RSS Feed for This Post

Haneke’nin “Beyaz Kurdele” filmi

  • Haneke’nin Beyaz Kurdele” filmi, insan doğasını ve modern toplumun karmaşıklığını sorgulayan derin felsefi ve psikolojik temalara sahip bir başyapıt. Büyük yönetmen, filmde toplumun, ailelerin ve bireylerin arasındaki ilişkileri, adalet ve sevgiyi ele alırken, seyircileri düşünmeye ve sorgulamaya davet ediyor.
  • Filmin başından itibaren, Haneke’nin sinematik anlatımı ve çarpıcı görsel dili, izleyicilerin içine çekiyor. Haneke, filminde insanların en karanlık düşüncelerini ve eylemlerini gösterirken, aynı zamanda insanların içindeki iyilik ve kötülük arasındaki çekişmeleri de işliyor. İnsanların suçluluk duygusu, ahlaki ilkeleri öğrenme ve vicdan gibi temel insani özellikleri, film boyunca önemli bir konu olarak karşımıza çıkıyor.
  • “Beyaz Kurdele” ayrıca, modern toplumun kötülük üretme kapasitesine de işaret eder. Haneke, filmde, çocukların yetişkin dünyası ile başa çıkma zorluklarına ve yetişkinlerin de kendi içindeki çelişkilere nasıl kapandığına dikkat çeker. Bu, modern toplumun karmaşık ve çelişkili yapısını vurgular.
  • Filmin karakterleri de Haneke’nin eleştirisinin bir parçasıdır. Her bir karakter, kendi içinde farklı psikolojik ve sosyal zorluklarla karşı karşıyadır. Bunların arasında, kendine özgü bir karanlık tarafı olan kasabanın rahibi, otoriter bir baba olan doktor, işçi sınıfı çocuklarına karşı şiddet kullanmaktan çekinmeyen zengin bir aile ve babasının şiddetine maruz kalan bir çocuk bulunmaktadır.

  • Filmin yavaş tempolu ve durağan yapısı, insanın iç dünyasına dair düşünceleri yoğunlaştırır. Haneke, karakterlerin iç dünyalarını anlamaya çalışırken, izleyiciler de kendi düşüncelerine dalarlar. Film boyunca, karakterlerin sıradan hayatları, beklenmedik olaylar ve şiddet dolu sahnelerle kesintiye uğrar. Bu, filmi izleyenlerin kendilerini karakterlerin yerine koymalarını ve yaşadıkları olaylar karşısında ne hissettiklerini düşünmelerini sağlar.
  • Haneke, “Beyaz Kurdele” filmindeki şiddet sahneleriyle ilgili bir röportajında şunları söylemiştir: “Bu sahneleri sert, keskin bir şekilde göstermek istedim, çünkü şiddetin gerçek doğasını göstermek istedim. Çok fazla insan, şiddetin gerçekliğinden kopuk bir şekilde yaşar ve şiddeti normalleştirir. Filmimdeki şiddet sahneleri, izleyicilerin şiddetin gerçekliğini anlamalarını sağlamak için tasarlandı.”
    Filmin başlığı, beyaz kurdele, filmdeki birçok sembolik unsurdan sadece biridir. Bu beyaz kurdele, masumiyeti, saflığı ve saf beyaz bir sayfayı temsil eder. Ancak film boyunca, bu beyaz kurdele birçok kez kirletilir ve yırtılır. Bu da, insanların masumiyetinin, saflığının ve iyiliğinin kolayca kirlenip yok edilebileceğine işaret eder.
  • “Beyaz Kurdele” ayrıca, toplumda var olan sınıf ayrımlarına da dikkat çeker. Film, işçi sınıfı çocuklarının, zengin ailelerin çocuklarına karşı hissettikleri öfke ve nefreti de ele alır. Bu sınıf ayrımları, toplumun her alanında var olmaktadır ve filmde bunun sadece bir örneği verilir.
    Filmin en güçlü mesajlarından biri, çaresizlik ve güçsüzlük hissiyle ezilen insanların ne kadar tehlikeli olabileceğidir. Filmde, karakterlerin içindeki karanlık tarafın neler yapabileceğine şahit oluruz. Bu da, insanların nasıl kırılgan olduklarına, herhangi bir anda çevrelerindeki insanları etkileyebileceklerine işaret eder.
  • Haneke, “Beyaz Kurdele” filminin felsefi mesajını da açıklığa kavuşturmuştur. Filminde, insan doğasının karmaşıklığına ve içindeki çekişmelere dikkat çektiğini ve insanların içindeki karanlık tarafın nasıl kontrol edilebileceğini sorguladığını belirtmiştir. Haneke, “Beyaz Kurdele” filminde, insanların kötülükleriyle yüzleşmeleri gerektiğini ve ancak bu şekilde kendilerini ve toplumu daha iyi anlayabileceklerini savunur.
  • “Beyaz Kurdele”, özellikle de son sahnesiyle, seyircilere birçok soru sormaktadır. Bu sorular, insan doğasının ne kadar karmaşık ve derin olduğunu ve insanların içindeki karanlık tarafın ne kadar kontrolsüz ve yıkıcı olabileceğini sorgulatmaktadır.
  • “Beyaz Kurdele” filminin son sahnesi, filmin ana karakterlerinden birinin yıkıcı bir olaya karışmasıyla başlar. Olayın ardından, seyirciye neler olacağına dair herhangi bir açıklama yapılmaz ve bu nedenle seyirciye birçok soru bırakır.
  • Sahnede, herkesin korkunun içinde olduğu bir atmosfer oluşturulur. Köydeki insanlar, ne olduğunu anlamadan birbirleriyle konuşurken, huzursuzluk ve endişe artar. Kamera, her bir karakterin yüz ifadesine ve beden diline odaklanarak, onların iç dünyasına ve düşüncelerine götürür.
  • Bu sahnede, özellikle çocuk karakterlerin davranışlarına odaklanılır. Bu karakterler, film boyunca çocukların saflığını temsil etmişlerdir. Ancak son sahnede, çocukların da karanlık tarafa sahip oldukları açıkça görülür. Örneğin, yüzüne bir maske takmış bir çocuk, köy halkının üzerine taş atmaya başlar. Bu, çocukların da şiddet eylemlerine dahil olabileceği gerçeğini vurgular.
  • Son sahne, seyircinin kendisiyle yüzleşmesine neden olur. Haneke, seyircilere ne olduğunu açıklamaz ve izleyicilerin kendi yargılarına ve sonuçlarına karar vermelerine izin verir. Bu sahne, insan doğasının karmaşıklığını ve kontrolsüzlüğünü vurgular. Haneke, insanların her zaman her şeyi kontrol edemeyeceğini ve bazen hayatın trajik sonuçlarının kaçınılmaz olduğunu gösterir.

Öteki Sinemanın Çocukları

oteki-sinemanin-cocuklariYakında sinemanın bir endüstri değil sanat olduğuna kimseyi inandıramayacağız. Zira “Sinema Endüstrisi” silindir gibi her şeyi ezip geçiyor. Sinema ürünleşiyor. Reklâm bütçesi, türev ürünlerin satışı derken insanlar otomobil üretir gibi film ÜRETMEYE başladılar. Belki en acısı da “sinema tekniği” öne çıkarken sinema sanatının unutulması. Sanatın makinelerle yapıldığını zannedenler artıyor:

“… Ne adamlar var. Bana soruyorlar “sen ne marka makineyle fotoğraf çekersin?” diye. Fotoğraf makineyle mi çekilir? Şimdi en iyi, en gelişmiş daktilo bende olsa en büyük yazar ben mi olurum? Roman daktiloyla mı yazılır? Arkadaş fotoğraf kalple çekilir. Ben Singer dikiş makinesiyle de fotoğraf çekerim. Şunlara bak! Alıyorlar Canon’u, Nikon’u ellerine, yola düşüyorlar. Bir köylü gördün, dur! İki şip şak, tamam. Koyun sürüsü mü gördün? İki şip şak, tamam. Ben bir çobanın resmini çekeceksem onunla oturmalıyım, birlikte yemek yemeliyim, gece çadırında kalmalıyım… Onu tanımalıyım. Fotoğrafını ancak ondan sonra çekebilirim …” (Ara Güler)

Çok şükür hâlâ “iyi bir film” ile çok satan bir sabun veya gazozun farkını bilenler de var. Çok şükür hâlâ ustalar kârlı projeler yerine güzel filmler yapmaya çalışıyorlar. Derin Düşünce yazarları da “İnsan’sız Sinema Olur mu?” kitabından sonra yeni bir sinema kitabını daha okurlarımıza sunuyorlar. “Öteki Sinemanın Çocukları” adlı bu kitap 15 yönetmenle buluşmanın en kolay yolu: Marziyeh Meshkini, Ingmar Bergman, Jodaeiye Nader Az Simen, Frank Capra, Dong Hyeuk Hwang, Andrey Rublyov, Sanjay Leela Bhansali, Erden Kıral… Buradan indirebilirsiniz.

 

İnsan’sız Sinema Olur mu?

Küreselleşen ekonomi ile birlikte “Sinema Sanatı” özellikle son 20 yılda “Sinema Endüstrisi” haline geldi. Ürünleşti. Kârlı film projeleri peşinde koşan firmaların baskısıyla karşı karşıya sanatçılar. Filmlerin bütün dünyada “iş yapması” ; tişört, plastik oyuncak, ünlülerin fotoğrafı ile süslü bardak vb yan ürünlerin satılması için “endüstriyel ve objektif” bir üretim hattı çıktı ortaya.

Naylon çorap, meyveli gazoz imalatçıları gibi dünya pazarlarına hitap ettiğiniz zaman “ürünleriniz” bütün insanlarda (=müşterilerde) ORTAK OLAN vasıflar arz etmeli. Çorap satıyorsanız kolay, herkesin ayakları var. Peki varlığını insanî yönüne, İnsan’a özel oluşuna borçlu olan Sinema Sanatını satıyorsanız ne olacak? Tabi ki bütün insanlarda ortak olanı koyacaksınız filmlerinize yani İnsan nefsini: Korku, şiddet, komplo, para hırsı, cinsellik, tecavüz,… Sanat eserlerinin var olma sebebi olan öznelliği (sübjektif yönü) ortadan kaldırınca da geriye bir “ürün” kalacak. Ülkesi, mesleği, yaşı, inançları, yaşama bakışı ne olursa olsun herkesin ama herkesin KULLANABİLECEĞİ / TÜKETEBİLECEĞİ bir “sinema ürünü”, bir EĞLENCE MALZEMESİ, bir “entertainment”…

İyi ama… Neydi Sanat? Ne olmalıydı? “Sanat Eseri” diyebileceğimiz filmlerin bir gazoz ya da çoraptan farkı ne olmalıydı? “Bach’ın müziği Tanrı’nın Dünya’yı yarattığı anda orada bulunduğumuz hissini veriyor insana” diyordu Friedrich Nietzsche. Övgü perdesini aralayıp sözün aslına yöneldiğimizde işaret edilenin aslında sanatın gücü olduğunu fark etmiyor muyuz? Yeme-içme dışında bir benliğimiz, bir varlığımız olduğunu hatırlatıyor bize Sanat. Bunun için bir yaradılış görüyoruz Sanat’a bakınca. “Ölü” taşlar adeta canlanıyor, cansız boyalar, tuvaller, ahşap müzik aletleri bir “yaratılışın” sahnesi oluveriyor. Mânâ Madde’ye nüfuz ediyor…

Sahne sanatları ise Zaman’a dair olduklarından daha da güçlüler:

“Su içmek için elimi masanın üzerinde duran bardağa uzatıyorum. Bardağı kavrıyorum, ağzıma götürüyorum, suyun soğukluğunu hissediyorum ağzımda, yutkunuyorum. Şimdi dans ettiğimi hayal edin, koreografinin bir yerinde su içiyormuş gibi yapmam gerek. Yukarıda saydığım hareketleri yapıyorum ve seyircilerimin “içinde” su içerek serinleme hissini uyandırıyorum. Ne oldu?Gerçekten su içmek ile SEYİRCİ ÖNÜNDE su içiyormuş gibi yapmak arasında ciddi bir fark var: Sanat’a dahil olan hareket -ki hiç bir hareket Zaman’sız varolamaz- artık fayda amaçlı değil. Hareketin kendisi amaç, maksat, istenen, özlenen şey. Dans ederken de hareketin kendisi MuRaD! Dansta hareketin kendisi YARATI(LI)Ş, Dansta hareketin kendisi Zaman Kâğıdı’na yazılan yazı!” (Derin Zaman Kitabı, Dans ve Ölüm bahsi)

Ya sinema? Sinema 20 fotoğrafı bir saniyede gösteren, ışığı ve kamerasıyla, özel efektiyle diğer sanat dallarına göre çok daha “teknik” bir sanat. Buna rağmen, belki de bu sayede diğer sanat dallarının imkân vermediği kapıları açıyor. Zaman’ı ve Mekân’ı yeniden formatlayıp bize başka bir dünyaların varlığını müjdeliyor adeta.

Elinizdeki bu kitabı Sinema’nın programlanmış ölümüne karşı bir direniş olarak görebilirsiniz. İnsan’dan vaz geçmeye yeltenen, Güzel’i, Sanat’ı,İnsan’ı kâr-zarar tablolarına sıkıştırmaya çalışan endüstriye “Hayır!” demenin nazik bir yolu. Sinema bütün “teknik” karmaşıklığına rağmen insansız olmaz. Sinema insanlar tarafından yine insanlar için yapılan bir sanattır.

Derin Düşünce yazarları izledikleri 28 filmi anlattılar. İnsanca bir perspektiften, günlük hayatlarındaki, iç dünyalarındaki yansımalara yer vererek… İran’dan Arjantin’e, Fransa’dan Afganistan’a, Rusya’dan Türkiye’ye uzanan bir yolculukta, İnsan’dan İnsan’a… Umulur ki bu kitap Andrei Tarkovsky, Semih Kaplanoğlu, Mecid Mecidi, Nuri Bilge Ceylan ile buluşmanın farklı bir yolu olsun… Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin