Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

10 yıl sonra şimdi ya da yeniden başlamak için bitirmek »

Derindusunce.org’a yazdığım ilk yazı 31 Mart 2012 târîhini taşıyor. Bu vedâ cümlelerini ise 3.3.21 saat 01:02 sularında karalamaya başladım. Peki, on yıl ifâdesi nereden çıktı?

Aşağı yukarı on yıl evveldi, birkaç yıldır sürdürdüğüm yoğun ve el yordamıyla yolunu bulmaya çalışan okumak gayretimi, ciddîye alınır metinleri hatmetmeye evirdiğim zamânlar. Blog yazarlığının patladığı, kısaca mürekkebe boğulduktan, görüntüye bulandıktan sonra şimdi de “günlük formunda nefsî tatminlerimizi” sere serpe ağlara boca ettiğimiz zamânlardı. Derindüşünce, düşe kalka yürüyerek ve bolca çirkin kurbağalar öperek ilerlediğim karanlık ormanda en aydınlatıcı fenerlerimden birisi oldu diyebilirim. Şüphesiz ki Mehmet Yılmaz da. Dolayısı ile bir başlangıcı olan bu serencâmın bir de encâmı olmalı diye düşündüm, bekâya erememiş, fenâ âleminde kalan her şey gibi.

O vakitler, entelektüel dünyâmızdan, yazılarını okuduğum epeyce insânla tanışma fırsatı buldum. Maalesef çok azında hayâl kırıklığına uğramadım. Sebebine gelince, açıklayayım: Yazdıkları hemen her şeyin yaşadıkları olduğunu düşünerek, söylediklerine, büyük bedeller ödeme bahâsına uydum. Çok kere ay boyu odamdan çıkmadım, okulu astım, en yakınlarımı kırıp döktüm, 18-28 yaş aralığımı neredeyse yaşamadım, ancak soludum çünkü sâdece okumam, öğrenmem ve eksiklerimi kapatmam gerektiğine inanmıştım. Onun hakkını elimden geldiğince vermeye çalıştım. Bunun bir değeri olup olmadığını ağyârda, taşrada aramamıştım ki peşîmân olacaktım.(Her günüm bunların şahsıma ve çevreme zarâr verdiği gerçeğiyle yüzleşmemle geçti, geçiyor.) Mezkûr tavsiyelerin bulunduğu metinlerin çoğununsa günlük yazıları yâhût deneme derlemelerini toplamak için dolgu malzemesi işlevi gördüğünü geç anlamıştım.

Read the rest

Netflix öldürülebilir mi? »

Not: Burada bahsedilen ekonomik verilerle ilgili grafikleri görmek isterseniz silsileyi buradan okuyabilirsiniz.

  • Netflix garip bir şirket. İpin ucunu çekince Amerikan vakıflarının Türkiye’deki misyoner faaliyetlerine, oradan Aytunç Altındal’ın uyuşturucu ve terörle ilgili bazı açıklamalarına kadar uzanıyor. Kapağı kenarından kaldırıp bakalım bu gece…
  • Netflix abone sayısı 200 milyon. Firma içerik üretimine 18 milyar dolar harcadı. Borsada (NASDAQ: NFLX) hisse senedi 10 senede 20 katına çıktı.
  • Fakat Netflix meselesi ekonomiden ibaret değil. Sinema özellikle kitap okumayan geniş halk yığınları için tek bilgi(!) kaynağı. İnsanlar tarihi olayları filmlerde gördükleri gibi gerçekleştiğini zannediyorlar. Uluslararası ilişkiler, terörle mücadele, “şeytan devletler” de filmlerden öğreniliyor(!)
  • Sinemanın öğretici(!) gücü o kadar büyük ki, ABD savaş istemeyen halkını 2ci dünya savaşına ikna etmek için Hollywood’u seferber etti. Vietnam yenilgisini silip bunu kolektif hafızaya bir zafer gibi yeniden yazmak için de sinemaya milyarlar yatırdı.
  • Sinemanın bir başka özelliği de toplumun değerlerine yahut menfaatlerine aykırı olan şeyleri iyi gösterebilmek; olmazsa en azından normalleştirmek. Çocukların cinsel istismarı Netflix’te normalleşiyor; kutsal metinler yeniden yazılıyor; ABD’nin sevmediği liderler şeytanlaşıyor…
  • Bildiğiniz gibi siyasette ve ekonomide algıları yönetmek, gerçekleri yönetmekten daha önemli.
  • Yüzmilyonlarca insanın algısına bu derecede hakim olan bir şirket sadece ekonomik değil siyasî bir mesele olarak da incelenmeli. Aralarında Netflix’in de bulunduğu 6 şirketin piyasa değeri neredeyse bütün ülkelerin GSMH’sını geride bıraktı.

Read the rest

Dünyaya nasıl reset atılır? »

Read the rest

Bilgi kimin malıdır? Bilimsel yayın mafyası ve çözümler… »

  • %35 kârlılık oranı ile Londra borsasındaki rakiplerinin 4 katı kâr eden bilimsel yayın Elsevier. Dünyadaki bütün bilimsel yayınların %17’sini elinde tutuyor.
  • Eğer Elsevier’e 3 büyük rakibini yani Springer Nature, Wiley Blackwell’s ve Taylor & Francis’i eklerseniz bilimsel yayın piyasasının %40’ını teşkil eden bir kartel görürsünüz… Bir dakika… “Bilimsel yayın piyasası” mı dedik?
  • Hani bilim insanlığın malıydı? Hani insanlık ilerliyordu? Yoksa bilim özelleştirildi de bizim haberimiz olmadı mı?
  • Elbette bilime yatırım yapan ülkelerin ve şirketlerin ilerlemesine, zenginleşmesine itiraz etmiyoruz. Biz burada halkın vergileriyle üretilen bilimsel bilginin üzerine bedavadan konan bir mafyayı sorguluyoruz.
  • Bu bilimsel yayınlara ödenen abonelik ücretinin 8.1 milyar € olduğunu söylesek… Meselenin ciddiyeti biraz daha iyi anlaşılır mı? Peki dükkân sahibi işleri nasıl yürütüyor?
  • Bilimsel yayınlar araştırmacılardan makale göndermesini istiyor. Gelen makaleler başka araştırmacılar tarafından inceleniyor (peer review) ve bir not veriliyor. Yayın evi için bu inceleme de makale gibi genelde bedava. Ama yüksek notlu makaleler bir dergide toplanınca? Dergi parayla satılıyor.
  • Yani çoğu devlet üniversitelerinde ve devlete ait araştırma kurumlarında çalışan araştırmacıların ürettiği bilimsel bilgiye erişmek paralı. Özel üniversitelerin bile çoğu devletten yardım alıyor. Sonuçta en azından o ülkenin halkına ait bir bilgi sermayesi bu. Ama çalıntı olarak satılıyor.
  • Kanser tedavisi, çevre kirliliği, ekonomik sorunlara çözûm önerileri… Yani tek tek ülkeleri ve bütün olarak insanlığı ilgilendiren bilgi sermayesi ipotek altında. Her ay 12 milyon araştırmacı SCIENCE DIRECT sitesine bağlanıyor; sahibi Elsevier. Belge sayısı? 13 milyon!
  • Son 25 senedir bilimsel yayınlara abonelik ücreti her yıl %7 artıyor. Oysa kağıt yayın azaldığı için üretim, depolama, dağıtım masrafı sıfıra yakın. Neden rekabet yok peki? Bazı dergiler fiyat düşüremez mi? Fiyat artışında bir anlaşma kokusu var. 20 sene, her sene +%7. Tesadüf?
  • İngiltere’de 2010-2015 arasında bilimsel yayınlara harcanan abonelik ücreti %55 arttı. Fransa’daki üniversiteler ve bilimsel araştırma kurumları bilimsel yayınlara 110 milyon € harcadı.

Read the rest

Alüminyum neden önemli? Sorunlar ve çözümler… »

  • Demir ve bakır ile mukayese edilemeyecek kadar genç bir metal; saflaştırılması 1800’lerin başı. Uçak gövdesi, diş macunu tüpü, inşaat, gıda, diş dolgusu… Alüminyum her yerde.
  • 2014’te 300 milyon tondan fazla boksit cevheri üretilmiş. Saflaştırmadan sonra elde kalan 50 milyon ton alüminyum. Elektroliz yoluyla endüstriyel saflaştırmanın yaygınlaşması 1880’lerde başlamış. 10 sene içinde arıtma malieti 20’ye bölünmüş. Jeopolitik sonuçları haiz, yapısal bir devrim! Neden?
  • Hafif, esnek, iletken, paslanmaya dayanıklı… Uçak gövdesi gibi stratejik donanım için ideal. Üretim ve saflaştırma için gereken büyük enerji miktarı sebebiyle küresel dengeleri etkileyecek bir enerji talebi. Önceleri kömür, sonra kömür elektriği ve nihayet nükleer enerji.
  • Bugünkü şartlarda endüstrileşmiş bir ülkenin alüminyum ihtiyacını karşılamak için gereken enerji bir nükleer santral kadar. Tabi İzlanda gibi istisnalar var. jeotermal enerji zengini bu ülke 2013’te 800.000 ton alümniyum üretti; GSMH’sının %15’i bu metalden geliyor.
  • İzlanda’nın 3 alüminyum döküm fabrikası, 300.000 vatandaşın 5 katı elektrik tüketiyor. Yani dediğimiz gibi, istisnaî bir durum. Peki jeotermal enerjinin temiz olması, alüminyumu aklamaya yeter mi? Hayır. Çünkü boksitten alüminyum üretirken “kırmızı çamur” denen atık çıkıyor. Nedir?

Read the rest

Kazım Karabekir Anlatıyor / Uğur Mumcu »

Sayfa 83 ve 84:

”Diğer taraftan da Ankara’da yeni bir hava esmeye başladı: İSLAMLIK TERAKKİYE (ilerlemeye) MANİ İMİŞ! Halk Fırkası lâ dini (DİN DIŞI) ve lâ ahlâki (AHLAK DIŞI) olmalı İmiş!.. Macarlar ve Bulgarlar gibi ufak milletler bizim gibi Almanya tarafında bulunarak mağlup oldukları halde istiklallerini muhafaza ediyorlarmış.. Medeniyete girmişlermiş.. TÜRKİYE İSLAM KALDIKÇA Avrupa ve İngiltere müstemlekelerinin çoğunun halkı İslâm olduğundan, bize düşman kalacakmış. Sulh yapmayacaklarmış. 10 Temmuz 1923’de Ankara İstasyon’undaki Kalem-i mahsus binasında fırka nizamnamesini müzakereden sonra Gazi ile yalnız kalarak hasbıhallere başlamıştık. — ‘DİNİ VE AHLAKI OLANLAR AÇ KALMAYA MAHKUMDURLAR..’ dediler. Kendisini hilâfet ve saltanat makamına lâyık gören ve bu hususlarda teşebbüslerde de bulunan din ve namuslehinde türlü sözler söyleyen ve hatta hutbe okuyan, benim kapalı yerlerde baş açıklığımla lâtife eden, fes ve kalpak yerine kumaş başlık teklifimi hoş görmeyen M. Kemal Paşa, benim hayretle baktığımı görünce şu izahatı verdi: — DİNİ VE NAMUSU OLANLAR KAZANAMAZLAR, FAKİR OLMAYA MAHKUMDURLAR. Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. ONUN İÇİN DİN VE NAMUS TELAKKİSİNİ KALDIRMALIYIZ. Partiyi, bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz. Bu suretle kalkınma kolay ve çabuk olur..”

Sayfa 97 ve 98:

Karabekir, o günlerde, Ankara’nın Keçiören semtinde ”Kubbeli Köşk” diye bilinen bir küçük köşkte kira ile oturmaktadır. 19 Ağustos 1923 günü M. Kemal, Lâtife Hanım ve İsmet Paşa bu köşke yemeğe gelirler. Yemekte tartışma çıkar. Tartışma Karabekir ve İsmet Paşa arasındadır. M. Kemal, tartışmayı sessizce izler. İsmet Paşa müthiş bir inkılâp hamlesi teklif etti: — HOCALARI TOPTAN KALDIRMADIKÇA hiçbir iş yapamayız. Bugünkü kudret ve prestijimizle bugün bu inkılâbı yapmazsak hiçbir zaman yapamayız.. ilk Fethi Bey grubundan işittiğim bu yeni inkılâp zihniyetini İsmet Paşa’da bir çırpıda tamamlıyordu. Aradaki zaman fasılaları kendiliğinden ortadan kalkarak bu üç şahsiyetin üç maddelik programı kulaklarımda tekrarlandı: 1 — İSLAMLIK TERAKKİYE MANİDİR. 2 — ARAP OĞLUNUN YAVELERİNİ (peygamberimizin -estağfirullah el azim- saçmalıklarını) Türklere öğretmeli. 3 — HOCALARI TOPTAN KALDIRMALI.

Sayfa 93 ve 94:

Read the rest

Konteyner ve küreselleşen ticaret »

  • 12 metre uzunluğunda, “konteyner” denen metal kutularla yüklü gemilere dikkatle bakın. Kapitalizmin genetik yapısını göreceksiniz. Neden?
  • Yük gemilerini, tren ve kamyonları standartlaştıran bu kutulardan evvel ticaret çok daha yavaş dönüyordu. Bir geminin boşaltılması günler sürüyordu ama bir çok hamal için de rızık kapısıydı tabi. Ticaretin hızlanması, sermayenin daha hızlı birikmesini sağladı.
  • Biz konteyner konuşuyoruz ama siz bu standartlaşmayı haberleşme, banka işlemleri ve malların vasıfları için de yapıldığını unutmayın. Buğdaydan buzdolabına, çikolatadan kahveye kadar her mal için küresel standartlar var ve bunlar da ticareti hızlandıran unsurlar.
  • 2008 finansal krizine rağmen küresel ticarette konteyner hacmi (kriz öncesine kıyasla) iki misline çıktı.
  • Peki nasıl başladı bu iş? Amerikan ordusu 1950’lerden beri kutulama işine başlamış. Ama bilinen ilk ticarî uygulama 26 Nisan 1956’da Malcolm McLean tarafından yapılmış. New York’tan Huston’a konteyner ile taşınan biranın litresi 37 kere daha ucuza gelmiş.
  • Sonra 1965’te, Vietnam savaşı sırasında Saygon limanı o kadar tıkanıyor ki bizim uyanık Malcolm McLean, Fransızların askerî limanı Cam Ranh’ı alıp ABD’nin ihtiyaçlarına uyarlıyor ve tabi meşhur kutularla yapıyor bunu. Üstelik sadece 7 gemi ile tıkanıklığı çözüyor!
  • İlgili ISO standartları 1968-1970 yılları arasında yayınlanmış. 1972 yılında yayınlanan hükümetlerarası denizcilik konvansiyonu ile konteyner taşımacılığı düzenlenmiş. Somut etkisi ne peki? Sermaye birikimi? İstihdam? Endüstri ve ticaretin küreselleşmesi? Ulusal ekonomilerin sonu?
  • Toyota 1980 senesinde “Tam zamanında” (Just in time) denen bir optimizasyon yöntemi ile stoklarını yarıya indirmiş. 1980-2005 arasında bütün firmaların standardizasyon-optimizasyon ile depolama maliyetlerini düşürdüğüne şahit oluyoruz. Yaklaşık aynı oranda yani %50.

Read the rest

Akıllı telefonlarla düşmana yardım eden aptal askerler… »

Görsellerle birlikte, zincir formatında okumak için…

  • 24 Kasım 2015 tarihinde Rusya Hava Kuvvetleri’ne ait Suhoy Su-24 tipi uçağın sınır ihlali yapmasından dolayı Türk Hava Kuvvetleri tarafından düşürülmesini hatırlayacaksınız. Gözlerden kaçan bir detay vardı: Pilotun telefonu eski modeldi; “akıllı telefon” değildi. Neden?
  • Daha önce Amerikalı askerler akıllı telefonlarla gizli üslerin yerlerini belli etmişlerdi. Spor yaparken kullandıkları uygulama yüzünden gizli askerî bilgiler internette dolaşıyordu.
  • Bu defa sıra Fransız ordusunda. Askerler görev yaptıkları sırada ilginç buldukları şeylerin resmini çekip internete koyuyorlar. Ama bu görsellerdeki nehir, köprü, dağ gibi mihenk noktaları askerin bulunduğu yeri kestirme imkânı veriyor.
  • Telefonlar akıllı ama kullanan askerler oldukça aptal. Kum fırtınası, develer, bir yılan vb tatil hatırası çeker gibi gizli görevlerde resim çekip paylaşıyorlar. Bu fotoğraflar serbest erişime açık ve bazen kimliği gizli tutulan özel timlerin yüzünü görmek bile mümkün.
  • Cephanelikler, nöbetçi klübeleri, devriye güzergâhları, kullanılan silahların ve araçların modeli kolayca görünüyor bu fotoğraflarda.
  • Strava gibi spor uygulamalarında binlerce askerin profili, özel bilgileri açık. Böylece farklı görev noktalarına sevk edilen askerleri gün gün takip etmek mümkün. Kimlikleri ordu tarafından gizli tutulan özel birliklerin Fransa’daki sabah koşuları (yani ev adresleri) bile sosyal medyada.
  • Daha önce bu aptallığı yapan Amerikan askerleri NewYork Times’a konu olmuştu. Fransa savunma bakanı da bu tür paylaşımları yasaklayan kurallar koydu ama askerler pek takmıyor.
  • Sadece Strava gibi spor uygulamaları değil tabi. Instagram bile gizli(!) görevlerle ilgili binlerce fotoğraf ve video içeriyor.
  • Meselâ nöbetçi kulesinden bir kum fırtınasını kaydeden bu asker sayesinde üssün içindeki koruyucu yapılar anlaşılıyor. Bu üssü haritada bulmak ve fotoğrafîn çekildiği kuleyi saptamak çok kolay. Mali’deki bu üsse saldırmak isteyen bir güç için bedava istihbarat.

Read the rest

Gereksiz yere aşılanan, bazısı felç olan ve ölen 45 milyon Amerikalı »

  • Ocak 1976, Amerika Birleşik Devletleri… New Jersey’deki Fort Dix askeri üssü. Grip salgını alarmı verildi ve bir asker gripten öldü.
  • Şubat: Virüs izole edildi, “1918-1919 salgınına benzeyen bir H1N1 domuz gribi virüsü denildi. Mesele, Amerikan yönetiminin en üst kademesine getirildi. Kurulan bilim kurulu, “ciddi bir salgın var; bütün ülke aşılanmalı” diyor.
  • Mart: Dönemin ABD başkanı Gerald Ford, televizyonda bir aşılama programı için 135 milyon dolar ayırdığını duyurdu.
  • 1976 yazı: 7.000 kişi aşılandı; okul yılı başlar başlamaz kampanya okullara genişletildi.
  • Kasım: Aşılamadan 3 hafta sonra ilk GBS vakaları (Guillain–Barré syndrome). Yani aşılanan insanların bir kısmında bağışıklık sistemi vücudun sinir sistemine saldırıyordu. Geçici ve kalıcı felç başlıyor; bazen de solunum durduğu için aşılanan kişi ölüyordu.
  • Aralık: Epidemiyolojik araştırma, felç ve ölüm riskinin aşı yüzünden 8 kat arttığını ortaya çıkardı. Diğer yandan bilim kurulunun beklediği ulusal salgın meydana gelmemişti.

Read the rest

ABD ekonomisinde Çin’e bağımlılık ve nadir toprak mineralleri »

Bu silsileyi grafik ve diğer görsellerle birlikte okumak için buraya tıklayın.

  • Çinli firmalar ve yatırımcılar 2.500 ABD şirketinde kontrol çoğunluğuna sahip. Çin’de yürürlüğe giren bir yasa, devletin talep etmesi halinde şirketlerin Çin istihbarat teşkilatlarıyla veri paylaşmasını gerektiriyor. Haliyle endüstriyel casusluk için tehlikeli bir açık kapı.
  • Çinlilerin kontrol çoğunluğuna sahip oldukları Amerikan şirketlerinden bir kaç örnek verelim:

AMC Entertainment (eğlence/medya), Cirrus Wind Energy (enerji), Complete Genomics (sağlık hizmetleri), First International Oil (enerji), G.E. Araçlar (teknoloji), IBM — PC bölümü (teknoloji), Legendary Entertainment Group (eğlence/medya), Motorola Mobility (teknoloji), Nexteer Automotive (otomotiv), Riot Games (eğlence/medya), Smithfield Foods (gıda), Teledyne Continental Motors & Mattituck Services (havacılık), Terex Corp. ( makine), Triple H Coal (madencilik), Zonare Medical Systems (sağlık hizmetleri).

  • ABD’yi en çok korkutan nadir toprak mineralleri; zira ulusal güvenlik tehdit altında. Çünkü yalnızca akıllı telefon gibi yüksek teknolojili ürünler için değil, aynı zamanda savaş uçakları, füze ve uydular için de gerekli. Meselâ her F-35 için Çin malı 430 gram nadir toprak minerali gerekiyor.
  • Bu mineraller az miktarda ABD’de üretiliyor saflaştırıp endüstriyel kullanıma hazırlanması için Çin’e gönderiliyor. Sebep? Emek daha ucuz ve saflaştırma prosesleri çevreye çok zarar veriyor. (Birazdan bu konuda daha ayrıntılı bilgi vereceğiz)
  • İlaç sektöründeki Çin bağımlığı da acayip. ABD’deki antibiyotiklerin %97’si ve ilaçlarda kullanılan aktif bileşenlerin % 80’i Çin’den geliyor.
  • Gıda sektöründe de Pekin piyonlarını ilerletiyor. Meselâ Çinli bir firma, dünyanın en büyük domuz eti işleyicisi ve domuz üreticisi olan Amerikan Smithfield’ı da satın aldı.
  • Stratejik nadir toprak metallerine geri dönelim. Nedir? 17 element: Lantan, seryum, praseodim, neodim… İsimleri “nadir” ama esas sorun işlenme maliyeti ve çevreye verdikleri zarar. Saflaştırma sırasında ortaya çıkan kirlenme radyoaktif olabiliyor.
  • Bu mineraller nerede kullanılır? Bir kaç örnek: Elektrikli ve hibrit otomobil, şarj edilebilir pil, gelişmiş seramik, bilgisayar, rüzgar türbini, petrol rafineri katalizörü, ekran, lazerler, fiber optik, süper iletkenler ve nitelikli optik üretim işlemleri.

Read the rest