İnsancıklar / Dostoyevski
By Александр Исаевич Солженицын on Eyl 12, 2016 in edebiyat, Kitap Alıntısı
Lütfen ümitsizliğe kapılmayın! Zaten yeterince sorun var. Size otuz gümüş kopek gönderiyorum. Daha fazlası mümkün değil. En çok ihtiyacınız olan şeyi alın. En azından yarına kadar idare edebilirsiniz. Başka bir şeyimiz kalmadı. Yarın ne olur bilemem. Durum kötü Makar Alekseyevich! Başaramasak da üzülmeyin, ne yapalım olsun. Fedora bunun büyük bir felaket olmadığını söylüyor, bir süre daha bu dairede oturabilirmişiz.
Hem taşınsak bile bundan bir kârımız olmazmış. Eğer isterlerse bizi her yerde bulabilirlermiş. Ama ben artık burada kalmak istemiyorum. Eğer bu kadar üzgün olmasam size biraz daha yazardım. Ne garip bir insansınız Makar Alekseyevich! Her şeyi çok fazla ciddiye alıyorsunuz, bu yüzden de çok mutsuz oluyorsunuz. Bütün mektuplarınızı dikkatle okuyorum ve her bir mektubunuzda kendiniz için olmadığı kadar benim için endişelendiğinizi görüyorum. Kuşkusuz insanlar iyi bir kalbiniz olduğunu söylerler ama bence bu çok fazla. Size dostça bir öğüt vereyim Makar Alekseyevich. Size minnettarım, benim için yaptıklarınıza minnettarım, her şeyi takdir ediyorum. İstemeden sebep olduğum felaketlerden sonra sizin hâlâ benim sevinçlerimi, acılarımı ve heyecanlarımı yaşadığınızı gördükçe neler hissettiğimi bir düşünün. Eğer insan başka birisinin dertlerini bu denli ciddiye alıp ilgilenirse sonu mutsuzluk olur! Bugün daire dönüşü bize uğradığınız zaman görünüşünüzden çok korktum. Sapsarıydınız, korkmuştunuz, umutsuzdunuz, korkunç görünüyordunuz. Başaramadığınızı söylemeye korkuyordunuz, beni hayal kırıklığına uğratmaya ya da üzmeye korkuyordunuz. Sonra benim güldüğümü görünce rahatladınız. Makar Alekseyevich, o kadar perişan olmayın, mutsuzluğa kapılmayın. Daha mantıklı olun, rica ediyorum. Size yalvarıyorum. Göreceksiniz her şey yoluna girecek. Her şey düzelecek. Aksi halde böyle yaşamanız, hep insanların acılarına üzülmeniz, perişan olmanız çok kötü sonuçlar doğuracak. Hoşça kalın dostum. Size yalvarıyorum benim için endişelenmeyin. , V.D.
. 5 Ağustos
Varenka, küçük güvercinim,
Pekâlâ meleğim, pekâlâ. Demek benim borç para bulma konusundaki başarısızlığımın büyük bir felaket olmadığına karar verdiniz. Güzel o zaman, artık içim rahatladı, sizin adınıza memnun oldum. Beni bu yaşımda terk edip gitmeyeceğinize, i orada oturacağınıza da çok sevindim. Aslında doğruyu söylemek gerekirse mektubunuzda benim için bu kadar güzel kelimeler , yazdığınızı, duygulanma değer verdiğinizi gördükçe sevincim den uçuyorum. Bunu gururumdan söylemiyorum. Duygularıma bu kadar önem verdiğinize göre beni seviyor olmalısınız. Neyse şimdi benim duygularımdan konuşmanın bir anlamı yok. Duygular yerinde kalsın…
Mektubunuzda yüreksiz olmamamı’ yazıyorsunuz. Evet meleğim, ben de kendi kendime yüreksiz olmamam gerektiğini söylüyorum. Ama yarın işe giderken giyeceğim ayakkabılarımın halini siz de biliyorsunuz. Sorun bu Varenka. Bilirsiniz böyle sorunlar insanı yer bitirir. Ama aslına bakarsanız ben sadece kendim için üzülmüyorum, sadece kendim için sıkıntı çekmiyorum. Ben ayazda bile dışarı paltosuz ya da ayakkabısız çıkmaya aldırmam.
Buna dayanabilirim, her şeye katlanırım. Sıradan, basit bir insanım ben. Ama insanlar ne derler? Paltosuz dolaşırsam sivri dil i düşmanlarım neler konuşurlar? Bilirsiniz insan başkaları için giyinir. Ayakkabılar insanın onurunu ve adını korumak içindir. Delik ayakkabılarla insan hem onurunu hem de namını kaybeder. Buna inanın, deneyimlerime güvenin küçüğüm. O çalakalem yazan yazar müsveddelerini değil, dünyayı ve insanları iyi tanıyan bu ihtiyarı dinleyin. Size bugün olanların hepsini yazmadım küçüğüm. İnsanın bir yıl boyunca çekebileceği acıyı ben bir sabah çektim. Şöyle oldu: Sabah hem adamı bulabilmek, hem de işe yetişebilmek için erkenden yola koyuldum. Nasıl da yağmur yağıyordu bir bilseniz! Paltoma sımsıkı sarınıp yürürken bir yandan da düşünüyordum: “Tanrım günahlarımı bağışla. Dileklerimi kabul et!”
St. X. Kilisesi’nden geçerken haç çıkardım ve günahlarım için tövbeler ettim. Sonra da Tanrıyla pazarlığa girişmenin yanlış olduğunu düşündüm. Düşüncelere dalmıştım, hiçbir şey görmüyordum. Nereye gittiğimin farkına bile varmadan yürüyüp duruyordum. Sokaklar bomboştu. Rastladığım birkaç kişi endişeli ve meşgul görünüyordu. Bunda şaşılacak bir şey yoktu. Günün bu saatinde ve bu havada sokağa kim çıkardı? Kir içinde bir işçi grubuna rastladım, kaba insanlar beni itip geçtiler. Birden içime bir korku düştü, paniğe kapıldım. Doğruyu söylemek gerekirse parayı düşünmek bile istemiyordum. Her şey şansa kalmıştı! Tam Voskresensky Köprüsü’nü geçerken ayakkabımın tekinin tabanı düştü. Nasıl yürüyebildiğim! bilemiyorum. O sırada bizim dairede çalışan Yermolayev karşıma çıkmaz mı!
Durakladı, beni dikkatle izlemeye başladı. Sanki votka parası isteyecek gibiydi. “Şimdi votkanın sırası mı?” diye düşündüm. Çok yorgundum. Durdum, biraz dinlendim ve sonra yoluma devam ettim. Dikkatimi verebileceğim bir şeyler aradım etrafta. Zihnimi dağıtmak, biraz neşelenmek istedim. Ama nerde! Düşüncelerimi yönelteceğim hiçbir şey yoktu. Üstelik öyle çamur içindeydim ki, kendimden utanıyordum. Sonunda uzakta, çatısı kule şeklinde bir ev gördüm. “Evet” diye düşündüm, “işte orası. Yemelyan İvanovich aynen böyle tarif etmişti. Burası Markov’un evi. -Markov faizle para veren adam, hayatım.- O anda biraz sersemlemiştim. Ne yaptığımı bilmiyordum. Markov’un evi olduğunu bilmeme rağmen oradaki polise sordum. “Memur bey, bu ev kimin evi?”
Adam ters biriydi. Sanki konuşmak büyük bir çaba istermiş gibi dişlerinin arasından sinirli sinirli yanıt verdi: “Kimin evi mi? Tabi ki Markov’un.” Şu polisler hep böyle duygusuzdur ama bana ne onlardan canım? O andan sonra her şey bana kötü ve tatsız geldi. Her şey arka arkaya geliyordu. Her şey insanın ruh haline uygundur zaten. Bu hep böyle olmuştur.
Evin önünde tam üç kez bir aşağı bir yukarı gidip geldim. Yürüdükçe daha da kötü oldum. “Hayır, bana para falan vermeyecek” diye düşündüm. “Hayatta vermez. Beni tanımıyor bile. Bu çok nazik bir konu. Ben de pek güvenilir görünmüyorum. Neyse kadere bırakalım, sonradan pişmanlık duymaktansa böylesi daha iyi. Beni yiyecek değil ya.” Yavaşça bahçe kapısını açtım. Sonra bir başka talihsizlikle karşılaştım. Aptal bir bekçi köpeği peşime takılıverdi. Öfkesinden kuduruyor, sesinin son perdesinden havlıyordu. Böyle önemsiz ve küçük olaylar insanı çileden çıkarır Varenka. Kendine olan güvenini sarsar, daha önceki kararlılığını siler götürür. Bu yüzden de ölü gibi eve girdim ve yeni bir talihsizliğin içine balıklama dalmış oldum. Giriş karanlık olduğu için önümü göremeyerek, bakraçlara süt boşaltan bir köylü kadına çarptım ve süt yerlere döküldü. Aptal kadın avaz avaz bağırmaya başladı. “Sen nereye gittiğini sanıyorsun? Ne istiyorsun?” Sonra da beddualar yağdırdı. Böyle zamanlarda hep bu tür şeyler başıma gelirdi. Herhalde kaderim böyleydi, böyle işlere karışıverirdim. Gürültüyü duyan yaşlı bir Finli kadın kapıdan başını uzattı. Hemen yanına gittim. “Markov burada mı oturuyor?” dedim. “Hayır” dedi ve orada durup beni incelemeye başladı. “Ne yapacaksınız onu?” Yemelyan’ın söylediklerini anlattım ve iş için geldiğimi söyledim. Yaşlı kadın kızını çağırdı. Ayakları çıplak yetişkin bir kız geldi. “Babanı çağır. Herhalde yukarıda kiracının yanındadır.” Sonra bana döndü, “İçeri buyrun” dedi. İçeri girdim. Oda fena sayılmazdı. Duvarda bazı general erin portreleri asılıydı. Odada bir kanepe, yuvarlak bir masa, muhabbet çiçekleri ve kınaçiçeği vardı. “Şuradan çekip gitsem mi acaba?” diye düşündüm. Az kalsın kaçacaktım Varenka. “Yarın gelsem daha iyi olacak” dedim kendi kendime. “O zaman hava daha iyi olur. Hem de aradan zaman geçer. Bugün süt döküldü, generaller de bana ters ters bakıp duruyorlar.” Ak saçlı, patlak gözlü, ufak tefek bir adam geldiği zaman kapıya kadar yürümüştüm bile. Üzerinde yağ lekeleri olan bir robdöşambr giymiş, beline de ip bağlamıştı. Neden geldiğimi sordu. Ben de Yemelyan İvanovich’in gönderdiğini söyledim.
… Yeni kitaplar keşfetmek için …
Kitap tanıtan kitapların 7cisine damgasını vuran düşünür Susan Sontag oldu. 1977’de yayınladığı“Fotoğraf Üzerine” isimli cesur kitaptan bahseden 4 makale ile başlıyoruz. Mehmet Özbey’in kaleminden eskimeyen bir kitabı ziyaret edeceğiz sonra: Yüzyıllık Yalnızlık (Gabriel Garcia Marquez) Değerli yazarlarımızdan Mehmet Salih Demir ve Mustafacan Özdemir tek bir kitaba ve tek bir yazara odaklı kitap sohbetlerinden farklı makaleler hazırladılar. Bunlar kavram ve/veya olaylara odaklı, birden fazla kitaptan ve müelliften istifade eden çalışmalar: Terör, vicdan, modernleşme, bilim felsefesi (Kuhn, Heidegger, Derrida, Gadamer, Dilthey, Mach, Baudrillard, Toulmin) … Suzan Nur Başarslan’ın yazdığı Türk romanının tarihçesi veSeksenli Yıllarda Türk Romanı Ve Post Modern Eğilimlerde bu kategoriye dahil edilebilir. Bunların yanısıra yazar kadar hatta bazen daha fazla ünlenmiş kitaplara adanmış makaleleri de yine bu sayıda bulacaksınız: Zeytindağı (Falih Rıfkı Atay), Hayy Bin Yakzan (İbn-i Tufeyl), Körleşme (Elias Canetti), Taşrada Düğün Hazırlıkları (Franz Kafka). Kitap tanıtan Kitap 7’nin daha önceki sayılardan bir diğer farkı da Georg Simmel’e adanmış iki makale içermesi. Karl Marx ve Max Weber arasındaki kayıp halka olarak nitelenen Simmel’in “Büyük şehir ve zihinsel yaşam” (Die Großstädte und das Geistesleben, 1903) isimli özgün çalışmasından bahsettiğimiz makaleler kitabın sonunda. Buradan indirebilirsiniz.
Önceki kitap sohbetleri: