Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry Eagleton
By Aisha Benghazi on Oca 15, 2017 in Kitap Alıntısı, Kötülük
“… Bu günlerde yaşanan her trajedi ya da doğal afetten sonra insanlar ellerindeki pankartlarla sokağa dökülüyorlar. Evlerinde hazırladıkları pankartlarının üzerinde tombul harflerle “Neden?” yazıyor ama bu insanlar sorularına bir cevap anyor değillerdir. Depremin, toprağın derinlerindeki bir çatlaktan kaynaklandığını ya da cinayetin gözaltından fazlasıyla erken bırakılan bir seri katilin işi olduğunu biliyorlar. Pankarta “Neden?” yazmak ” Bunun sebebi nedir?” diye sormak değildir; sorgulamaktan çok bir ağıttır bu. Dünyadaki akıl almaz bir akılsızlığa, çevremizde olup biten anlamsızlığa yapılan bir itirazdır. […] Söz konusu gücün özünde, doymak bilmez öfkesini bir başka faniden çıkarmak için dışa taşan ölüm güdüsü olduğunu daha önce de görmüştük. Ancak bu öfkeli şiddet bir tür yokluğu da barındırmaktadır içinde -başkalarının acısıyla telafi edilmesi gereken dayanılmaz bir var olmama hissi. Bu şiddet başka bir yokluğa da meyyaldir: ölümün hiçliğine. Böylece korkutucu güç katışıksız boşlukla bir araya gelir. Teolog Kari Barth Kilise Dogmalan adlı çalışmasında kötülüğün sadece yokluk ve eksiklik olmadığını, yozlaşma ve yıkımdan oluşan bir hiçlik olduğunu belirtir. Kötüler, bu durumda, yaşama sanatında kifayetsiz olan insanlardır. Aristo’ya göre yaşamak, sürekli antrenman yaparak kendinizi geliştirmeniz gereken bir spor gibidir. Kötüler işin bu yönünü bir türlü anlayamıyorlar. işin doğrusu biz de öyle. Biz bu konuda Karındeşen jack’ten sadece bir adım öndeyiz. Yaşam sanatı konusundaki kifayetsizliğimiz, bir başka dünyadan gelen misafirlerimize garip gelebilir: Ziyaretçilerimiz birkaç tırışka türevin yanı sıra birkaç tane de mükemmel insan örneğiyle tanışacaklarını umuyorlardır herhalde. Bu beklentileri bir yönüyle mantıklıdır; neticede bir ağaçta birkaç çürük elma olabilir ama bir o kadar da kusursuz elma vardır. istisnasız tüm insanlann bir şekilde defolu olması gerçeği dünya dışından gelen misafirlerimiz için New York’taki Gugenheim Müzesi’ndeki bütün resimlerin sahte olması kadar gariptir. Neticede, eğer kötüler yaşama sanatında hepten beceriksiz ise, biz de kısmen öyleyiz. Freud, gündelik hayatın psikopatolojik yönleri vardır der; biz de sıradan gerçeklikte kötülüğün izlerini görebiliriz. Ender görülen pek çok fen o men gibi, kötülüğün de kökleri sıradan hayattadır. Soykırım mühendisinden çok rahatsız bir banka memuruna benzeyen Adolf Eichmann bu gerçeği kanıtlamaktadır. Kimi kötüler başka türlü düşünmeyi tercih etse de, bu haliyle kötülük sadece elitist bir eylem değildir. Ama kötülüğün bu hali onun yaygınlığını hafife almamıza sebep olmamalıdır. insanları sırf para için kitleler halinde imha etmek ya da nükleer silah kullanmayı düşünmek gibi adilikler, katıksız kötülükten çok daha yaygındır. Yani kötülüğün uykularımızı kaçırmasına gerek yok. […] Geleneksel felsefenin teodise diye bilinen bir dalı etrafımızdaki bu anlamsızlığa bir açıklama getirmeye çalışır. “Teodise”nin kelime anlamı “Tanrı’yı savunmak, haklı çıkarmak”tır. Oturup ağlamamızı gerektirecek kadar çarpık olan dünyayı meşrulaştırmaya çalışmamızın sebebi, görevlerini yerine getirmekte feci şekilde çuvallamakla suçlanan ve her nasılsa her şeyi sevdiği söylenen Tanrı’yı savunmak oluyor. Teodise, kötülüğün varlığını Tanrı’yı müşkil durumu ndan kurtaracak bir şekilde açıklamaya çalışır. Bu projeye lngiliz edebiyatının en büyük katkısı john Milton’ın muazzam epiği Kayıp Cennettir; şair bu eserde insanlığın içinde bulunduğu aşağılık yaşamı kullanarak “Tanrı’nın insanlara karşı yaklaşımı”nı haklı çıkarmaya çalışır. Devrimci Milton’a kalırsa yaşanan hayatın iğrençliğinin bir sebebi, İngiltere iç Savaşı’nın getirmesini umduğu politik cennetin sefil bir şekilde yozlaşmasıdır. Yine de Milton’ın Tann’yı aklama yolundaki sofu çabası bazı okurların Tann’ya daha da çok sırt çevirmelerine sebep olmuştur. Şiirde yaptığı gibi, Tann’ya kendini savunması için incelikli argümanlar vermek ve kendini savunmasına sebep olmak, O’nu insanların seviyesine indirmek demektir. Oysa tannlara, prenslere ve yargıçlara tartışmalara girmek, kendilerini haklı çıkarmaya çalışmak yakışmaz …”
Tavsiye Sohbet
Tavsiye makale
- Kötülük’ün zıddı İyilik değildir…
- Kötülüğün Sıradanlığı: Adolf Eichman ve Raci Tetik
- Kötü insan nasıl üretilir?
- Kötülük Güzel olabilir mi? – C.Baudelaire’in şiirleri, O.Dix’in gravürleri
- Çocukların cinsel istismarı
- Cezaevleri okul olsun !
- Fahişelik, şehitlik ve özgürlük
- Şans, Kader, Özgür İrade ve Zaman(3)
- Kötülüğün çirkin ama gerçek yüzüne…
- Erik ile röportaj
- Haneke’nin Beyaz Kurdele’si
- Kötülüğün Sıradanlığı / Hannah Arendt
- Kötülük / mal / evil / شر
- Karanlık / Zulmet / Darkness / Obscurité / الظلام
- İnsan Öldürenler Sevilmeye Muhtaçtır
Tavsiye Kitap
“Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?”(Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)
“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan, Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz.
Gurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”
Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.
Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi, buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Sen insansın, homo-economicus değilsin!
Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz Adam, James Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor. Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…
Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.