Ermiş / Halil Cibran
By Aisha Benghazi on Eyl 14, 2016 in edebiyat, Kitap Alıntısı
Sahip olduklarınızdan verdiğinizde az vermiş olursunuz
Gerçekten vermek kendinizden vermektir.
Sahip olduklarınız gelecek kaygısıyla sakladığınız şeylerden başka ne olabilir?
Ve yarın, kutsal kente giden hacıları takip ederken kemiklerinizi bırakmayan kumlara gömen fazla tedbirli bir köpeğe yarın ne getirebilir?
İhtiyacım olursa kaygısı gerçek ihtiyaçtan başka nedir ki? Kuyunuz doluyken susuzluktan korkmak kanmayan bir susuzluk değil midir?
Sahip olduklarının çoğunu verenler vardır onlar gösteriş için verirler ve onların bu gizli arzuları verdiklerini değersiz kılar.
Ve çok az şeye sahip olup hepsini verenler vardır.
Onlar hayata ve hayatın ödülüne inananlardır ve kahveleri hiç şekersiz kalmaz.
Ve coşkuyla verenler vardır, onların ödülü de mutluluklarıdır.
Bazıları da acı ile verirler ve bu acı onların vaftizidir.
Ve bazıları ne vermenin acısını hissederler, ne vermekte mutluluk ararlar, ne de bir erdemdir bu düşünce onlar için;
Onlar öte vadideki mersin ağacının kokusunu ortalığa salışı gibi verirler.
Böyle kişilerin ellerinde Tanrı dile gelir ve gözlerinden dünyaya gülümser.
İstendiğinde vermek güzeldir, ama istenmeden, anlayıp da vermek daha güzeldir.
Eli açıklar için ihtiyacı olanı aramak vermenin mutluluğundan öte bir mutluluktur.
Vermekten çekineceğiniz bir şey olabilir mi?
Sahip olduğunuz her şey bir gün verilecektir;
Öyleyse şimdi verin, vermenin hazzını mirasçılarınız değil siz yaşayın.
Çoğunlukla şöyle dersiniz: “Sadece hak edene veririm.”
Meyve bahçenizdeki ağaçlar ya da odağınızdaki sürüler öyle demiyor ama.
Onlar veriyorlar ki canlı kalsınlar çünkü saklamak yürümektir onlar için.
Kesinlikle kendisine günler ve gecelerin verilmesini hak edenler, sizden gelecek şeyleri de hak ederler.
Hayat okyanusundan içmeyi hak edenler, sizin ırmağınızdan da su içmeyi hak ederler.
Hayırseverlikten başka, almanın da gerektirdiği cesaret ve güvenden daha büyük bir hak var mıdır?
Ve siz kimsiniz ki onların göğüslerini yırtıp gururlarını ortaya çıkarmalarım bekliyor ve onların değerlerini örtüsüz ve gururlarını utanmazca değerlendiriyorsunuz?
Bilin ki önce siz vermeye aracı olmayı ve veren olmayı hak edin.
Çünkü gerçekte veren hayattır ve kendisini verici zanneden sizler buna sadece tanıksınızdır.
Ve siz alanlar -sizler hepiniz birer alıcısınız- şükran borcu hissetmeyin yoksa hem kendinize hem de verene birer boyunduruk takmış olursunuz.
X X X
Ancak siz yemek için öldürmek ve susuzluğunuzu gidermek için bebelerin anne sütünü çalmak zorundasınız, öyleyse gelin bunu bir tapınma eylemine çevirin,
Bırakın sofranız bir sunak olsun ve orada ormanların ve ovaların saf ve masumları birçok insanın içindeki daha saf ve masum olana kurban edilsin.
Bir hayvanı öldürdüğünüzde ona yürekten şöyle deyin:
“Seni öldüren o güç beni de öldürendir ve ben de tüketileceğim.
Seni benim ellerime teslim eden yasa, beni de daha güçlü bir ele teslim edecektir.
Senin ve benim kanım cennet ağacını yeşerten bitki özünden başka bir şey değildir.”
Bir elmayı ısırdığınızda, ona gönlünüzde şöyle deyin:
“Senin tohumların benim vücudumda yaşayacak,
Yarınının tomurcukları benim yüreğimde çiçek açacak,
Senin kokun benim nefesim olacak,
Ve biz bütün mevsimlerde birlikte sevineceğiz.”
Ve sonbaharda bağınızdaki üzümleri cendere için topladığınızda gönlünüzde şöyle deyin:
“Ben de bir bağım ve benim meyvelerim de cendere için toplanacak,
Ve taze şarap gibi ben de sonsuzluk fıçılarında saklanacağım.”
X X X
Çalıştığınızda bir ney olursunuz, kalbinde saatlerin fısıltısının müziğe dönüştüğü bir ney.
Hanginiz sağır ve sessiz bir kamış olmak ister, herkes bir ağızdan şarkı söylerken?
Size hep işin bir lanet, çalışmanın bir talihsizlik olduğunu söylediler.
Ama ben diyorum ki çalıştığınız zaman yeryüzünün en uzaktaki hayalinin, daha o düş doğarken size düşen kısmını gerçekleştirmiş olursunuz,
Ve eğer çalışmaya devam ediyorsanız, hayatı seviyorsunuz demektir,
Ve işten dolayı hayatı sevmek, hayatın en derin sırrını yakından bilmek demektir.
Ve siz ıstırap içinde eğer doğduğunuz günü elem sayıyorsanız ve bedeninizi taşımayı alnınıza yazılmış bir kara yazı sayıyorsanız,
O yazıyı ancak alnınızın teri ile silebilirsiniz derim ben size.
Size aynı zamanda hayatın kararlık olduğunu da söylediler ve sizler bezginlik içinde bezginlerin dediğini tekrar ediyorsunuz,
Ve ben diyorum ki dürtü yoksa hayatın karanlığı gerçekten artar,
Ve tüm dürtüler kördür, bilgi olunca,
Ve tüm bilgi boşunadır, iş olmadığı zaman,
Ve iş boşunadır, aşk olmadığı zaman;
Ve siz aşk ile çalıştığınız zaman kendinizi kendinize, birbirinize ve Tanrıya bağlarsınız.
Ve aşk ile çalışmak nedir?
Kumaşı kalbinizden çektiğiniz ipliklerle dokumaktır, en sevdiğinize giydirecekmiş gibi,
Bir evi sevgiyle inşa etmektir, en sevdiğiniz içinde yaşayacakmış gibi.
Tohumu şefkatle ekmek, hasadı neşeyle toplamaktır, mahsulü en sevdiğiniz yiyecekmiş gibi.
Yaptığınız her şeye kendi ruhunuzdan bir soluk katmaktır,
Ve tüm kutlu ölülerin kalkmış sizi izlediğini bilmektir.
Sık sık sizin uykuda konuşur gibi şöyle dediğinizi duydum,
“Mermeri işleyen ve ruhunun şeklini taşta bulan, toprağı sürenden daha asildir.
Ve gökkuşağını tutup insanın sureti olarak kumaşa koyan, ayağımıza giydiğimiz sandaletleri yapandan daha değerlidir.”
Ama ben uykumda değil, öğle güneşinde tam uyanıkken diyorum ki, rüzgâr dev meşe ağaçlarıyla cılız otlarla konuştuğundan daha tatlı dille konuşmaz;
Ve yücedir rüzgârın sesini kendi aşkıyla daha tatlı bir şarkıya dönüştüren.
İş aşkı görünür kılmaktır,
Ve eğer aşkla değil hoşnutsuzlukla çalışıyorsanız, işi bırakıp mabet kapısında oturup neşeyle çalışan kişilerin sadakalarını almanız yeğdir.
Çünkü kayıtsızlıkla pişirilen bir ekmek açlığınızın yarısını giderir.
Ve eğer üzümleri gönülsüzce ezerseniz, bu isteksizlik şarabınıza zehir akıtır.
… Yeni kitaplar keşfetmek için …
Kitap tanıtan kitapların 7cisine damgasını vuran düşünür Susan Sontag oldu. 1977’de yayınladığı“Fotoğraf Üzerine” isimli cesur kitaptan bahseden 4 makale ile başlıyoruz. Mehmet Özbey’in kaleminden eskimeyen bir kitabı ziyaret edeceğiz sonra: Yüzyıllık Yalnızlık (Gabriel Garcia Marquez) Değerli yazarlarımızdan Mehmet Salih Demir ve Mustafacan Özdemir tek bir kitaba ve tek bir yazara odaklı kitap sohbetlerinden farklı makaleler hazırladılar. Bunlar kavram ve/veya olaylara odaklı, birden fazla kitaptan ve müelliften istifade eden çalışmalar: Terör, vicdan, modernleşme, bilim felsefesi (Kuhn, Heidegger, Derrida, Gadamer, Dilthey, Mach, Baudrillard, Toulmin) … Suzan Nur Başarslan’ın yazdığı Türk romanının tarihçesi veSeksenli Yıllarda Türk Romanı Ve Post Modern Eğilimlerde bu kategoriye dahil edilebilir. Bunların yanısıra yazar kadar hatta bazen daha fazla ünlenmiş kitaplara adanmış makaleleri de yine bu sayıda bulacaksınız: Zeytindağı (Falih Rıfkı Atay), Hayy Bin Yakzan (İbn-i Tufeyl), Körleşme (Elias Canetti), Taşrada Düğün Hazırlıkları (Franz Kafka). Kitap tanıtan Kitap 7’nin daha önceki sayılardan bir diğer farkı da Georg Simmel’e adanmış iki makale içermesi. Karl Marx ve Max Weber arasındaki kayıp halka olarak nitelenen Simmel’in “Büyük şehir ve zihinsel yaşam” (Die Großstädte und das Geistesleben, 1903) isimli özgün çalışmasından bahsettiğimiz makaleler kitabın sonunda. Buradan indirebilirsiniz.
Önceki kitap sohbetleri: