KGB’nin kayıp hazinesi…
By my on Oca 23, 2020 in Aforizmalar, Rusya
- Günümüz dünyasını şekillendiren bir hazine avı… Rusya’da komünist rejim çökerken 60 ton altın, 8 ton platin, 150 ton gümüş, milyonlarca karat elmas ve yüz milyarlarca dolar kayboldu. Düşük verimli yatırım araçlarıyla bile bugün trilyonlara ulaşması muhtemel bir meblağ. Bu para şimdi nerede ve kimin elinde?
- Bugünkü Rusya’ya bakarak izini sürelim: Putin bir istisna değil. Bugün Rusya’daki bütün kilit noktalarda Sovyet KGB’sinin devamı olan FSB’nin adamları var: Petrol ve gaz, silah üretimi ve ticareti, bürokrasi, endüstriyel şirketler, bankalar, medya patronları…
- KGB, bugünkü adıyla FSB, devlet içinde paralel bir devlet gibi. Sıradan insanlara uygulanan hukuk mekanizmalarının üstünde, çok da gizli olmayan bir el, KGB’yi rahatsız edenleri bir bir ortadan kaldırıyor. Meselâ?
- 2 Mart 2007’de Commersant (Коммерса́нтъ) gazetesinde çalışan İvan Safronov (Иван Иванович Сафронов), alış-veriş çantalarıyla Moskova’daki evine geldi. 4cü kattaki evin penceresi ardına kadar açıldı ve gazetecinin cansız bedeni kaldırıma çakıldı.
- Ölümünden kısa bir süre önce, Şubat 2007’de Abu Dabi Emirliği’ne giden İvan Safronov, burada Rusya’nın İran ve Suriye’ye sattığı Su-30 et MiG-29 av uçakları ile füzeler üzerine araştırma yapıyordu.
- Rus gizli servisi FSB (eski KGB), İvan’ı “ulusal güvenlik” sahasına girmemesi için uyardı. FSB’ye göre bu dosya, uluslararası bir skandal başlatabilirdi. İvan bu tehdide rağmen gazeteye telefon ederek makalenin bitmek üzere olduğunu söyledi. 3 gün sonra intihar ettirilecekti…
- İvan Safronov için sipariş edilen intiharın(!) Anna Politkovskaya cinayetindeki gibi bir muhalifin ortadan kaldırılması zannetmeyin; mesele daha derin. Nedir?
- İvan Safronov meslekten gazeteci değil; ordudan ayrılmış eski bir asker. Haliyle ordudan bilgi sızdırması oldukça kolaydı. Polis “intihar” dedi; gazetecinin yakınları ise “intihar etmeden önce kimse alış-veriş yapmaz” diyerek itiraz ettiler. Göstermelik bir soruşturma ile olay kapandı.
- Rus gizli servisi FSB, eski KGB’nin devamıdır. Sadece yöntem değil, kurumsal yapısı, yöneticileri, devletle olan ilişkileri de KGB’nin uzantısıdır. Kesilen bir ağacın kökünün yeniden yeşermesi gibi Rusya da Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra KGB’nin “köklerinden” yeşerdi.
- Rusya tarihini bilen okurlarımız, KGB’nin başka isimlerle çarlık döneminde de yaşadığını biliyorlardır. Biz bilmeyenleri meraklandırmak için şu bilgiyi verelim: Stalin ile ünlenen ve “gulag” denen toplama kampları da komünizm ile başlamadı; çarlık döneminin mirasıdır.
- Yani İvan Safronov cinayetiyle örtüsü açılan el, Putin’i değil Rus devletini savunuyordu. Bu elin sahiplerini yakından tanımak için 18 Mayıs 1967’ye gidelim; Yuri Andropov’un KGB genel sekreterliğine atandığı güne. Andropov bu zor görevde 15 yıl kalacaktı!
- Yuri Andropov, Rus devletini içeriden, derinden seyretmek için en uygun noktada bulunuyordu… Ve Sovyetler Birliği’nin dağılacağını herkesten önce, Afganistan savaşında (1979) anlamıştı. ABD’nin saldırgan kapitalizmi karşısında planlı ekonominin, ağır Sovyet bürokrasisinin hiçbir şansı yoktu.
- Andropov’un Rus devletini “kurtarma” stratejisi, batan gemiden ayrılacak bir filika hazırlamaya benzetilebilir. Kıyıya varmak için gerekli ne varsa kayığa konmalıydı: Pusula, kürekler, yelken, yiyecek, ilaç ve tabi… En iyi denizciler!
- İşte bu filika KGB olacaktı. Komünist Rusya dağılırken bir iç savaş çıkabilirdi. Etnik çatışmalar memurların ihaneti… hatta ordu bile dağılabilirdi. Bu şartlarda devletin varlıkları da kapanın elinde kalacaktı: Altın rezervleri, petrol, platin, elmas, gümüş, bakır satışından gelen dövizler…
- Sovyet gizli servisi KGB’nin genel sekreteri Andropov, dağılması kesin olan Rusya’nın yeniden ayağa kalkabilmesi için büyük miktarda bir parayı Rusya dışında stoklamaya başladı. Nasıl?
- Sovyetler Birliği döneminde KGB, Rusya dışındaki komünist parti, dernek ve sendikalara para göndermek için paravan şirketler kurmuştu. Altın, gümüş, platin, elmas gibi hammaddeler gerçek değerinin çok altına verilir; sonra firma bunları gerçek değerinden satarak muazzam kâr ederdi.
- Bu şirketler, mevzuatın gevşek olduğu Yunanistan, Güney Kıbrıs, İsviçre, Liechtenstein’da kurulmuştu. Kolaylıkla yapılan bu kârlar, iz bırakmadan para aktarabilmek için İsviçre’deki anonim hesaplarda toplanıyordu. Neden?
- Hesap numarasını ve şifresini bilen KGB ajanı, kimlik göstermeden para çekebiliyor ve başka bir ülkeye para gönderebiliyordu. KGB genel sekreteri Andropov işte bu sistem ile filikayı doldurmayı düşündü. Fakat sistem yetersizdi. Neden?
- Sovyetlerin çöküşünden önce adeta dipsiz kuyuya atar gibi para yollanan bu kanalları güvenli para depolarına dönüştürmeli ve sermayenin aşınmasını engellemek için kapitalistler gibi kâr etmeliydi. Yani “Rus devlet kapitalizmi komünizm çökmeden doğmuştur” desek yalan olmaz!
- Peki Andropov bu milyarları yönetecek olan Rusların liyakatinden ve sadakatinden nasıl emin olabilirdi? Olamazdı. İş dünyasına aşina kişiler seçildi ve bunlar devlet eliyle zengin edildi. Boris Berezovsky gibi ihanet edenler KGB’ye has yöntemlerle halledildi.
- Aslında Sovyet dönemindeki yolsuzlukların bir devamıydı bu işler. Yani “kapitalizm komünistleri bozdu” demek doğru olmaz. Komünist dayanışma için kurulan bir para kanalı vardı ama bal tutan parmağını yalıyordu. Rusya’yı kurtarma harekâtında da aynı şey oldu.
- Tabi bu mekanizma, 100 milyar doların üzerinde bir parayı Batı ekonomisine enjekte etmeye başlayınca Atlantik çetesi işkillendi. Vergi cennetlerinde açılan hesaplar 7000’i geçmişti. Batı’nın gizli servisleri CIA, MI6, BND, DGSE kimi takip edeceklerini şaşırdılar.
- Batılıların çok sık kullandığı taktiklerden biri gazeteci maskesi takmış ajanlardı. Bunlar, ekonomi gazeteciliği yapar gibi görünüp istihbarat topluyorlardı. En ünlülerinden biri Paul Klebnikov idi. “Gazeteci” Klebnikov, Forbes dergisinin Rus baskısını paravan olarak kullanıyordu.
- Komünizm sonrası kaos ortamında birden bire milyarder olan eski KGB ajanlarını “Rusya’nın en zengin 100 adamı” diye bir bir deşifre eden Klebnikov, Moskova’da sokak ortasında kurşunlandı… ölmedi. Fakat…
- Fakat ağır yaralı Klebnikov’u hastahaneye götüren ambülansa oksijen tüpü koymayı “unutmuşlardı”. Hastahaneye geldikten sonra ameliyathaneye götürürken asansör “bozuldu”; cerrahî müdahale gecikti ve Klebnikov öldü… Talihsizlik… Yersen!
- Geçelim… Gorbaçov zamanında bu müstakbel sadık zenginleri üretme çiftliği olarak Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin gençlik yapılanması seçildi yani Komsomol (Rusça: комсомол). Bu operasyon, bir kapitalizm okulu ve laboratuarı olacaktı.
- Ünlü petrol devi Mikhail Khodorkovski’nin de (Михаил Борисович Ходорковский) bu üretme çiftliğinden çıktığını söylersek, sanırız meselenin boyutu daha iyi anlaşılır. Tabi “doğru yoldan” çıkan Khodorkovski, KGB’nin şefkat tokadını yedi ve şirketi Yukos’a (ЮКОС) el kondu; uzun hikâye…
- Bir başka çarpıcı örnek Alex Konanykhin (Александр Павлович Конаныхин) ve Yeltsin döneminde kurduğu Russian Exchange Bank’a bütün döviz operasyonlarının tekelinin verilmesi. Konanykhin, 25 yaşındayken 100’den fazla şirketin de sahibiydi. Çok yetenekliydi… Yersen!
- CIA ajanı Richard Palmer’a göre KGB, devasa finansal operasyon için şu adımları attı: 1) Ticaret ve bireysel(!) sermayeyi yasallaştırmak; kooperatif ve yandaş şirketler kurmak. 2) Torpilli ihracat ve döviz ticaretiyle dışarıda sermaye birikimini oluşturmak; …
- … 3) Batı’da Rus ortaklı şirketler kurmak; finansal spekülasyon için vergi cennetlerinde yatırım bankaları kurmak; 4) Kârlı ve saygın Batılı şirketlere ortak olmak hatta satın almak.
- Rusya dışına aktarılan paraların anonim hesaplarda saklandığını söylemiştik. Bu hesap numaralarını ve para çekmek için gerekli şifreleri bilen bir avuç bürokrat vardı. Bunlardan biri Komünist Parti hazine müdürü Nikolay Kruçina idi (Николай Кручина).
- Kruçina, rejimin düşmesinden sonra, KGB’nin planladığı gibi dışarıdaki paraları Rusya’ya geri getirecek anahtar kişiydi. Ama bir gün camdan düşerek intihar ettirildi. 15 dakika sonra askerler gelerek cesedi yok ettiler. Polis evi mühürledi. Neden?
- Hazine müdürü Kruçina, Gorbaçov’un emriyle İsviçre bankalarına milyarlar yığmaya başlamıştı. Yani Gorbaçov da Rusya’nın istikbali konusunda pek iyimser değildi. Dönemin finans bakanları Valentin Pavlov ve Vladimir Orlov sahte pasaportla Avrupa’ya gidip varlık transferi yaptılar.
- Burada biraz durup düşünelim: 100 – 200 milyar $ değerindeki finansal varlıklar Avrupa bankalarına yatıyor. Bunlar gizli hesaplar ve erişim bilgisi çok az insanın elinde. Rus hazinesinin anahtarını elinde tutan bu insanlar, birbirlerini öldürüp hazineye el koymak istemiş olabilirler. Ama…
- Avrupalılar için de durum aynı değil mi? Düşünün, İsviçre’deki bir bankanın müdürüsünüz. Kriz halindeki bir ülkenin bütün zenginliği sizin bankanıza yatıyor. Miktar, hesap numaraları ve şifreler sizin elinizde. Eğer Rus müşteriniz ölürse bütün paraya el koymanıza kim engel olabilir?
- Bu size fantezi gibi görünüyorsa Osmanlı altınlarına el koyan İngiliz ve Fransız bankalarını araştırın. Osmanlı’ya satılan, parası peşin ödenen ama teslim edilmeyen savaş gemileri meselâ. Daha yakın bir örnek: Fransızlar Humeyni tarafından devrilen İran şahı Pehlevi’ye …
- Nükleer santral, askerî malzeme ve teknoloji satmış; parasını peşin almış ama hiçbir şey teslim etmemişlerdi. Alacaklı durumundaki şah devrilince Fransa kendi borcunu sildi ve milyarlarca $ cebe attı. Humeyni darbe gününe kadar hangi ülkede saklandı? Fransa! Tesadüf? … Yersen!
- Evet, Rus hazine müdürü Kruçina’yı öldürenler, belki KGB içindeki hırsızlardır ama Avrupalı bankacılar da bu işten o kadar kazançlı çıktılar ki… Üstelik Boris Yeltsin bu paraları geri almak istediği zaman Avrupa bankaları reddettiler. Tesadüfe benzemiyor…
- Sonra Kruçina’nın öldüğü günlerde bu parayı bilen 4 kişi daha intihar(!) ettirildi: Boris Pugo, Sergei Akhromeyev, Georgy Pavlov ve Dmitry Lisovolik.
- Peki Yeltsin ve saz arkadaşları pes ettiler mi? Hayır. 1992’de Başbakan Yardımcısı Y. T. Gaidar, “Yetkililer kendilerini zengin etmek için kamu mallarını sattılar.” diyerek KGB ekibini yolsuzlukla suçladı ve yurt dışına kaçırılan para için soruşturma başlattı.
- Yeltsin, Mart 1992’de dünyanın en büyük detektiflik şirketinden, 3000 kişi çalıştıran, yıllık 1 milyar $ ciro yapan Kroll Associates’ten yardım istedi. Amaç? 1991 darbesinden önce Rusya’dan çıkarılan parayı bulmak. Peki Kroll neler yaptı ve ne buldu?
- 15 Mart 1992’de Rus hükümeti Rusya’dan tüm sermaye çıkışlarını dondurdu. Nisan 1992’de Kroll, Moskova’daki Kroll çalışmalarına başkanlık eden Joseph Serio ile soruşturma başlattı. Ayrıca, Kroll başkan yardımcısı Joseph Rosetti de yardımcı olmak için Moskova’daydı.
- Kroll, 1991 yılında 14 milyar doların Ağustos 1991 darbesinden önce İsviçre’den New York’a transfer edildiğini belirledi. Ayrıca, eski Sovyetler Birliği Komünist Partisi ve KGB gibi diğer devlet kurumları 2014 yılında 40 milyar dolardan fazla parayı Rusya dışına aktarmıştı.
- Vnesheconombank’ın varlıkları soruşturma sırasında donduruldu. Bununla birlikte, Kıbrıs’taki İngiliz Barclays Bank, Saint Petersburg ve Moskova’daki kamu görevlilerinin gizli para transferleri için kara para aklama sistemlerini kullandı.
- Hükümetin başmüfettişi Valery Makharadze’ye göre, Rusya’dan sermaye çıkışlarına yasadışı bir yol sağlamak üzere Leningrad Joint Ventures Association ve KOLO gibi birçok anonim şirket kuruldu.
- Kroll raporuna göre çok sayıda bürokrat ve eski KGB yetkilisi, önde gelen komünistler ve savunma sanayi sorumluları, parti merkez komitesi yöneticileri birden bire zengin Rus oligarkları oluverdiler. Bunların arasında Oleg Belyakov ve Leonid Kravchenko da vardı.
- Kroll Associates başkanı Jules Kroll, büyük sermaye çıkışlarıyla yüzlerce yasadışı işlemi ortaya çıkardı. Fakat Avrupalı ve Amerikalı bankacılar izi bulunan paraları geri vermediler. Oysa “mevduatı” kaybetmeden resmî Rus devletine ait hesaplara aktarabilirlerdi parayı. Neden direndi bankalar?
- Bunun birkaç sebebi var ki günümüz dünyasına da şekil veriyor: 1) Bu paraları geri vermek, söz konusu bankaların her türlü suç örgütüne hizmet ettiğini, kara para akladığını itiraf etmek olurdu; 2) 1967’de KGB genel sekreteri olan Andropov’dan beri “kaçırılan” para işletiliyordu. Yani?
- Meselâ 1982’de çıkan 1 milyar $, orta kalite yatırım araçlarıyla bile 1991’de birkaç katına çıkmış olabilirdi. Kısacası, 1991’de birkaç yüz milyar $ paranın Avrupa ve ABD bankalarından çekilmesi, mutlaka bir ekonomik kriz tetiklerdi. Yani bankalar ve Kroll muazzam bir baskı altındaydı.
- Netice? Öncelikle Rusya’dan kaçırılan bu sermaye, Yeltsin’in ikinci dönemindeki ekonomik çöküşü tetikledi ve Vladimir Putin’in önünü açan kriz ortamını hazırladı. KGB’nin bağlantılarını çok iyi kullanan Putin, bu sermayenin önemli bir kısmını kontrol altına aldı. Ama…
- Ama bu kontrolün amacı, parayı Rusya’ya geri getirmek değil, Batı’da siyasî amaçla kullanmaktı. Meselâ Avrupa’daki bütün ırkçı partiler, Moskova’dan finansal destek almaya başladılar. ABD’de başkan adaylarına destek, lobicilik, medya ve STK faaliyetleri…
- Tabi bu zenginliğin emanet edildiği çakma zengin Ruslar bazen Moskova ile göbek bağlarını kesmeye çalışıyorlar. Biraz şöyle düşünüyorlar: “KGB bana 50 milyon $ verdi; ben ise o parayı işlettim; 1 milyar yaptım. 50 milyonu geri vereyim ama aradaki fark, yani rant benim hakkım”.
- Tabi bu cüreti gösterenlerin arkasında istisnasız Batı servisleri var. Çünkü ömürlerinin geri kalan kısmını çelik kapıların, yakın koruma görevlilerinin arkasında geçirecek olan bu “zenginlerin” KGB’den korunması gerekiyor.
- KGB’nin gözünde ise “Merkez” ile bağını koparmaya çalışan zenginleri ortadan kaldırmak gerekiyor. Meselâ Mikhail Khodorkovski ve Alex Konanykhin’in ortaklarından Sergei Majorov, Fransa’daki evindeki zırhlı kapının arkasından kurşunlandı.
- Tabi Alex Konanykhin gibi “cici çocuklar” da var. Bu yandaş iş adamları, öldürülenlerin tersine KGB’nin ilişkilerinden istifade ediyorlar. Konanykhin, FBI ve CIA ile başı derde girince KGB tarafından kurtarıldı.
- Khodorkovski ve Berezovski’ye vurulan tokatlar medyaya yansıdı ama gerçekte 1990’larda öldürülen ve intihar ettirilen yüzlerce Rus “bankacı” var.
- Orantısız güç kullanılarak ortadan kaldırılan İvan Kivelidi (Иван Кивелиди) bunlardan biriydi. Organofosfor sınıfı bir madde ile zehirlenip öldürüldü. Kısa bir süre sonra sekreteri, bir ay sonra bürosuna giren polisler ve nihayet otopsi yapan doktor da zehirlenerek öldü.
- Bundan sonra ne olur? Bu hazinenin Rusya’ya geri dönmesi ne mümkün ne de istenen bir şey. Rus devlet kapitalizmi, Amerikan kapitalist devleti ile birleşti. Yani? Eskiden şirketler Rus devletine aitti. Amerika’da ise devlet, 40 şirketin elinde oyuncaktı. İşte şimdi bu güçler sembiyoz halinde.
- Bir başka deyişle, Ruslar Amerika ile savaşmıyor. Her iki ülkede birbiriyle çarpışan “iç güçler” var ve bunlar menfaatleri icabı, Rus veya Amerikan olmasına bakmaksızın, her güç ile geçici ittifaklar yapabiliyorlar: Banka, yazılım şirketi, bakanlık, gizli servis, ordu mensubu, petrol şirketi…
- Bu bakımdan Soğuk Savaş sonrası yeni dünya “düzeni” ortaçağ Avrupasındaki derebeyliklere, Moğol istilası sonrası Anadoluya, Shogunların Japonyasına benziyor. Siyasî dengeler, güçlü krallıklar veya demokratik ulus-devletlerin değil, küresel derebeylerin arasında kuruluyor.
- KGB’nin hazinesi? Bu para “çalındığı” dönemdeki miktarına kıyasla kat kat büyüdü; küresel finans sisteminin kılcal damarlarına kadar girdi. Fransa’nın ikinci partisi FN (Ulusal Cephe) bile seçimlerden önce Putin’e “yakın” bankalardan on milyonlarca $ destek alabiliyor.
- FN’in başkanı Marine Le Pen Kırım konusunda Putin’e destek verirken, CIA Ukrayna’daki neo-nazi çeteleri Rusya’ya karşı örgütlüyor hatta silahlandırıyor.
- Yarın ne olur? Düşük yoğunluklu sürekli savaşın sürmesi için “yeterli ve gerekli” şartlar oluşmuş durumda.
Tavsiye okumalar…
- Sistem bozuk değildir, bozuk artık sistemdir!
- Dikkat Kitap: Savaş Meydanda Değil Masada Kazanılır
- Dikkat Kitap: Banka Ordudan Tehlikelidir
- Dikkat Kitap: Liberalizm Demokrasiyi Susturunca…
Edebiyat, Sinema, Siyaset, Sanat tarihi, Mimarî, Ateizm, Kemalizm, İslâm, Kadın hakları, Feminizm, Tarih, Felsefe… Bugün 84 kitap var. Yakında yenileri eklenecek, bu sayfayı takip edin…
Bu kitap, Fikir Kırıntıları-7, Derin Düşünce’nin sosyal medyada paylaştığı mesajları kitaplaştıran derlemelerin yedincisi. Gayemiz, dayatılan sahte gündemlerden kaynaklanan ufuk daralmasını engellemek, merak uyandırmak ve okurlarımızı araştırmaya teşvik etmek. Fikir Kırıntıları-7’nın sorguladığı 21 konu şöyle:
- 4 başkan öldüren muz cumhuriyeti ABD’nin sindirim sistemi nasıl çalışır?
- Sivil nükleer riskler
- Rus derin devleti nedir ve nasıl çalışır?
- F-35 savaş uçağına ve Amerika’ya ne kadar güvenebiliriz?
- Sinemada siyasî propaganda nasıl yapılır?
- Alman derin devleti neden Almanya’ya hizmet etmiyor?
- Kore savaşı hakkında çok bilinen yalanlar ve az bilinen gerçekler…
- İsveç bir ileri demokrasi midir yoksa işgal altında bir sömürge mi?
- Fransa’nın Suudi Arabistan’a sattığı biyolojik silah laboratuarının Yemen’deki salgın hastalıklarla ilgisi ne?
- Putinizm, küresel sermaye ve Rus savunma refleksi
- F-35 gerçekten hayalet mi? Görünmezlik nedir ve nasıl çalışır? “görünmez” denen uçak nasıl görüldü ve vuruldu?
- Doğal gazı savaş sebebi haline getiren sebepler nelerdir?
- 2ci dünya savaşında temelleri atılan küresel sistem: Hitler, dolar ve altın
- Amerika’nın virüsle sivillere saldırdığı gün…
- İngilizlerin Fransa yüzünden 9 gemi kaybettiği savaş
- Silah Ticareti: Ambargo nasıl delinir? Kimyasal ve biyolojik silah nasıl el altından satılır? Soykırım yapan diktatörlere gizli yardım nasıl gönderilir?
- Amerika’nın Fransızları laboratuvar faresi gibi öldürdüğü gün…
- İtalyan mafyası Avrupa Birliği fonlarına nasıl el koydu?
- Uluslararası silah ticareti nasıl çalışır?
- İnsanları kullanan bencil manipülatörler kimdir?
- ABD’de gerçekleşmiş bir darbe girişimi
Kitabı PDF formatında indirmek için buraya tıklayın.
Elinizdeki bu kitap, Derin Düşünce’nin sosyal medyada paylaştığı mesajları kitaplaştıran çalışmaların altıncısı. (Buradan indirebilirsiniz) Maksadımız, iş hayatındaki uzmanlaşmadan kaynaklanan ufuk daralmasını engellemek, merak uyandırmak ve okurlarımızı araştırmaya teşvik etmek. Kısacası, bahsettiğimiz konuları derinleştirmek isteyenler makale ve kitap okuyarak kendilerini geliştirmeye devam etmeliler. Fikir Kırıntıları-6’nın sorguladığı meseleler şunlar:
- Savunma enerji sektöründeki stratejik şirketlerimiz güvende mi?
- Türkiye neden uçak motoru yapamıyor?
- Neden Kürtler hedefteydi? Yeni bir Halepçe olur mu?
- Uygurlar için ne yapılabilir?
- Banka nedir; nasıl çalışır; nasıl çalışmalıdır?
- S-400 füzesi, ABD darbelerini engellemek için kullanılabilir mi?
- ABD bir hukuk devleti midir?
- Gerçekler hakikaten var mıdır?
- 3cü dünya savaşı: Ne zaman başlar? Kaç yıl sürer? Nasıl biter?
- Vatikan’ın kaç parası var? Nerede saklı? Vatikan bu parayla ne yapıyor?
- Bireysel silahlanma Türkiye’ye uyar mı?
- Frankenstein ve Marx
- Nobel ekonomi ödülü mü yoksa soytarılık mı?
- Abdülhamid neden Osmanlı’nın çöküşünü engelleyemedi?
- Geleceğin savaşları neye benzeyecek?
- Savaşan robotlar askerlerin yerini alacak mı?
- Amerika nükleer silahlarına sahip çıkamıyor
- Veri politikası
- Ruhr Kızılordusu ve Alman işçi isyanı
Sosyal medyaya en çok yöneltilen eleştirilerin başında yalan haberlerin yayılması ve kısa mesajlar yüzünden fikirlerin sloganlaşması geliyor. Haklı mı bu eleştiriler? Gerçekte “ana akım” denen gazete ve televizyon kanalları, sosyal medya fenomenlerinden daha dürüst değiller. Çünkü patronların veya arkalarındaki ulus-devletlerin propagandasını yapıyorlar. Bunların yalan haberden yakınmaları bile yalan. Gerçekte, yalan tekelini kaybetmiş olmanın üzüntüsü içindeler.
Gelelim ikinci eleştiriye. Siyasî, ekonomik ve hukukî sorunlar 5-10 kelimeye, birkaç görsele sıkışıp kalıyor. Bu doğru. Ancak sosyal medyanın “hafifliği” ve sür’ati sayesinde resmî tarih ve resmî ideoloji kolaylıkla tartışmaya açılabiliyor. Burada elbette sloganların ve uydurma komplo teorilerinin girdabına kapılma riski var. Evet… Elinizdeki bu kitap, Fikir Kırıntıları-5, Derin Düşünce’nin sosyal medyada paylaştığı mesajları kitaplaştıran çalışmaların beşincisi. Az önce bahsettiğimiz tehlikelerden yani yalan haber, sloganlaşma ve paranoyak teorilerden korunmak için çok sayıda kitap ve makale tavsiye ettik. Eğer sosyal medya mesajları gerçeğin kendisi gibi değil bir sorgulama fırsatı gibi kullanılırsa kemikleşmiş korkular ve önyargılar bir çırpıda yokedilebilir. Bizim de amacımız bu zaten. Kısacası, bahsettiğimiz konuları derinleştirmek isteyenler makale ve kitap okuyarak kendilerini geliştirmeye devam etmeliler. Fikir Kırıntıları-5’in sorguladığı meseleler şunlar (Buradan indirebilirsiniz):
- Algı operasyonu nedir?
- Çocuklara tecavüz önlenebilir mi?
- Türkiye’nin algı operasyonlarında gol yemesinin sebebi parasızlık değil vizyonsuz ve çapsız bürokratlardır.
- Casus kurtarma operasyonu nasıl yapılır?
- İnterpol bir suç örgütüne mi dönüşüyor?
- Ateşin haberini almak ile yanına oturup ısınmak arasındaki fark nedir?
- Kur’an’ı herkes kendi aklıyla anlayabilir mi?
- Devletler neden terör örgütlerinin para hareketlerini takip edemiyor?
- Rabıta nedir?
- Endüstri 4.0 ile Bilgi Teknolojileri Endüstriyi Tahakküm Altına Alabilir
- İslâmî devlet olur mu?
- Yurt dışında okumaya veya çalışmaya gerçekten hazır mısınız?
- Recep Tayyip Erdoğan ve Ak Parti üzerine dobra dobra
- Yapay Zekâ: Tehditler ve Fırsatlar
- Ölümsüzlük üzerine…
- Tarihî propaganda ve ideolojik çarpıtmalardan nasıl korunalım?
- Çevik yazılımda 9 tuzak ve 9 çözüm
- Artık doktorun gözünde hasta değil müşterisin!
- Benzinli arabadan elektrikliye geçerken… Fırsatlar ve tehditler…
“3 tarafı deniz, 4 tarafı düşmana çevrili cennet vatan” paranoyası neden üretildi? Çağdaş ve laik Türkiye’nin evlâdı, Kavala yahut Halep’te yatan dedesinin mezarına bile pasaportla gidecekti. Eskiden vali gönderilen yerlere şimdi büyük elçi atanıyordu. Churchill’in dediği gibi “iki petrol kuyusunun etrafına sınır çizen” İngiliz, bir gecede ülkeler icad edilmişti. Ama Kemalist millî(!) eğitimin iğdiş ettiği beyinler bunu sorgulamaktan aciz. Körfez ülkeleri, Basra yolunun, İsrail, Doğu Akdeniz’in petrol tıpası olacaktı. Türkiye hem Rusya’nın güneye doğru genişlemesini engelleyecek hem de Bakü petrolünün Avrupa’ya ulaşıp fiyat kırmasına mani olacaktı. Diğer yandan Lazkiye ve Hayfa’dan dünya piyasalarına erişen Musul ve Kerkük petrolü bir gün pekâlâ Türkiye’den geçip İskenderun’a akabilirdi ve bu da Londra için büyük bir risk unsuruydu.
Kısacası, Britanya için gerçek tehdit güçlü bir ordu veya zengin devletler değil Türklerin uyanıp kim olduklarını hatırlamalarıydı. Şu halde dünya petrollerinin %60’ına çökmüş, Afika ve Asya’yı sömüren İngilizler için yapılacak tek bir şey vardı: Kullanışlı aptallar yetiştirecek bir eğitim sistemi kurmak ve bunu Türklere “millî eğitim” diye yutturmak.
Eğitimle ilgili sorunlarımız nasıl düzelir? Yahut birgün düzelir mi? Elinizdeki bu kitapta Ufuk Coşkun Kemalist eğitimin sorunlarına işaret etmekle kalmıyor, bir yandan çözümler önerirken bir yandan da millî eğitimin ideolojik, tarihi ve kültürel arka planını gözler önüne seriyor. Milat Gazetesi yazarı, bolgepostasi.com Genel Yayın Yönetmeni Ufuk Coşkun’u televizyondaki tartışma programlarından ve eğitim konulu çalışmalarından tanıyorsunuz. Bizzat eğitim dünyasının sorunlarını içeriden yaşayan Coşkun aynı zamanda “Kürdüm Doğruyum Çalışkanım” ve “Yeni Sömürgecilik ve Bağımsız Sivil Toplum Kültürü” kitaplarının da yazarı. Ufuk Coşkun’un “Kemalist Eğitimin Zararları” adlı kitabını buradan indirebilirsiniz.
(Son güncelleme: 4cü sürüm, 12 Ocak 2019)
Petrolün fiyatının 50$ üzerinde kalması için yılda ortalama 75.000 insanın ölmesi gerekiyor. Süveyş kanalının Mısır tarafından kamulaştırılması, petrol krizleri, 6 sün savaşı, İran-Irak savaşı, Irak’ın işgali ve Suriye… İnsan kanıyla para basan bu makine 50 senedir asker, sivil, kadın çocuk demeden insan öğütmeye devam ediyor. Nasıl? 1ci Dünya Savaşı tarihteki ilk küresel karbon savaşı oldu. Kömürle beslenen fabrikalar kömür ve petrolle işleyen makineler ürettiler ve insanın öldürme kapasitesini binlerle çarptılar. Ama makineler savaşta insanın yerini almadı. Bunun yerine daha çok insanı daha hızlı şekilde cepheye göndermek için kullanıldı. Cepheler genişledi ve muharebeler uzadı. Alman-Fransız sınırındaki zengin kömür yataklarından İslâmistan’daki petrol kuyularına uzanan savaşta insanlar karbon için öldüler, öldürdüler. Petrolcüler, kömürcüleri yendi. Endüstrileşen savaş sadece savaş makinelerinin değil üretim, sevk ve idare kapasitelerinin de savaşıydı. Elinizdeki 55 sayfalık bu e-kitap şu sorunun cevabıdır: İnsan kanıyla para basan bu makine nasıl çalışıyor? Buradan indirebilirsiniz.
Savaş Meydanda Değil Masada Kazanılır
Dünya ticaretinin %80’i denizden yapılıyor. Ülkelerin hayatta kalması yani gıda ve enerji tedariki için deniz yollarına erişmeleri şart. Panama, Süveyş, Malaka ve Cebelitarık gibi bütün stratejik noktalar ABD, Britanya ve Fransa’nın kontrolünde. Bu üç devlet istedikleri ülkenin ekonomisini petrolsüz ve dövizsiz bırakıp boğabilecek bir güce sahip.(Bkz. Petro-dolar sistemi)
Komplo teorisi mi? Değil, her şey ortada: Akademisyenler, amiraller, bakanlar ve diplomatlar, doktrinlerini açık açık yazmışlar ve yazdıklarını harfiyen tatbik etmişler: Alfred Mahan, Halford Mackinder, Nicholas Spykman, Zbigniew Brzezinski, Edward Luttwak, Samuel Huntington, Joseph Nye, David Peraeus, Henry Kissinger… Jeopolitiğin bu ünlü isimleri, İngilizlerin ve Amerikalıların dünyaya sürekli hükmetmesi için neler yapılması gerektiğini her ortamda açıkça ifade etmişler. Tabi bu tahakküme bir takım kılıflar uydurulmuş: Önce Hristiyanlık, sonra üstün(!) beyaz ırk ve nihayet serbest ticaretle demokrasi adına verilen bir mücadele gibi gösterilmiş. Yani sınır tanımayan Anglo-Saxon şiddetine, ideolojik meşruiyet zeminleri ihdas edilmiş. Ama değişen ideolojilere ve teknolojinin ilerlemesine rağmen 150 yıldır değişmeyen jeopolitik sabitler var. 21 harita ve 11 makaleden oluşan bu kitap, Anglo-Saxon hakimiyetini mümkün kılan şartları ve Avrasya’nın kurtuluş yollarını sorguluyor. Coğrafî engellerden ekomik savaş araçlarına ve psikolojik harbe kadar… Kitabı buradan indirebilirsiniz.
İslâm coğrafyasında sürüp giden petrol savaşları deniz yollarından ayrı düşünülebilir mi? Sudan petrolünü Çin’e taşıyan yol Yemen ve Malaka boğazından geçiyor. İran ve Arap petrolünü Avrupa’ya taşıyan yol ise Mısır’daki Süveyş kanalından. Akdenizi’in Atlantik kapısı olan Cebelitarık ve Pasifik’i Altantik’e bağlayan Panama da aynı “uygarların” kontrolünde. Bütün deniz yollarını kontrol eden bu ülkeler hem Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde veto hakkına sahipler hem de dünyadaki silahların %90’ını üretip satıyorlar. Ve aynı ülkeler sürekli dünya barışı ve özgürlük için çalıştıklarını söylüyorlar! Kendisini dünyanın mâliki gibi gören bu “uygarlığın” önüne çıkan liderler öldürülüyor, ülkeler işgal ediliyor, hükümetler darbe ile, halklar ise terörle “terbiye” ediliyor. Evet… Bu konulara odaklanan Fikir Kırıntıları serisinin 4cü kitabını ilginize sunuyoruz. Konu başlıkları şöyle:
- Bazı çocuklar çikolatadan nefret eder!
- Lityum savaşları başladı!
- Savaşsızlık, barış değildir!
- Bilimsellik aklın emaresidir; bilimcilik ise akılsızlığın!
- Denizlere hâkim olanlar nasıl dünyaya hâkim oldular?
- Modern savaşlarda neden insan değersizleşiyor?
- Teröre karşı sıradan vatandaşların yapabilecekleri 3 şey
“Fikir Kırıntıları-4” adlı e-kitabı buradan indirebilirsiniz.
Savaş bir şiddet hareketidir ve bu bilkuvve (potansiyel) şiddetin sınırı yoktur. İnsanlık olarak sürekli savaşmıyorsak bunun sebebi yüksek ahlâkımız(!) değil menfaatlerimizdir. Ancak savaşı sonuçlarından tecrid ederek, sağlıklı bir şekide düşünmek kolay değil. Çünkü yol açtığı ölümler ve maddî zarar o kadar büyük ki her ne pahasına olursa olsun kaçınmak gereken bir anormallik veya uluslararası ilişkilerde bir aksama gibi görünüyor. Oysa her savaşsızlık hâli barış değil; geçici bir ateşkesten ibaret. (Bkz. Barış / Sulh / Peace / Paix / صلح / سلام ) Meselâ iki dünya savaşı arasındaki 1918-1939 dönemine kim “barış” diyebilir? Üstelik her ne pahasına olursa olsun savaştan kaçan bir lider, düşmanlarının ölçüsüz şantajına çanak tutmuş olmaz mı? Adolf Hitler’e akıl almaz ödünler veren Birleşik Krallık Başbakanı Neville Chamberlain gibi savaştan kaçmak için “her pahayı” ödemek, üstelik sonunda yine de savaşmak zorunda kalmak iyi bir strateji mi? Ölmenin değil yaşamanın tesadüf olduğu savaşta asker, sağdaki yahut soldaki sipere koşarken serbesttir. Belki de en güvenli siperi, bir robot veya bir hayvan, insandan daha iyi seçebilir. Ama insan, vatanı için ileri atılmakla nefsi için geri kaçmak husunda özgürdür. İşte savaşın neticesi üzerinde çok ağır basabilen insanlık faktörü tam buradadır. (Bkz. Hayvan Serbesttir, İnsan Özgürdür…) Savaş, bütün sosyal bilimcileri zorlamış bir saha. Elinizdeki bu kitap, savaşın mekanik ve insanî veçhelerini en dengeli şekilde işleyen müelliflerden biri olan Prusyalı General Carl von Clausewitz’in fikirlerinden istifade ederek yazılmış bir deneme. Teknolojik ilerlemenin eskitemediği ilkeleri bugünün savaş şartlarında değerlendirdik: Strateji, taktik, cesaret, savaşta aklın önemi ve sınırları… Buradan indirebilirsiniz.
Artık gazeteler okurlarıyla, TV kanalları seyircileriyle rekabet halinde. Kimilerine göre Donald Trump bile seçimi sosyal medya sayesinde kazandı. Rakibi Hilary Clinton, Başkan Obama, hatta CNN, FOX gibi kanallar sürekli sosyal medyadan yayılan “yalan haberlerden” (fake news) yakınıyorlar. Belki de yalan haberden değil yalan tekelini kaybetmekten rahatsız oldular? Gerçek ne olursa olsun teknoloji eskiden bir oligarşiye ait olan medya gücünü -bir parça da olsa- sıradan insanların eline verdi. Sosyal medya elbette ırkçılık, iftira ve hakaretin yayılması için uygun bir zemin ama “haber” ve “bilgi” ve bunlara ait yorumları herkesin erişebileceği bir noktaya getirmesi açısından ilginç. Fikir Kırıntıları-3 Derin Düşünce’nin sosyal medyada paylaştığı mesajları kitaplaştıran bir çalışma. Yayına girdiği günden beri Fikir Kırıntıları-1 ve Fikir Kırıntıları-2’nin gördüğü ilgi bize yine cesaret ve güç verdi. Tabi her zamanki gibi konuları derinleştirmek isteyenler için makale ve kitap da tavsiye ettik. “Fikir Kırıntıları-3” adlı e-kitabı buradan indirebilirsiniz.
Rönesans sanatın yeniden doğuşu değil ölümü oldu… ve daha bir çok şeyin! Rönesans’ın fikir dünyamızda açtığı yaralar bugün dahi kapanmış değil. Maddenin mânâyı tahakküm aldığı, adına “Aydınlanma” dediğimiz karanlık çağların miladı hiç şüphesiz bu dönem. Güzel ahlâk ile güzel sanatın irtibatının kopuşudur Rönesans. Bu kopuş yüzündendir ki insanlık sadece sanatta değil siyaset, bilim, felsefe, iktisatta lâdini dünya görüşünü Hakikat’in yerine koydu. Sonradan bütün dünyaya dayatılacak olan Avrupa sanatı Rönesans’tan itibaren bilimselleşti. Anatomi, optik, matematik kuralları ve özellikle de merkezî perspektif sanatta insanî ifade imkânını sınırladı. Sömürgeciliği, dünya savaşlarını ve insanları homo-economicus zanneden ideolojileri doğuran işte bu zihniyet oldu. İnsanlık asırlardır hapsolduğu Rönesansçı perspektiften kurtulabilir; kurtulmalıdır da. Bu kurtuluşun neticeleri ise sadece sanatla sınırlı kalmayacak, ahlâkî, siyasî, felsefî tekâmüllere kapı açacaktır. Rönesans’ın Kara Kitabı bu kurtuluşa katkıda bulunmak amacıyla yazıldı. Başta Pavel Florenski ve Erwin Panofsky olmak üzere George Orwell, Juhani Pallasmaa, Michel Foucault, Ahmed Yüksel Özemre, Zygmunt Bauman, Stanley Kubrick, Cemil Meriç, Henri Lefebvre, Lucien Lévy-Bruhl, Rasim Özdenören, Mircea Eliade, René Guénon gibi sanatçı ve düşünürlerin eserlerinden ve iki değerli araştırmacımızın, Ozan Avcı ile Gönül Eda Özgül’ün makalelerinden istifade edildi. Buradan indirebilirsiniz.
Nedir medeniyet? Opera? Demokrasi? Parklar ve bahçelerle süslü şehirler? Metro? Asansör? Modern çağın karanlık dehlizlerinde kaybolan bizler için medeniyet, teknoloji ve kültür mefhumlarını birbirinden ayırdetmek zor ama şurası kesin: Hiroşima, Gazze ve Halep’te şehirleri (medineleri) haritadan silen Batı’ya “medenî” diyenler büyük bir suç işliyorlar. Zira katil bir insanı bir kere öldürür ama katile “katil” demeyenler içlerindeki insanlığı, vicdanı öldürmüş olurlar. (Vicdan / Conscious / Conscience / ضمير) Evet… Kimileri adaletle hükmedilmiş mülkler bıraktılar geriye; kimileriyse kan ve göz yaşıyla, kul hakkıyla çimentosu karılmış duvarlar, piramitler, kuleler. Elinizdeki bu kitap şu veya bu medeniyeti anlatma değil medeniyet mefhumunun derinlerine inme derdinde. İnsanlar arasındaki münasebetleri yani muhabbet, merhamet, adalet, ticaret ve şiddeti yönetebilme gücü açısından medeniyet mefhumuna yeni bir bakış açısı teklif ediyor. Miras olarak köprü bırakanlarla duvar bırakanları tefrik etmeye yarayacak bir bakış açısı. Buradan indirebilirsiniz.
Bir kez daha sosyal medyada paylaştığımız mesajları kitaplaştırdık. Yayına girdiği günden beri Fikir Kırıntıları-1 o kadar çok ilgi gördü ki biz de yeni e-kitabı ilginize sunmak için elimizden geleni yaptık… Ve her zamanki gibi konuları derinleştirmek isteyenler için ise makaleler ve kitaplar da tavsiye ettik. Fikir Kırıntıları-2’nin konuları şöyle: Taktik ve Strateji, Enerji, Vatikanizm, Gündem Zehirlenmesi, İslâm Sanatı, Kanlı Fotoğraf Yayma, 1 Mayıs, Amigo-Tarihçi, Futbol, mafya, uyuşturucu, fuhuş ve terör, Namaz illâ namaz, Müslümanlarda içe kapanma ve dışa açılma, Neden okuyalım? Ne okuyalım? Nasıl okuyalım?, Ekonomistler neden ekonomiden anlamaz?, Münâfıkûn ve Siyaset-i Nebevî, Sosyal Medya, Gurbet, Çirkin Şehir, Devrim, Yeni PKK ve “Private Security”, Şifalı ottan zehir yapma, Kadına Karşı Şiddet, Liberalizm, Gerçeği görme, Çalışan kadın, Suriye, Tasavvuf, Hollywood-Pentagon, Beyin yıkama ve psikolojik harp. Buradan indirebilirsiniz.
140 karakterle derdini anlatabilenlerden misiniz? Kısa mesajlar, FaceBook’taki özlü sözler, Twitter’da kısaltıldıkça sloganlaşan fikirler… Tabi insanlar sözü uzatmanın yeni yollarını buldular: Video, caps, … Ancak kısa söz her zaman derinlikten mahrum olmakla eş anlamlı değil. Az sözle çok ama çok derin mânâlar da aktarılabilir. Kısa sözün hikmeti dışarıdan aktarılan, alimden cahile verilen yeni bir şey değil. Meselê ârifin irfanıyla agâh olunması; dinleyende bilkuvve (potansiyel) olarak bulunan güzelliklerin uyandırılması, bilfiil (aktif) hale geçirilmesi. Bunun için “dinleyen anlatandan “ârif olsa gerek” buyurmuş büyükler. Biz de Twitter’da paylaştığımız kısa mesajları konularına göre tasnif edip kitaplaştırdık, ilginize sunduk. Eğitimden Türk soluna, ekonomik krizlerden petrol savaşlarına, ölüm korkusundan küresel ısınmaya kadar çok farklı konularda aforizmalar… Konuları derinleştirmek isteyenler için ise makaleler ve kitaplar da tavsiye ettik. Buradan indirebilirsiniz.
Kitap tanıtan kitapların 7cisine damgasını vuran düşünür Susan Sontag oldu. 1977’de yayınladığı “Fotoğraf Üzerine” isimli cesur kitaptan bahseden 4 makale ile başlıyoruz. Mehmet Özbey’in kaleminden eskimeyen bir kitabı ziyaret edeceğiz sonra: Yüzyıllık Yalnızlık (Gabriel Garcia Marquez) Değerli yazarlarımızdan Mehmet Salih Demir ve Mustafacan Özdemir tek bir kitaba ve tek bir yazara odaklı kitap sohbetlerinden farklı makaleler hazırladılar. Bunlar kavram ve/veya olaylara odaklı, birden fazla kitaptan ve müelliften istifade eden çalışmalar: Terör, vicdan, modernleşme, bilim felsefesi (Kuhn, Heidegger, Derrida, Gadamer, Dilthey, Mach, Baudrillard, Toulmin) … Suzan Nur Başarslan’ın yazdığı Türk romanının tarihçesi ve Seksenli Yıllarda Türk Romanı Ve Post Modern Eğilimler de bu kategoriye dahil edilebilir. Bunların yanısıra yazar kadar hatta bazen daha fazla ünlenmiş kitaplara adanmış makaleleri de yine bu sayıda bulacaksınız: Zeytindağı (Falih Rıfkı Atay), Hayy Bin Yakzan (İbn-i Tufeyl), Körleşme (Elias Canetti), Taşrada Düğün Hazırlıkları (Franz Kafka). Kitap tanıtan Kitap 7’nin daha önceki sayılardan bir diğer farkı da Georg Simmel’e adanmış iki makale içermesi. Karl Marx ve Max Weber arasındaki kayıp halka olarak nitelenen Simmel’in “Büyük şehir ve zihinsel yaşam” (Die Großstädte und das Geistesleben, 1903) isimli özgün çalışmasından bahsettiğimiz makaleler kitabın sonunda. Buradan indirebilirsiniz. Önceki kitap sohbetleri:
- Kitap Tanıtan Kitap 1
- Kitap Tanıtan Kitap 2
- Kitap Tanıtan Kitap 3
- Kitap Tanıtan Kitap 4
- Kitap Tanıtan Kitap 5
- Kitap Tanıtan Kitap 6
Yeni sürümlere dair not: Eski sürümleri indirip okumuş olanların işini kolaylaştırmak için kelimelerin sırasını değiştirmiyoruz. Yani her yeni sürümde okumaya kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.
- 10cu sürümdeki yeni kelimeler: Nobel Ekonomi Ödülü, Sıfır tolerans, Işık, Feminizm, Moda, Tüketim, “Şimdi” mefhumu.
- 9cu sürümdeki yeni kelimeler: Tarihin Sonu, Beyin Göçü, Kölelik, İnsanlık, Maske, Vermek.
- 8ci sürüme eklenen yeni terimler: Fetih, Estetizasyon, Rönesans, Amerika’nın keşfi, Çelişki, Mecazî aşk, Big Data, Nobel Barış Ödülü, Allah korkusu, İnsan Kaynakları, Gaflet, Batı, Objektif Bilgi.
- 7ci sürüme eklenen yeni terimler: Uluslararası adalet, Az gelişmiş ülke, Hoşgörü, Kabz, Büyüme, Gerçek sonrası, Realpolitik, Kaos.
- 6cı sürüme eklenen yeni terimler: Demokrasi, Muhafazakârlık, Kuvvetler ayrılığı, İnovasyon, İlerleme, Erken – Geç.
- 5ci sürüme eklenen yeni terimler: Hissiyat – Maneviyat, Tanrı Parçacığı, Bâkî, Kelime, Cehalet, Mürşid, Evvel, Büyük Patlama.
- 4cü sürüme eklenen yeni terimler: Paraklitos, Hudud, Ehliyet, Zâhir ve Batın, Barış, Unutmak.
- 3cü sürüme eklenen yeni terimler: Eksen Kayması, Bilgi toplumu, Zamanda Yolculuk, Ateist , Yokluk , Çağdaş, Gurbet, Kader.
İnsanlık neredeyse 4 asırdır “ilerleme” adını verdiği müthiş bir gerileme içinde. Tarihteki en kanlı savaşlar, sömürüler, soykırımlar, toplama kampları, atom bombaları, kimyasal ve biyolojik silahlar hep Batı’nın “ilerlemesiyle” yayıldı dünyaya. En korkunç barbarlıkları yapanlar hep “uygar” ülkeler. Her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen bu insanlar nereden çıktı? Yoksa kelimelerimizi mi kaybettik? “Aydınlanma” ile büyük bir karanlığa gömüldü Avrupa. Vatikan’ın yobazlığından kaçarken pozitivist dogmaların bataklığında kayboldu. “Yeniden doğuş” (Rönesans) hareketi sanatın ölüm fermanı oldu: Zira optik, matematik, anatomi kuralları dayatıldı sanat dünyasına. Sanat bilimselleşti, objektif ve totaliter bir kisveye büründü. Kimse parçalamadı dünyayı “Birleşmiş” Milletler kadar. Güvenliğimiz için en büyük tehdit her barış projesine veto koyan BM “Güvenlik” Konseyi değil mi? Daimi üyesi olan 5 ülke dünyadaki silahların neredeyse tamamını üretip satıyor. “Evrensel” insan hakları bildirisi değil güneş sisteminde, sadece ABD’deki zencilerin haklarını bile korumaktan aciz. Bu kavram karmaşası içinde Aşk kelimesi cinsel münasebetle eş anlamlı oldu: ing. To make love, fr. Faire l’amour… Önce Batı, sonra bütün insanlık akıl (reason) ile zekânın (intelligence) da aynı şey olduğunu sanmışlar. Oysa akıl iyi-kötü veya güzel-çirkin gibi ayrımı yaparken zekâ problem çözer; bir faydayı elde etmek ya da bir tehditten kurtulmak için kullanılır. Bir saniyede 100.000 insanı ve sayısız ağacı, böceği, kediyi, köpeği oldürecek olan atom bombasını yapmak zekâ ister ama onu Hiroşima üzerine atmamak için akıl gerekir. İster Batı’yı suçlayalım, ister kendimizi, kelimelerle ilgili bir sorunumuz var: İşaret etmeleri gereken mânâların tam tersini gösterdikleri müddetçe sağlıklı düşünmeye engel oluyorlar. Çözüm ürettiğimizi sandığımız yerlerde yeni sorunlara sebep oluyoruz. Dünyayı düzeltmeye başlamak için en uygun yer lisanımız değil mi? Kayıp kelimelerin izini sürmek için yazdığımız Derin Lügat’ı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Amerikalı ressam Edward Hopper sadece Amerika’nın değil bütün Batı kültürünün en önemli ressamlarından biri. Hopper ile Batı resmi asırlardan beri ilk defa kısır ekol savaşlarını, soyut resim / figüratif resim gibi ölü doğmuş dikotomileri aşma fırsatı yakaladı.
Bu bağlamda, perspektif, ışık, gölge vb tercihleri aşan Hopper’ın yeni bir şey yaptığını savunuyoruz: Hopper Rönesans’tan beri can çekişen figüratif resme yeni bir soluk verdi. Tezimiz budur. Bu lisan-ı sûreti tahlil etmek için sadece Hopper’dan etkilenen diCorcia gibi fotoğrafçıları değil ondan beslenen Hitchcock, Jarmusch, Lynch gibi sinema yönetmenlerini, romancıları da kitabımıza dahil ettik. Diğer yandan Hopper’ın tutkuyla okuduğu filozoflardan yani Henry David Thoreau ve Ralph Waldo Emerson’dan da istifade ettik. Elinizdeki bu kitap Hopper tablolarına aceleyle örtülen melankoli ve yalnızlık örtüsünü kaldırmak için yazıldı. Hopper’a bakmak değil Hopper’ı okumak için. Buradan indirebilirsiniz.
Güzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”. İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:
- Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
- Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.
Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık. Buradan indirebilirsiniz.
Yakında sinemanın bir endüstri değil sanat olduğuna kimseyi inandıramayacağız. Zira “Sinema Endüstrisi” silindir gibi her şeyi ezip geçiyor. Sinema ürünleşiyor. Reklâm bütçesi, türev ürünlerin satışı derken insanlar otomobil üretir gibi film ÜRETMEYE başladılar. Belki en acısı da “sinema tekniği” öne çıkarken sinema sanatının unutulması. Fakat hâlâ “iyi bir film” ile çok satan bir sabun veya gazozun farkını bilenler de var. Çok şükür hâlâ ustalar kârlı projeler yerine güzel filmler yapmaya çalışıyorlar. Derin Düşünce yazarları da “İnsan’sız Sinema Olur mu?” kitabından sonra yeni bir sinema kitabını daha okurlarımıza sunuyorlar. “Öteki Sinemanın Çocukları” adlı bu kitap 15 yönetmenle buluşmanın en kolay yolu: Marziyeh Meshkini, Ingmar Bergman, Jodaeiye Nader Az Simen, Frank Capra, Dong Hyeuk Hwang, Andrey Rublyov, Sanjay Leela Bhansali, Erden Kıral… Buradan indirebilirsiniz.
Bir varmış, bir yokmuş. Mehtaplı bir eylül gecesinde Ay’a bir merdiven dayamışlar. Alimler, yazarlar, şairler ve filozoflar bir bir yukarı çıkıp oturmuşlar. Hem Doğu’dan hem de Batı’dan büyük isimler gelmiş: Lev Nikolayeviç Tolstoy, René Guénon, Turgut Cansever, El Muhasibi, Şeyh-i Ekber, Cemil Meriç, Arthur Schopenauer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahmud Sâmi Ramazanoğlu, Mahmut Erol Kılıç… Sadece bir kaç yer boş kalmış. Konuklar demişler ki “ başka yazar çağırmayalım, bu son sandalyeler bizim kitabımızı okuyacacak insanlara ayrılsın”. Evet… Kitap sohbetlerinden oluşan derlemelerimizin altıncısıyla karşınızdayız. Buradan indirebilirsiniz. Önceki kitap sohbetleri:
- Kitap Tanıtan Kitap 1
- Kitap Tanıtan Kitap 2
- Kitap Tanıtan Kitap 3
- Kitap Tanıtan Kitap 4
- Kitap Tanıtan Kitap 5
Sen insansın, homo-economicus değilsin!
Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz Adam, James Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor. Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…
Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.
Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.
Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.
Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.
Kaybedenler Klübü: Anti-demokratik bir muhalefetin kısa tarihi
T.C. kurulurken Hitler, Mussolini ve Stalin başrolleri paylaşıyordu. İki dünya savaşının ortalığı kasıp kavurduğu o korkunç yıllarda “bizim” Cumhuriyet gazetesi’nin faşizme ve faşistlere övgüler yağdırması bir rastlantı mıdır? Kemalistlerin ilâhı olan Atatürk’ün emriyle 80.000 Alevî Kürd’ün Dersim’de katledilmesi, Kur’an’ın, ezanın yasaklanması, imamların, alimlerin idam edilmesi, Kürtleri, Hristiyanları ve Yahudileri hedef alan zulümler de yine Atatürk ve onu ilahlaştıranlar tarafından yapılmadı mı?
Bu ağır mirasa sahip bir CHP ve Türk solu şimdilerde “İslâmî” olduğu iddia edilen bir cemaat ile, Fethullah Gülen’in ekibiyle ittifak içinde. Yobaz laiklerin, yasakların kurbanı olduklarını, baskı gördüklerini iddia ediyor bu insanlar. Ama bir yandan da alenen İslâm düşmanlığı yapan her türlü harekete hatta İsrail’e bile destek vermekten çekinmiyorlar. Tuttukları yol İslâm’dan daha çok bir ideolojiye benziyor: Gülenizm. Millî istihbarattan dershanelere, dış politikadan bankalara kadar her konuda dertleri var. Ama Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Arakan’da zulüm gören Müslümanları dert etmiyorlar. Acayip…
Türk solu, CHP ve Fethullah Bey… Nereden geldiler? Nereye gidiyorlar? Elinizdeki bu kitap meseleyi tarihsel bir perspektifte ele almayı amaçlıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Gurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”
Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor. Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi, buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Fethullah Gülen’i iyi bilirdik
(Son güncelleme: 5inci sürüm, 11 Ağustos 2016)
Türkçe Olimpiyatlarını ve Türk okullarını sevmiştik. Gözü yaşlı vaizin Amerika’da yaşamasına alışmıştık. 1980 öncesinde komünizme karşı CIA ile işbirliği yapmasına “taktik” demiştik. Fethullah Gülen aleyhine açılan davalardan birinin iddianamesinde “pozitivist felsefeye karşı olmak” ile suçlanıyordu. Biz de karşıydık pozitivizme. Sonra bir gün… Mavi Marmara! Doğu Akdeniz’de, uluslararası sularda oyuncak ve gıda taşıyan bir gemi saldırıya uğradı. Masum ve silahsız insanlar öldü. Psikopat bir devletti bunu yapan. İsraillileri hapsettiği korku duvarları Filistin’i hapseden beton duvarlardan daha yüksekti. Ama Fethullah Gülen İsrail’den izin alınması gerektiğini söyledi. Bu terörist devletten “otorite” diye bahsediyordu. Gülen’e göre İsrail Doğu Akdeniz’in efendisiydi, uluslararası sularda bile masum sivilleri öldürme hakkına sahipti. Gülen cemaati dünya ile uğraşmaktan ahirete vakit ayıramıyordu. Gülen cemaati bir cemaatten başka herşeye benziyordu. 15 Temmuz gecesi yaşadığımız darbe girişiminde yaşadıklarımızla birlikte değerlendirince can acıtan bir soru kendini dayatıyor bize: Fethullah Gülen ve kurmayları bizi baştan beri kandırdı mı? Yoksa “küçük eller” dediğimiz masum insanların teşkilâtı sonradan mı kokuştu? Kitabı buradan indirebilirsiniz.
Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır
Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir? Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” için. Buradan indirebilirsiniz.
Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor. Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.