimi yuttum. Mekânı terk ederken kendi kendime dedim ki, “sebze topraktaki elementlerle beslenir, koyun sebzeyi yer, kurt koyunu avlar, aslan boğayı yutarken boğa kurdu öldürür; ancak Ölüm aslanı ister. Ölümü yenecek ve bu acımasızlığı sonsuz adalet yapacak bir güç var mı? Çirkin şeyleri güzel nesnelere dönüştürecek bir güç var mı? Hayatın tüm unsurlarını, deniz tüm nehirleri neşeyle içine çekerken elleriyle kavrayıp okşayacak bir güç var mı? Maktulü ve katili, zinaya uğrayanla zina yapanı, hırsızla soyulanı tutuklayacak ve onları yüksek mahkemeye ve Emir’in mahkemesinden daha yüce bir yere getirecek bir güç var mı?”
x x x
Ertesi gün şehrin dar sokaklarından ve belirsiz mekânlarından dertlenmiş olarak sessizliğin ruhun istediğini gün yüzüne çıkardığı, tertemiz gökyüzünün umutsuzluk mikroplarını öldürdüğü tarlalara gitmek üzere şehri terk ettim. Vadiye vardığımda bir karga ve akbaba sürüsünün gökyüzünü ötüşleriyle, ıslıklarıyla ve kanatlarının hışırtılarıyla doldurarak alçaldığını gördüm. İlerleyince önümdeki bir ağaçta yükseklere asılmış bir adam cesedi, bir taş yığınının ortasında çıplak ve ölü bir kadın bedeni ve başı kesilmiş ve toprakla karışık kana bulanmış bir gencin leşini gördüm. Gözlerimi kalın, karanlık bir hüzün perdesiyle kör eden korkunç bir manzaraydı. Her tarafa baktım ve bu korkunç enkazların yanı başında duran Ölüm’ün hayaletinden başka hiçbir şey görmedim. Kargaların insanların kanunlarının kurbanları üzerinde dönerek ötmeleriyle karışık yok olmanın iniltilerinden başka hiçbir şey duyulmuyordu. Dün hayatın kucağında olan üç insan toplum kurallarını çiğnediler diye bugün Ölüm’ün kurbanları olarak düşmüşlerdi. Biri bir diğerini öldürdüğünde insanlar ona katil der ama Emir birini öldürdüğünde haklıdır. Biri manastırı soyduğunda ona hırsız derler ama Emir insanın hayratını çalarsa Emir şereflidir. Bir kadın eşini aldattığında ona zina işledi derler ama Emir onu sokaklarda çırılçıplak yürütür ve sonra da taşlarsa Emir asildir. Kan dökmek yasaktır ama kim bunu Emir için kanuni saymıştır? Birinin parasını çalmak suç ama hayatını çalmak asil bir davranıştır. Eşini aldatmak çirkin bir davranış olabilir ama yaşayan ruhların taşlanması güzel bir görüntüdür. Kötülüğe kötülükle karşılık verip buna da Kanun mu diyelim? Yozlaşmaya karşı daha büyük yozlaşmayla savaşalım ve buna Kural mı diyelim? Suçları daha büyük suçlarla yenip buna Adalet mi diyelim? Emir geçmişinde hiç mi düşmanını öldürmemiştir? Güçsüz halkından hiç mi para ve mal çalmamıştır? Zina işlememiş midir? Katili öldürdüğünde ve hırsızı ağaca astığında hiç mi yanılmamıştır? Hırsızı ağaca asanlar kim? Onlar cennetten inen melekler mi ya da yağmalayıp zorla gasp eden erkekler mi? Katilin kafasını kesenler kim? Onlar kutsal ermişler mi yoksa gittikleri her yerde kan döken askerler mi? O zina işleyen kadını kim taşladı? Onlar manastırlardan gelen erdemli keşişler miydi ya da boş Kanunların koruması altında keyifle vahşet işlemeyi seven insanlar mıydı? Kanun nedir?
… Yeni kitaplar keşfetmek için …
Kitap tanıtan kitapların 7cisine damgasını vuran düşünür Susan Sontag oldu. 1977’de yayınladığı“Fotoğraf Üzerine” isimli cesur kitaptan bahseden 4 makale ile başlıyoruz. Mehmet Özbey’in kaleminden eskimeyen bir kitabı ziyaret edeceğiz sonra: Yüzyıllık Yalnızlık (Gabriel Garcia Marquez) Değerli yazarlarımızdan Mehmet Salih Demir ve Mustafacan Özdemir tek bir kitaba ve tek bir yazara odaklı kitap sohbetlerinden farklı makaleler hazırladılar. Bunlar kavram ve/veya olaylara odaklı, birden fazla kitaptan ve müelliften istifade eden çalışmalar: Terör, vicdan, modernleşme, bilim felsefesi (Kuhn, Heidegger, Derrida, Gadamer, Dilthey, Mach, Baudrillard, Toulmin) … Suzan Nur Başarslan’ın yazdığı Türk romanının tarihçesi veSeksenli Yıllarda Türk Romanı Ve Post Modern Eğilimlerde bu kategoriye dahil edilebilir. Bunların yanısıra yazar kadar hatta bazen daha fazla ünlenmiş kitaplara adanmış makaleleri de yine bu sayıda bulacaksınız: Zeytindağı (Falih Rıfkı Atay), Hayy Bin Yakzan (İbn-i Tufeyl), Körleşme (Elias Canetti), Taşrada Düğün Hazırlıkları (Franz Kafka). Kitap tanıtan Kitap 7’nin daha önceki sayılardan bir diğer farkı da Georg Simmel’e adanmış iki makale içermesi. Karl Marx ve Max Weber arasındaki kayıp halka olarak nitelenen Simmel’in “Büyük şehir ve zihinsel yaşam” (Die Großstädte und das Geistesleben, 1903) isimli özgün çalışmasından bahsettiğimiz makaleler kitabın sonunda. Buradan indirebilirsiniz.
Önceki kitap sohbetleri: