RSS Feed for This Post

İnsancıklar / Dostoyevski

dostoyevski-insanciklarBütün arabaların içine baktım. Hepsinde de süslü hanımefendiler oturmuşlar, belki de prenses ya da kontestiler. Hiç kuşkusuz baloya ya da toplantılara gitme saatleriydi. Prenseslerin ya da aristokrat hanımların yakından nasıl olduklarını merak ederdim. Çok hoş olmalılar diye düşünürdüm. Bugün arabaların içine bakana kadar daha önce hiç görmemiştim. Sonra sizi hatırladım. Ah küçük güvercinim, ah sevgilim. Sizi hatırladıkça kalbim sızlıyor. Neden bu kadar şanssızsınız Varenka? Küçük meleğim! Onlardan ne farkınız var? İyi kalplisiniz, sevecensiniz, eğitimlisiniz. Neden kaderiniz bu kadar kötü? Neden başkaları hiç beklenmedik bir şekilde mutluluğa ulaşırken, iyi insanlar mutsuz yaşamaya mahkûm ediliyorlar? Biliyorum küçüğüm, böyle düşünmenin yanlış ve günah olduğunu biliyorum ama dürüst konuşmak gerekirse daha doğmamış çocuğun kaderi bile iyi yazılmışken neden bazılarının da doğar doğmaz sokağa atıldıklarını merak ediyorum. Aptalların kaderi iyi olurmuş. “Sen aptal, al işte dedenin kesesi. Karıştır, istediğin gibi harca, mutlu ol! Ama sen, adın her neyse avucunu yala. Sana bu yaraşır dostum!” Böyle düşünmek günahtır canım biliyorum ama bazen günah fikirler insanın aklına giriveriyor. Siz de böyle arabalara yakışırdınız. Sizin bir bakışınız değil bizim gibileri, generalleri bile deli ederdi. Size keten değil ipek ve altın işlemeli kıyafetler giymek yaraşırdı. Şimdi olduğu gibi zayıf, hasta görünüşlü biri olmazdınız o zaman. Bonbon şekeri gibi tombul, diri ve gül yanaklı olurdunuz. Ben caddeden geçerken ışıl ışıl pencerelerinizden sizi görünce mutlu olurdum. Gölgenizi bile görmek bana yeterdi. Sizin orada mutlu ve neşeli olduğunuz düşüncesi dahi beni memnun ederdi küçük kuşum. Ama bir de şu hale bakın! Kötü niyetli insanların sizi mahvettikleri, değersiz birtakım insanların, çapkınların sizi aşağıladıkları yetmedi mi? Sırf üzerinde güzel bir palto olduğu ve size altın saplı gözlüklerin ardından baktığı için istediğini yapma hakkını nereden buluyor o utanmaz adam? İnsan onun edepsiz konuşmalarını dinlemek zorunda mı? Artık yeter! Neden böyle oluyor? Çünkü siz yetimsiniz, savunmasızsınız, size yardım edecek, sizi koruyacak güçlü bir arkadaşınız yok. Ama bu nasıl bir adam, bunlar nasıl insanlar ki bir yetimi aşağılaya-biliyorlar? Onlar insan değil çöp yığını, sadece çöp yığını. Hepsi de birer isimden ibaretler. Bence bugün Gorokhovaya Cadde-si’nde rastladığım laternacı onlardan çok daha saygıdeğer bir insan. Bütün gün boyunca orada dikilip yiyecek bir şeyler alabilmek için kirli bir yarım köpek bekleyip duruyor ama kendi kendisinin efendisi, kendi geçimini sağlıyor. Sadaka istemiyor. İnsanlara zevk veren bir makine gibi çalışıp duruyor. “Bakın, sizi eğlendirmek için elimden geleni yapıyorum” diyor. Kuşkusuz çok yoksul biri, bu doğru ama onurlu bir yoksul. Yorgun ve kemiklerine kadar donmuş biri ama yine de çalışıyor. Yaptıkları işe oranla çok az kazansalar da kimseye eğilmeyen, sadaka kabul etmeyen onurlu insanlar vardır. İşte ben de bu laternacı adam gibiyim. Tam anlamıyla onun gibi olmasam da kendimce asaletimle ona benziyorum. Elimden geldiğince çalışıyorum. Bundan fazlasını yapamıyorum. Tedavisi olmayan şeye katlanmak gerekir.

Bugün fakirliğimi iki kat daha fazla hissettiğim için bu laternacıdan söz ettim canım. Onu seyretmek için durdum. Benden başka iki arabacı, bir fahişe, kir pas içinde küçük bir kız da vardı. Laternacı bir evin penceresinin önünde durmuştu. On yaşlarında bir sokak çocuğu dikkatimi çekti. Tatlı bir çocuktu ama zayıf ve hasta görünüyordu. Üzerinde bir gömlekten başka bir şey yoktu. Ayaklan çıplaktı. Çocukluğuna yaraşır biçimde ağzı açık müzik dinliyordu. Alman kuklaların danslarını seyrediyordu. Kolları ve bacakları soğuktan kaskatı kesilmişti. Titriyor ve gömleğinin kolunu ısırıyordu. Elinde küçük bir kâğıt parçası tuttuğunu gördüm. Bir beyefendi laternacıya bozuk para attı. Para laternanın küçük bahçesinde dans eden kuklaların yanına düştü.

Paranın sesiyle küçük çocuk ürktü. Etrafına baktı, parayı benim attığımı sandı. Hemen yanıma geldi. Küçük elleri ve sesi titriyordu. Kâğıdı bana doğru uzatıp: “Mektup” dedi. Mektubu açtım, her zamanki şeylerdendi: “Annem ölüm döşeğinde efendim. Üç kardeşim aç bekliyor. Lütfen bize yardım edin. Ölünce öbür dünyada bu yardımlarınızı hiç unutmayacağım.” Evet her şey ortadaydı, şaşılacak bir durum yoktu. Ama ben ona ne verebilirdim ki? Hiçbir şey. Nasıl üzüldüğümü anlatamam! Çocuk çok zavallı görünüyordu. Soğuktan mosmor ol-muştu. Karnı aç olmalıydı. Doğru söylediğinden emindim. En kötüsü de bu gaddar annelerin çocuklarına bakmayıp ellerinde mektupla yarı çıplak halde sokağa dilenmeye göndermeleriydi. Belki de karaktersiz bir köylü kadındı. Belki de onlar için para kazanabilecek hiç kimseleri yoktu. Belki ayaklarını altına almış oturuyordu. Belki de gerçekten hastaydı. Ama yine de doğru dürüst bir yerlere başvurmalıydı. Belki de incecik giyinmiş, aç bir çocuğu insanları kandırmak için sokağa salan ve böylelikle çocuğu hasta eden sahtekârın biriydi. Böyle mektupları taşımakla ne olacaktı o çocuk?

Zamanla etrafta dolaşıp insanların yanına sokularak dilenmekten kalbi donuklaşacak. İnsanların acelesi olduğu için onunla ilgilenmeyecekler. Onu sert kelimelerle acımasızca azarlayacaklar: “Def ol! Git şuradan!

Rahat bırak bizi!” İşte herkesten bunu duyar ve kalbi donuklaşır, korkan zavallı çocuk yuvadan düşen bir yavru kuş gibi titremeye başlar. Kolları ve bacakları donar, nefesi kesilir. Bir dahaki sefer onu gördüğünüzde öksürüyordur. Kısa bir süre sonra kötü bir hastalık pis bir yılan gibi göğsüne tırmanır. Tekrar baktığınızda ölümü tepesindeki karanlık bir köşede beklerken görürsünüz. Kaçış yoktur, çare yoktur. İşte hayatı budur!

Hayat bazen böyledir! Ah Varenka, “Allah rızası için…” kelimelerini duymak ve “Allah versin!” deyip hiçbir şey vermeden geçmek nasıl da acıdır. Bazen, “Allah rızası için…” hiç de o kadar kötü gelmez. -Bilirsiniz pek çok çeşidi vardır.- Bazen bu söz alışılmış, devamlı söylenen bir dilenci sızlanmasıdır. Onu geri çevirmek hiç de o kadar acı vermez, çünkü artık kaşarlanmış bir dilencidir o. Buna alışkındır diye düşünür insan. Üstesinden gelir, nasıl başa çıkabileceğini bilir. Bazen “Allah rızası için…” kelimeleri hiç alışılmadık, kaba ve kötü bir biçimde karşımıza çıkar, bugün olduğu gibi. Ben çocuğun mektubuna bakarken çitlere dayanmış bir adam vardı. Dileneceği insanları seçiyordu. “Al ah rızası için yarım peni” dedi. Bunu öyle kesik kesik ve kibar bir şekilde söyledi ki korkunç bir duyguya kapıldım ama para falan veremedim, çünkü yoktu. Aslına bakarsanız zenginler fakir insanların kaderleri konusunda yüksek sesle yakınmalarından hiç hoşlanmazlar. Onların kendilerini rahatsız ettiklerini, problem çıkardıklarını söylerler! Evet gerçekten de fakirlik sorundur. Belki onların karın gurultuları, zenginleri uykularından uyandırır!

… Yeni kitaplar keşfetmek için …

Kitap tanıtan kitap 7

kitap-tanitan-kitap-7 - kucuk Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı / Dale CarnegieKitap tanıtan kitapların 7cisine damgasını vuran düşünür Susan Sontag oldu. 1977’de yayınladığı“Fotoğraf Üzerine” isimli cesur kitaptan bahseden 4 makale ile başlıyoruz. Mehmet Özbey’in kaleminden eskimeyen bir kitabı ziyaret edeceğiz sonra: Yüzyıllık Yalnızlık (Gabriel Garcia Marquez) Değerli yazarlarımızdan Mehmet Salih Demir ve Mustafacan Özdemir tek bir kitaba ve tek bir yazara odaklı kitap sohbetlerinden farklı makaleler hazırladılar. Bunlar kavram ve/veya olaylara odaklı, birden fazla kitaptan ve müelliften istifade eden çalışmalar: Terör, vicdan, modernleşme, bilim felsefesi (Kuhn, Heidegger, Derrida, Gadamer, Dilthey, Mach, Baudrillard, Toulmin) … Suzan Nur Başarslan’ın yazdığı Türk romanının tarihçesi veSeksenli Yıllarda Türk Romanı Ve Post Modern Eğilimlerde bu kategoriye dahil edilebilir. Bunların  yanısıra yazar kadar hatta bazen daha fazla ünlenmiş kitaplara adanmış makaleleri de yine bu sayıda bulacaksınız: Zeytindağı (Falih Rıfkı Atay), Hayy Bin Yakzan (İbn-i Tufeyl), Körleşme (Elias Canetti), Taşrada Düğün Hazırlıkları (Franz Kafka). Kitap tanıtan Kitap 7’nin daha önceki sayılardan bir diğer farkı da Georg Simmel’e adanmış iki makale içermesi. Karl Marx ve Max Weber arasındaki kayıp halka olarak nitelenen Simmel’in “Büyük şehir ve zihinsel yaşam” (Die Großstädte und das Geistesleben, 1903) isimli özgün çalışmasından bahsettiğimiz makaleler kitabın sonunda. Buradan indirebilirsiniz.

Önceki kitap sohbetleri:

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin