Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry Eagleton
By Aisha Benghazi on Oca 28, 2017 in Kitap Alıntısı, Kötülük
“… İki çocuğun o bebeği öldürmelerinden yıllar önce, bir başka bebek ölümünün yarattığı galeyan İngiltere’yi bir uçtan diğer uca sarsmıştı. Edward Bond’un Saved adlı oyunu bir ahlak histerisine yol açmıştı çünkü oyunda bir grup yeniyetme arabasında uyuyan bir bebeği taşlayarak öldürüyordu. Bebek taşlama sahnesi, avareliğin her zaman işsiz kişileri kontrolden çıkabileceğine dair eski klişenin yeni bir örneğiydi. Söz konusu sahnenin amacı, kötü olmakla uzaktan yakından ilgisi olmayan, kronik bir şekilde sıkılmış bir grup gencin nasıl böyle korkunç ve acımasız bir suç işlediklerini adım adım göstermektir. Şeytanın işsiz güçsüzlere musallat olduğu söylenir, bu da garip bir şekilde, eğer kendini savaş suçları mahkemesinde hakimin önünde bulmak istemiyorsan, kendine yapacak bir şeyler bul demek oluyor. Oysa kötülerin sorunu yapacak bir şeyler bulmaktan çok, fazlasıyla meşgul olmalandır. Kitabın ilerleyen kısımlarında kötünün yokluk ve anlamsızlık duygusuyla nasıl da haşır neşir olduğunu göreceğiz; ve Edward Bond’un o sahnesinin gösterdiği şeylerden biri, kulağa biraz acımasız bir yorum gibi gelse de aslında ergen katillerin, kendileri için bir anlam yaratmaya çalışmalarıdır. Her daim ayaklanmaya hazır olan İngiliz toplumunu öfkelendiren eylemin korkunçluğunun kendisi kadar sahnenin sıradanlığıydı. Ağza alınmayacak bir kötülüğün sonuna kadar tanıdık bir şeyden geldiğini görüyorduk ve bu da olayın vahametini azaltıyor gibiydi. Oysa kötünün özel olması gerekiyor, sıradan değil. Kötülük sigara yakmak gibi değildir. Fenalık monoton ve alelade olamaz. Kötülerin de, ironik bir şekilde, bu görüşte olduğunu ilerde göreceğiz. Zira gerçekten de kötü kişiler ve eylemler vardır, yufka yürekli liberallerin ve çetin Marksistlerin eş derecede yanıldığı nokta işte budur. ikinci gruptan olan Amerikalı Marksist Fredric jameson “arkaik iyi ve kötü kategorilerinden bahseder ve biz jameson’ın sosyalizmin iktidara gelmesinin iyi bir şey olacağı kanısında olmadığını düşünmek zorunda kalırız. İngiliz Marksist Perry Anderson ise “iyi” ve “kötü” gibi kavramların sadece kişisel davranışlarla bağlantılı olduğunu ima eder -ki bu durumda hastalık salgınlarıyla uğraşmanın, ırkçılıkla savaşmanın veya nükleer füzeleri imha etmenin iyi bir şey olarak tanımlanmasını anlamakta zorlanıyoruz. Kendi durumumun gösterdiği gibi, Marksistlerin kötülük kavramını reddetmeleri gerekmiyor ama jameson ve bazı solcular bunu yapıyorlar çünkü ahlakı ahlakçılıkla karıştırıyorlar. Bu açıdan da, ironiktir, Amerika Ahlaklı Çoğunluk Derneği’nin destekçileriyle benzeşiyorlar. Ahlakçılık, ahlaki yargıların, daha dünyevi konuların oldukça uzağında, kendilerine ait kapalı bir nüfuz alanında var olduğuna inanmaktır. Bazı Marksistlerin etik kavramının kendisinden rahatsız olmalarının sebebi budur. Bu onlara tarih ve politika kavramlarından uzaklaşmak gibi gelir. Ancak bu bir yanlış anlamadır. Doğru tanımlandığında ahlak düşüncesi bütün bu unsurları beraber inceler. Bu, Aristo’nun ahlak kuramı kadar Hegerin ve Marx’ın ahlak kuramlan için de geçerlidir. Ahlak düşüncesi politik düşüncenin alternatifi değildir. Aristo’ya göre ahlak düşüncesi politik düşüncenin sadece bir parçasıdır. Etik düşüncesi değer, erdem, insani özellikler, insan davranışının doğası ve benzer meseleleri irdelerken, politika böylesi insan davranışlarının gelişmesine ya da bastırılmasına olanak sağlayan kurumlarla ilgilenir. Bu bağlamda özel ve kamusal arasında aşılmaz bir uçurum yoktur. Ne ahlak sadece kişisel hayatla bağlantılıdır, ne de politik olan sadece kamusal hayatla …”
Tavsiye Sohbet
Tavsiye makale
- Kötülük’ün zıddı İyilik değildir…
- Kötülüğün Sıradanlığı: Adolf Eichman ve Raci Tetik
- Kötü insan nasıl üretilir?
- Kötülük Güzel olabilir mi? – C.Baudelaire’in şiirleri, O.Dix’in gravürleri
- Çocukların cinsel istismarı
- Cezaevleri okul olsun !
- Fahişelik, şehitlik ve özgürlük
- Şans, Kader, Özgür İrade ve Zaman(3)
- Kötülüğün çirkin ama gerçek yüzüne…
- Erik ile röportaj
- Haneke’nin Beyaz Kurdele’si
- Kötülüğün Sıradanlığı / Hannah Arendt
- Kötülük / mal / evil / شر
- Karanlık / Zulmet / Darkness / Obscurité / الظلام
- İnsan Öldürenler Sevilmeye Muhtaçtır
Tavsiye Kitap
“Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?”(Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)
“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan, Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz.
Gurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”
Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.
Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi, buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Sen insansın, homo-economicus değilsin!
Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz Adam, James Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor. Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…
Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.