Entelektüel: Sürgün, Marjinal, Yabancı / Edward Said
By Tahsin K. on Eyl 17, 2016 in Kitap Alıntısı, Sivil Toplum
Sözcüğe benim verdiğim anlamda entelektüel, ne insanları teskin etme ne de konsensüs oluşturma derdindedir; çok ciddi bir anlamda, ucuz formülleri, hazır klişeleri ya da iktidar sahiplerinin ve uzlaşımcıların söylediklerinde, yapıp ettiklerinde gözlenen sorunsuz, uzlaştırıcı olumlamaları kabullenmeyi istememe anlamında tüm varlığını ortaya koyan biridir. Hatta sadece bir şeyleri pasif olarak istememekle yetinmez, bunu aktif olarak kamuoyuna söyler de.
Salt hükümet politikalarını eleştirme meselesi değildir bu, daha çok entelektüelin yarım-doğrulara ya da basmakalıp fikirlere pabuç bırakmamak için sürekli tetikte olmayı görev edinmesi meselesidir. İstikrarlı bir gerçekçilik, neredeyse atletik bir akıl enerjisi ve kamusal alanda yazılar yayımlatıp konuşmanın gerekleriyle kişinin kendi sorunlarını dengelemek için karmaşık bir mücadele gerektiren bu görev, gerektirdikleri yüzünden hep süregiden, yapısı itibarıyla bitmemiş ve zorunlu olarak eksikli bir çaba haline gelir. Ama insanı pek sevilen biri yapmasa da ben bu görevin karmaşıklığını, insanı diri tutuşunu, zenginleştirmesini seviyorum.
[…]
Entelektüellere bakış tarzımızdaki bu açı daralması ve yerelleşme bir ölçüde, uzmanlaşmış çalışma alanlarının olağanüstü çoğalmasından da kaynaklanır; entelektüellerin modern hayatta oynadıkları rolün genişlemesine yol açan faktörlerden birinin bu çoğalma olduğu söylenebilir. Batı’daki doğru dürüst çoğu üniversite ya da araştırma kütüphanesinde çeşitli ülkelerde entelektüeller hakkında yazılmış binlerce kitap bulunabilir, bu kitapların belli bir grubunu bile hakkıyla incelemek yıllar alır. Tabii ayrıca entelektüeller bir çok farklı dil kullanırlar ki bunlardan bazıları, örneğin Arapça ve Çince, modern entelektüel söylemle eski ve genellikle son derece zengin gelenekler arasında çok özel bir ilişki kurulmasını gerektirir. Bu farklı geleneklerdeki entelektüelleri cidden anlamaya çalışan Batılı bir tarihçinin onların dillerini öğrenmek için de yıllarını vermesi gerekir. Ama bütün bu başkalık ve farklılıklara rağmen, evrensel entelektüel kavramındaki kaçınılmaz aşınmaya rağmen, entelektüel birey hakkında bazı fikirler geliştirilebilir -ki burada benim yapmaya çalıştığım da budur- ve bu fikirler bölgesel uygulamalarından öte bir geçerliliğe sahip olabilir.
Bu fikirler arasında önce milliyet fikrini ve onun serada büyütülmüş hali olan milliyetçiliği tartışmak istiyorum. Modern entelektüellerin hiçbiri -bu tesbit Noam Chomsky ve Bertrand Russell gibi tanınmış şahsiyetler için olduğu kadar onlar kadar ünlü olmayan bireyler için de doğrudur- Esperanto dilinde, yani bütün dünyaya ait olması için ya da hiçbir ülke ve geleneğe ait ol-maması amacıyla tasarlanmış bir dilde yazmaz. Her entelektüel bir dilin içine doğar ve hayatının geri kalanını da çoğunlukla o dilin içinde geçirir ki bu dil onun entelektüel faaliyetlerinin ana aracıdır. Diller elbette millidir -Yunanca, Fransızca, Arapça, İngilizce, Almanca vb.- , ama benim burada vurgulamak istediğim temel noktalardan biri, entelektüelin salt anlaşılırlık ve tanışıklık gibi bariz nedenlerden değil aynı zamanda dile özel bir ses, kendine özgü bir vurgu ve nihayet kendisine ait bir perspektif getirmeyi umduğu için de milli bir dil kullanmak durumunda olduğudur.
Bununla birlikte entelektüelin problemi, her toplumda belli ifade alışkanlıklarının egemenliği altında olan bir dil topluluğunun zaten var olması, bunun temel işlevlerinden birinin de statükoyu korumak, işlerin herhangi bir değişim ve meydan okumaya uğramadan yolunda gitmesini sağlamak olmasıdır. George Orwell, “Siyaset ve İngiliz Dili’ adlı denemesinde bunu gayet ikna edici bir biçimde anlatır. Klişeler, aşınmış metaforlar, bayat kullanımlar, der Orwell, “dilin çürümesi’nin örnekleridir. Sonuçta zihin uyuşup pasifleşirken bir süpermarketteki fon müziği etkisi yaratan dil, bilincin üzerini kaplayıp onu basmakalıp düşünce ve duyguları, incelemeden, edilgin bir biçimde kabul etmeye ayartır.
… Yeni kitaplar keşfetmek için …
Kitap tanıtan kitapların 7cisine damgasını vuran düşünür Susan Sontag oldu. 1977’de yayınladığı“Fotoğraf Üzerine” isimli cesur kitaptan bahseden 4 makale ile başlıyoruz. Mehmet Özbey’in kaleminden eskimeyen bir kitabı ziyaret edeceğiz sonra: Yüzyıllık Yalnızlık (Gabriel Garcia Marquez) Değerli yazarlarımızdan Mehmet Salih Demir ve Mustafacan Özdemir tek bir kitaba ve tek bir yazara odaklı kitap sohbetlerinden farklı makaleler hazırladılar. Bunlar kavram ve/veya olaylara odaklı, birden fazla kitaptan ve müelliften istifade eden çalışmalar: Terör, vicdan, modernleşme, bilim felsefesi (Kuhn, Heidegger, Derrida, Gadamer, Dilthey, Mach, Baudrillard, Toulmin) … Suzan Nur Başarslan’ın yazdığı Türk romanının tarihçesi veSeksenli Yıllarda Türk Romanı Ve Post Modern Eğilimlerde bu kategoriye dahil edilebilir. Bunların yanısıra yazar kadar hatta bazen daha fazla ünlenmiş kitaplara adanmış makaleleri de yine bu sayıda bulacaksınız: Zeytindağı (Falih Rıfkı Atay), Hayy Bin Yakzan (İbn-i Tufeyl), Körleşme (Elias Canetti), Taşrada Düğün Hazırlıkları (Franz Kafka). Kitap tanıtan Kitap 7’nin daha önceki sayılardan bir diğer farkı da Georg Simmel’e adanmış iki makale içermesi. Karl Marx ve Max Weber arasındaki kayıp halka olarak nitelenen Simmel’in “Büyük şehir ve zihinsel yaşam” (Die Großstädte und das Geistesleben, 1903) isimli özgün çalışmasından bahsettiğimiz makaleler kitabın sonunda. Buradan indirebilirsiniz.
Önceki kitap sohbetleri: